Üst üste yığılmış, otobüse dar kapıdan binmeye çalışan, oradan oraya göçmeye artık alışmış, nasıl karşılandıklarını çok da umursamaz hale gelmiş insanlar; krizi fırsata çevirmeye çalışan otobüsçüler, taksiciler, dolmuşçular; neden orada olduğunu bilmeyen, kimi gülen, kimi ağlayan çocuklar…
Firmalardan birinin muavini bağırıyor:
"Nuh’un gemisi kalkıyor. Son gemi. Kurtuluş için son gemi kalkıyor…"
Hayatında savaş görmemiş, küçük bir elektrik kesintisi yaşasa mahalle değiştirmeye hazır insanların "Neden geldiler, kalıp da savaşsalardı. Çekip gitsinler" diyerek dudak büktükleri Suriyeliler, bu kez de kendi refahı için dünyanın kalanını ateşe vermeye hazır coğrafyalara gitmeye çalışıyor.
"İsteyen yürüsün, isteyen bota binsin" deniliyor, öyle sınır kapısından medenice çıkıp, medenice açılan bir başka kapıdan girmek yok…
Canlı yayında botlara doluşuyor insanlar… Kollarında oyuncak bebek gibi taşıdıkları çocuklar, başka bir zaman ve mekânda doğmuş olsalar içinde gülüp eğlenebilecekleri dalgalı ve korkutucu denizin üzerinde bir yaşam savaşına girecekler.
"Avrupa da maliyetini ödesin faturanın…"
Ödesin elbette… "Bize gelmesinler", "Aman sınırı kapatın" diyerek para teklif etmenin, "Sınırları açarlar" korkusuyla bütün insan hakları ihlallerine sessiz kalıp, hak, hukuk, adaletten bahsetmenin bedelini ödesinler.
Ancak çocuktan silah, bebekten fatura olmaz ki.
Kim ödeyecek savaşta, yollarda ölen kadınların, erkeklerin, çocukların, bebeklerin faturasını?
Her coğrafyada, sahte ahlak, ikiyüzlülükle ilgili ödetilebilecek, insan hayatı dışında, bir başka bedel olmalı…
İnsanlar şaşkın: "Şimdi niye gidiyor bu sığınmacılar?"
İdlib’den, gözlem noktalarından, oradaki cihatçı gruplardan, Suriye’den, Zeytindalı’ndan, Arap Baharı’ndan, YPG’den, Şam rejiminden, ABD’nin tavrından, Soçi’den, Astana’dan, İran’dan, sığınmacılardan, mültecilerden aynı cümlede bahsetsen anlamaz sanıyorsun bilmeyenler.
Anlıyor bu coğrafyadakiler. Maalesef anlıyorlar.
Zira hayatlarından, kalplerinden, kederlerinden, mutluluklarından bahsedip, bunlarla uğraşmak yerine hep büyük meselelerle, hep zaferle, hep kayıplarla, hep kederle uğraşmak zorunda kalıyorlar.
Akşam saatlerinde, ambulansların Hatay’daki hastanelere akın akın asker taşıdığı bilgisi yayılıyor sosyal medyada.
Açıklama yok.
Ardından sosyal medyanın sesi kesilmeye başlıyor.
Ücreti peşin ödenen interneti, hiçbir karara dayanmadan, çaktırmadan, sanki üzerinde çalışma yapılıyormuş gibi yalan açıklamalarla eşzamanlı olarak kısıyor erişim sağlayan firmalar.
Fısıltı gazetesi çalışmaya başlıyor.
Hiç kayıp yaşamamış, hiç o duyguyla karşılaşmamış insanlar, yüksek cümlelerle, "şehitlikten", "ne kadar da mukaddes" olduklarından, "zaferden", "işgalden" bahsediyor düşman saydıklarıyla aynı yöntemleri kullanarak girdikleri sosyal medyada.
Çocuklarının bölgede görev yaptığını bilen aileler, telefonları çalmasın diye dualar ediyor aynı saatlerde… Ya da çalsın da "sesini duyalım" diye. Ya o değilse?
Twitter yok, Facebook yok, Instagram yok, Whatsapp yok… Bir anda kalıveriyor herkes, kimse ne olduğunu anlamıyor?
Provokasyonları engellemek mi amaç, karartma mı, bütün ülkeyi ilgilendiren daha büyük bir karar mı verilecek, kimse bilmiyor?
Daha kaç askerin can verdiği bilinmeden, karşı tarafa ne kadar kayıp verdirildiği haberlerini geçmeye başlıyor televizyonlar. Birileri seviniyor…
Aynı anda, savaşın galibinin olmayacağını, en kötü barışın savaştan daha iyi olacağını söyleyen hesaplar, birilerince emniyete, savcılığa şikâyet ediliyor. Dert onları susturmak mı? Kavram icat ederek suçlu yaratmak mı?
Herkes, her şeyin yanıtını biraz biliyor. Kalanını arama dermanı yok kimsede…
Rusya’dan açıklama geliyor. Hedef almadıklarını, operasyona katılmadıklarını ama askerlerin de vuruldukları noktada olmaması gerektiğini bildiriyor Kremlin Sözcüsü.
Türkiye’den, ilk atıştan sonra durmaları gerektiğini bildirdikleri yanıtı veriliyor. Sonra yine kimsenin aslında bir şey anlamadığı askeri bir konvoyun imha edilmesi görüntüsü…
Öyle bir coğrafya ki kimse, artık istese bile milim geri adım atamıyor. Her ip başka bir ipe bağlı…
Yanlış yapmış olan dönemiyor, günahlar, hatalar, sevaplar, her biri aynı kuyuda, herkes sadece daha derine batmaya neden olacak çukura kazma sallıyor.
Muavin bağırıyor:
"Nuh’un gemisi kalkıyor…"