İskenderun sahilinde birkaç yıl önce yapılmış, süper lüks binada dairesi bulunanlar çalışan iş makinelerini hüzünle izliyor.
"Ben özellikle sormuştum. Raylı sistem var demişlerdi. Depreme dayanıklı dediler. Ama zaten çökmedi bizim bina."
Gerçekten de ayakta duruyor. Aynı firmanın yaptığı bir başka blok ise yıkılmış. O binanın yıkılması, orta hasarlı, ayakta kalan binanın da yıkılmasını gerektiriyor.
"1 milyon dolar ortalama dairenin fiyatı burada. 2 milyon dolar olan da var."
İskenderun'un Akdeniz'i sonsuz izleyebileceğin en güzel caddesi.
Hemen karşısında balıkçı barınağı var. Ailesiyle birlikte depremden bu yana teknede yaşayan balıkçı öfkeli:
"Ben küçükken denizden şu binaların metrelerce ilerisinden çıkardım. Deniz burada bir iki kilometre kadar geriden başlardı. Yavaş yavaş doldurdular denizin üzerini."
T24'te yayımlanan bir haber:
"11 yıl önce yıkılması gerektiğine dair rapor verilen İskenderun Devlet Hastanesi'nde yapılan bilirkişi incelemesinde, zemin kazıldığında yeraltı suyu çıktı."
Tam 11 yıldır, üstelik hastanenin internet sitesine bile konulan "depreme dayanıksız" raporuna rağmen dokunulmayan hastane, onlarca insanın ölümüne yol açtı.
Tam bu noktada cezaevine dönelim. Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edilen Mücella Yapıcı'ya… Çekmediği belgesel, görüşmediği kişiler nedeniyle Yapıcı gibi 18 yıla mahkûm edilen Çiğdem Mater'in cezaevinde yaptığı röportajda söylediklerine:
"Koskoca Değirmendere, dolgu alanında, üzerindeki binalarla birlikte denizde hâlâ dururken, bugün dolgu alanlarda plan yapanlar, inşaat yapanlar, inşaat molozlarından müteşekkil, Maltepe-Yenikapı dolgu alanlarında miting yapanlar, İstanbul Depremi'nin eli kulağındayken, hâlâ o alanlarda deprem yardımı toplayanlar… Bunlar bilmiyorlar mı? Söylemedik mi? Bugün bütün toplanma alanlarını imara açıp İstanbul'un ortasında sahra hastanesi, çadır alanı, helikopter pisti olarak kullanılabilecek tek alan olan Gezi Parkı'na bütün bilimsel, teknik, hukuksal kararlara karşın "ille de bina yapacağım" diye tutturan kim? Buna engel olmaya çalışanlara şiddet uygulayanlar, sekiz canı öldürüp binlerce insanı yaralayanlar kim? Hepsinin adı bizim davamızın "şikayetçi" bölümünde sıralı. Amik Gölü'nü, Amik Ovası'nı kurutup üstüne havaalanı yapanlar, TMMOB ve diğer kuruluşların ÇED raporlarına rağmen yeni ÇED raporları hazırlayanlar hangi şirketler? Bunlara onay verenler kimler? Trakya coğrafyasının en narin yerine, ilk depremde Hatay Havalimanı'ndan bile beter hale geleceği apaçık olan, depremi bırak, rüzgârda, karda çalışamayan devasa bir havaalanı yapanlar kim? "Yeni havaalanına" müşteri sağlamak için, inşaat çetelerinin kârlarını maksimize etmek için saat gibi çalışan Atatürk Havalimanı'nı taammüden yok edenler kimler? Bizi o tek piste mahkûm edenler kimler? Sonra soru: ekipler niye gelemedi?
Yapıcı, bunları söylemeye sonsuz hakkı olanlardan. 1999 depreminden sonra TMMOB heyeti içerisinde yer alarak alana giden, haftalarca çalışan, o depremden önce de binaların dayanıksız olduğunu söyleyen ancak sözlerine kulak verilmeyen insanlardan. Kahramanmaraş depreminden birkaç yıl önce söylediklerine bakalım:
"Ülke çapında hatta yurtdışı bağlantılarıyla bir yardım organizasyonu olması lazım ama ben bundan da çekiniyorum. Çünkü merkez AFAD 'ben yapacağım diyor'. Yapamazsın, kimse yapamaz. Bu senin beceriksizliğinden, bu senin yeteneksizliğinden, liyakatsizliğinden filan, tamam da... Bu organizasyonu yerel yöneticilerle, halkla, mahalle görevlileriyle yapmadıktan sonra mümkün değil. Mümkünü yok. Merkez sistem hiçbir şey yapamaz. Merkezi sistemsiz yerel yönetim de hiçbir şey yapamaz. Yerel yönetimin yine şansı var ama yerel yönetimler bu işin içinde olmadan hatta meslek odaları; çünkü demokrasi kurum ve kurallar rejimidir. Bu demokratik kurumların hepsini bu konuda iş birliği içinde olaması lazım. Ama ne yazık ki bütün bunların olabilmesi için önce bu kurumların tepesindekilerde bu zihniyetin olması lazım. Bütün HES'ler yanlıştır. Ülkedeki toplanma alanlarını alışveriş merkezlerine çevirmişler. Var olan bütün dere yatakları, taşkın alanları, su havzaları ve tarım alanlarını yapılaştırmışlar. Bir de Kanal İstanbul yapmaya çalışıyorlar. Memleket batıyor, sen ihale yapıyorsun."
İstedikleri kadar, "Biz yetiştik, kurtardık" desinler, depremzedeler zaten bütün kameraların kaydettiği gerçekleri her fırsatta anlatıyor:
"İlk gün zaten yoklardı. İkinci gün akşam geldi bazı ekipler, onların da ekipmanı yoktu. Sonra iş makineleri geldi, beklettiler. Kurtarma ekipleri geldi beklettiler. Madenciler karayoluyla geldi, yabancı ekipler havaalanında bekletildi. Hepsinin gerekçesi aynıydı. Koordinasyonu sağlıyoruz."
İskenderun, Antakya, Maraş ve Adıyaman'da bölgeye gelen iş makinelerinin hemen alana gönderilmediğinin yüzlerce tanığı var. Suç duyuruları hazırlanmış durumda ancak nedense soruşturmalarda sıra bu kısma gelemiyor.
Meselenin sadece bina olmadığı Mücella Yapıcı'nın sözlerinden, uyarılarından anlaşılabilir. Ancak AFAD hâlâ merkezileşme, hâlâ alanı kontrol etme, hâlâ sadece İslami vakıf ve derneklerle iş birliği yapmak peşinde. Geriye kalan umurunda bile değil.
İskenderun sahilinde Balıkçı Barınağı diye anılan, balıkçı teknelerinin demirlediği limanın yarısı suya batmış. Deniz biraz dalgalandığında sular kumsalını arıyor. Alıştığı yerleri. Kentin ara sokaklarına kadar ulaşıyor dalgalar. Binaların, ayakta kalanların zeminleri su içerisinde.
Dalgalar, yıkılmış binaların taşlarına da vuruyor. Belki içlerinde cenaze de bulunan, temizlenmeyen, insanlardan kalanlarla dolu taşların üzerine.
Bir rant siyasetini anlatıyor İskenderun. Bütün iktidarların sürdürdüğü bir rant siyasetini. Biri denizi doldurmuş, diğeri imara açmış, diğeri kaçak kata göz yummuş, bir diğeri imar affı ile kaçak katı yasallaştırmış.
Biri hastaneyi onarmamış, diğeri insanları kurtarmamış.
İhaleler, ihaleler, ihaleler.
Mücella Yapıcı, depremden sonra, cezaevinde de toplumsal sorumluluğunu unutmadan açıklama yaptı:
"Kaldırılmadan önce her enkaza savcı ve bilirkişi gelmeli. Enkazlardan beton örneği alınmalı…"
Şehir plancısı Tayfun Kahraman da uyarılarını sıraladı:
"Tüm İmar mevzuatını deprem gerçeği doğrultusunda yeniden ele almalı, kaçak ve affedilen yapıları titizlikle ele almalı ve depremle mücadeleyi piyasanın insafına terk etmeden kamu kaynakları ile gerekli tüm yapısal önlemleri acilen almalıyız. Böyle bir zamanda, duvarlar ardında kapatılmış, eli kolu bağlı beklemek çok zor. Umarım en kısa zamanda depreme karşı hep birlikte mücadeleye devam edebiliriz."
301 madencinin can verdiği Soma davasının nasıl sonuçlandığını, sanıkların ağır ceza alacakları "olası kasttan" nasıl kurtarıldığını biliyoruz.
Bu suçları işleyenler dışarıda kalabilsinler diye önce Avukat Selçuk Kozağaçlı, daha önce yargılandığı dosyadaki suçlar yeniden gündem edilerek tutuklandı.
Ardından aynı davanın avukatı Can Atalay, Gezi davasından hapse atıldı.
Atalay ve diğer avukatların araçlarını takip edenler, canlarına kastedenler elbette serbest… Diğerleri gibi…
Atalay yeni yaşını da hiçbir suç işlememesine rağmen konulduğu cezaevinde karşıladı.
Ama Atalay da çalışıyordur. Diğer tüm Gezi tutuklularının yaptığı gibi bu büyük yıkıma neden olanların suçları üzerine düşünüyor, yine en iyi yaptığı iyi yapıyordur.
Bu insanlar ödüllendirilmeleri gerekirken, insan öldürenlerden daha yüksek cezalara mahkûm edildi.
Müebbet hapse çarptırılan Osman Kavala, şimdiden insan öldürenlerden daha fazla cezaevinde yattı. Diğerlerini de yatırmak istiyorlar. Sadece sözleri nedeniyle, açıklamaları için. Sadece engel oldukları için.
Ajanlıkmış, hükümeti yıkma sevdasıymış, bunun için ismini bile bilmedikleri yapılarla iş birliği yapmakmış, geçiniz.
Herkes her şeyin nedenini biliyor.
Ama onlar da vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek.
Madenciler, depremzedeler, öğrenciler, işçiler de bunu çok iyi biliyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |