Gündemde yeniden Sedat Peker'in iddiaları ve hemen ardından başlayan rüşvet ve komisyon soruşturması var.
AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, boşanmak istediği ve 2,5 milyon dolar talep ettiği eşi Türk Hava Kurumu Üniversitesi eski Rektörü Ünsal Ban, Taşkesenlioğlu'nun kardeşi, eski SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanlığı danışmanları olayın merkezinde.
Şu ana kadar gözaltına alınan tek isim Ünsan Ban. Ban hakkındaki gözaltı kararı ise Peker'in paylaştığı video kaydından sonra verildi.
Savcılık, bir iş insanının "Benden rüşvet ve komisyon istediler" beyanını yeterli görmemiş olacak ki günler sonra, video kaydının Peker'e sızdırıldığı iddiaları üzerine harekete geçti.
Tartışmanın odak noktası, Sermaye Piyasası Kurulu'nda yasal işlerin yapılabilmesi için Cumhurbaşkanlığı danışmanlarına bile komisyon verilmesi gerektiği iddiası.
İddiaların gündeme gelmesinin ardından hemen herkes, Ankara'da bu iddiaların nasıl karşılandığını, rüşvet ve komisyon konusunda bir havuz olup olmadığını, işlerin nasıl yürüdüğünü konuşuyor.
Bilinen sırlar bunlar.
Ancak Ankara'da öyle alışkanlıklar oluşmuş durumda ki bu işi tek seferliğine yapmayıp, gerçekten meslek edinenler bile pastadan pay kaptırmamak adına mücadele vermek zorunda kalıyor.
Zira hemen her kurumda, profesyonel komisyoncular, makamdan ve unvandan yararlananların yanında "benim neyim eksik" diyenler, geç kaldığını, hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünenler var.
Bizim için büyük, ortada dolaşan miktarlara bakılınca küçük sayılabilecek bir örnek, Tarım ve Orman Bakanlığı'ndan.
Bakanlıkta bu işler öylesine yüksek sesle konuşuluyor ki Bekir Pakdemirli'nin yerine bakanlık koltuğuna oturan Vahit Kirişçi, neredeyse bütün bürokratik kadroları kısa zamanda değiştirdi.
Komisyon hikayesi, neredeyse 20 yıla uzanan bir usulsüzlük iddiasına dayanıyor.
Bir iş insanı, 2004'te, İzmir Gümüldür'de bakanlığa ait bir araziyi, girişimde bulunarak kiralıyor. Hemen ardından arazi üzerinde bakanlığın yapılmasını istediği taşınmazları ve çevre düzenlemelerini yapıyor. Buna rağmen, bakanlık, bir türlü tesisin işletmeye açılmasına izin vermiyor. Çıkartılan engeller, "bir biçimde" aşılıyor. Gecikmeli olarak tesisin açılmasına izin veriliyor ancak iş insanı da geçen sürede sürekli para yatırmak zorunda kaldığı, taşınmazlara harcadığı parayı da geri alamadığı için batma noktasına geliyor. Bir süre sonra da tartışmalı bir kararla sözleşme feshediliyor.
İş insanı, bu kez zararlarının karşılanmasını istiyor. Milyonlarca lira harcadığı tesisten para kazanamadığı gibi, batma noktasına geldiğini belirtiyor ama nafile.
Mecbur mahkemeye başvuruyor. Süreçler uzadıkça uzuyor.
Sonuçta 2020'de bakanlığın iş insanına 9 milyon 500 bin lira ödemesine karar veriyor mahkeme. Yargıtay incelemesi sonunda bu karar kesinleşiyor.
Ancak parayı tahsil etmek kolay değil elbette. Hakkın olsa bile kolay değil.
Üstelik kanuna göre devlet malları haczedilemiyor. Bakanlık ödeme yapmazsa o parayı başka yolla alabilmek mümkün değil.
Bakanlıkta girişimlere başlıyor iş insanı.
Hangi kapıyı çalsa bir engel çıkıyor karşısına. Kime gitse, bir başka kapıyı gösteriyor.
Usulünce, doğal yollardan sonuç almak mümkün değil, anlıyor…
Sonra, nasıl yapması gerektiğini söyleyenler beliriyor.
Aynı dönemde, hakikaten bu işlerin yakınından geçmeyen, hukuka her koşulda inanmış avukatı giriyor devreye. O da yazılar yazıyor, görüşmeler yapıyor ama hayır, sonuç alınamıyor.
Avukat da mecburen, işin nasıl halledileceğini söyleyenlerle tanışıyor. Bir anda buluveriyorlar iş insanı ile avukatı bu insanlar. Hatta tanıdıkları ve konuyu açtıkları bazı kişiler bile işlerin nasıl halledileceğini söylüyor kendilerine.
Hemen ardından iki kavramla tanışıyor avukat ve iş insanı:
"Akraba işi olmaz" cümlesi, "öyle sadece seni tanıdığım, seninle tanıştığım için yardımcı olamam, ödeme yapman lazım" anlamına geliyor.
"Bu işe ne kadar bütçe ayırdın?" sorusu açık. Doğrudan komisyonu konuşmaya başlamak istiyor karşıdaki.
Ve bir bütçe çıkıyor karşılarına. 9 milyon 500 bin lirayı tahsil edebilmek için 1 milyon 800 bin lira ödemeleri gerektiği söyleniyor. Kayıtsız, elden verilecek bir para.
Vermiyorlar.
Öyle bir noktaya geliyor ki işler, avukat, bakanlık koridorlarında bağırıyor, "Ben yasal hakkım olan para için komisyon ödemeyeceğim" diye.
Yetinmiyor, komisyon talep edenlerden, onların ulaşacağını vaat ettikleri isimlerden bir liste yapıyor.
Sonra yetkili bir bürokrata gidiyor.
Bürokrat soruyor:
"Listede şu isim var mı?"
Gösteriyor avukat.
Bir camii müezzini… Uzun süredir bu işlerin içinde olduğu biliniyor. Cemaati yakından tanıyor ne de olsa…
Kesinleşmiş yargı kararına rağmen ödeme yapılmıyor.
Kamu Denetçiliği Kurumu'na başvuruyor avukat. Kurum, ödemenin yapılması yönünde karar veriyor ancak dinleyen yok.
Savcılık suç duyurusu, isyanlar, başvurular sonunda, herhangi bir ödeme yapılmadan, iş insanı artık neredeyse batmışken, icralık olmuşken, alacağın bir kısmı yatırılıyor. Ancak kalan kısmı almak öyle kolay değil… Kafaya konulmuş bir kere…
İş insanı ile avukatın mücadelesi hâlâ sürüyor.
Kalan meblağın tahsili için hala komisyoncular, bazı "unvanlı isimler" devrede.
Ancak çok netler, "vermeyeceğiz" diyorlar.
Bunu dedikleri için de incelemeler, itirazlar, süreci uzatmalar sürüp gitti yıllardır.
Birileri mahkeme kararı bile olmaksızın istediği meblağları alırken, birileri ihale iptal ettirip, aynı ihaleyi daha yüksek bedelle yeniden alırken, onların mahkeme kararı uygulanmıyor.
Bakanlığın yeni kadrolarından umutlular, en azından bu kadroların önceki döneme dair şikayetleri dinlediğini, işlemleri incelediğini söylüyorlar.
Önceden olup bitenlerin hesabı verilir mi, süreç nasıl ilerleyecek, bu da görülecek.
Tüm bu düzen yargı eliyle değil ancak sosyal medyadan aktarılan bilgilerle ifşa edilebiliyor.
Tam da bu yüzden MHP lideri Devlet Bahçeli'nin dün gerçekleştirdiği basın toplantısı önemli ve sosyal medya üzerinde özellikle durması sürpriz değil.
Bahçeli'nin sözleri, öncelikle, rafa kaldırıldığı söylenen, "dezenformasyon yasası" olarak nitelendirilen, aksine, doğru bilgilerin ve haberlerin halkla paylaşılmasının önüne set çekmek için hazırlanan düzenlemenin yeniden gündeme geleceğinin işareti.
Belli ki savcılık soruşturmaları bu rant ve rüşvet düzeninin çözülmesini sağlayabilmekten çok uzak.
Belli ki paniğe rağmen, birileri seçimden önce yapabileceği ne varsa yapmak, kazanabileceği ne varsa kazanmak istiyor.
Görevden almalar yeterli değil ve olan bitenler de seçimle ilgili değil sadece.
Elbette inandırıcılıktan uzak ama Devlet Denetleme Kurulu'nun harekete geçmesi, savcılıkların özel olarak yetkilendirilmesi, sonuç alınması gerekiyor.
Kimsenin kimseyi affetme hakkı yok.
Görevden almalarla kapanacak bir aksaklıktan söz etmiyoruz.
Derin, çok derin bir kırılma söz konusu olan.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997’den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş’la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018’de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |