Sesler seslere karışıyor.
Yaptığı görev nedeniyle aldığı maaşa ek olarak, sadece bir yönetim kurulunun toplantılarına katıldığı için "huzur" hakkı alan bürokratlar, fazladan aldığı parayı hayır işlerine harcadığını söyleyenler, evine kaç maaş girdiği tartışılanlar.
Kişiden kişiye eylemler değişebilir elbette.
Ancak çok sayıda ismin nasıl hep "kazanan" olduğunu biliyoruz.
Bürokratik makamları işgal edip, gazetelerle, dergilerle pazarlık eden, o yönetim kurulundan o yönetim kuruluna atlayan, bir de makamını kullanarak açtırdığı köşede yazdığı, kimselerin okumadığı yazıdan dolayı para talep edenleri…
Aynı isimlerin milat ilan edilen 17- 25 Aralık öncesinde cemaate ait gazete ve dergilerde yazmak için gösterdiği çabayı, her fırsatta nasıl övgüleri sıraladıklarını, sonra yeniden ve büyük bir hızla pozisyon alıp, "asıl siz mücadele etmiyorsunuz" diyerek nasıl bağırdıklarını da…
Ve bir de hep kaybedenler var.
İstisnasız her iktidar döneminde, her şartta ve koşulda hak mücadelesi yürüttükleri için kaybedenler. Kazanmak gibi bir dertleri yok da en azından dişle tırnakla elde ettiklerini kaybetmeseler…
İnsanlar, yürüttükleri politik mücadelenin kapsamını da olası sonuçlarını da bilir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra da darbeye iştirak edenler, destekleyenler, bir biçimde ucundan tutanlar elbette kendini biliyordu.
Ancak aynı gece, darbecilere, olana bitene maruz kalan yüzlerce kişi, hayatlarının bütünüyle değişeceğinden bir haberdi.
Cemaatin yanından geçenlerin durumu ayrı bir tartışma konusu olarak dursun, hayatında bu insanlarla aynı sokaktan geçmemiş yüzlerce insan kanun hükmünde kararnamelerle işinden oldu. Yetmedi, "medeni ölü" hâline getirilmek istenildi. Nereye ellerini atsalar, oranın kurutulması için özel çaba sarf edildi.
KHK dönemi bittiğinde, OHAL Komisyonu'ndaki garip oluşum, daha ilk KHK ile atılanların durumunu bile değerlendirmemişti. Komisyon, hâlâ ısrarla belli grupların, kişilerin durumunu değerlendirmiyor. Anayasa Mahkemesi, savcılık, mahkeme kararlarını görmezden gelerek, "bağlı değilim" diyor. Tam bir "istemediğim kimse kalamaz" ruhu…
OHAL dönemi bitti ancak o ruh hâlâ işbaşında…
İzmir'de 20 Ekim 2020'de, İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı şirketlerde çalışan 16 kişiye telefon geldi.
Acil biçimde şirkete gelmeleri gerekiyordu, telefonda bilgi verilemezdi.
Bu kişilerin ellerine, iş akdi fesihleri tutuşturuldu. Artık işiniz yok denildi.
DİSK'e bağlı Genel İş üyesi olmaktan başka "suçu" olmayan 16 kişi, fişlenmişler, işten çıkartılmaları için bakanlıktan da onay alınarak valilik eliyle işsiz bırakılmışlardı. Kimisi CHP'nin adalet yürüyüşüne katılmıştı, kimisi sadece bir basın açıklamasına…
İşten çıkartma yasağının olduğu dönemde, hareket alanı kısıtlı. Bu yüzden fesih belgesine de "genel ahlak, taciz, hırsızlık vb." suçların sıralandığı madde yazıldı. Kimin ne yaptığı da anlatılmadı.
Adli sicil belgelerinde tek bir eylem yokmuş, haklarında açılan dava ve soruşturma bulunmuyormuş, ne gam!
İşten çıkartıldıktan hemen sonra deprem nedeniyle konuyu gündeme bile getiremeyen işçiler, hâlâ adalet bekliyor. Yürütmeyi durdurma istemiyle açtıkları davadan henüz sonuç çıkmadı. Neden işten çıkartıldıklarını bile bilmiyorlar.
İçlerinden biri şöyle haykırıyor yaşadıklarını:
"Kim olduğunuzun, yaşamınızın, sevdiklerinizin, hissettirdiklerinin, yoksulluğunuzun, işsizliğinizin açlığınızın hiçbir önemi yok. Ülkenin refahı için mücadele ettiğini iddia edenler bunu hep beraber yaptılar. Tıpkı Ermenekli madencilere yaptıkları gibi tıpkı Somalı madencilere yaptıkları gibi. Tıpkı tüm canlılara ekmeğini nefesini veren doğaya yaptıkları gibi. İzmir Valiliği İzmir'deki yoksullukla, işsizlikle, eşitsizliklerle mücadele edeceğine bizimle etti."
Yargı ne der, kararlar uygulanır mı, en kötüsü bu ülkede kimse bütün bunların yanıtını bilmiyor.
16 kişi daha işsiz kalmış ne önemi var?
Depremden sonra ne halde olduklarının, neden bunları yaşadıklarının bir önemi var mı?
Ve nasıl ayakta kalacaklar?
Artık, ağaç kökü yemeleri tavsiye edilenlerin ülkesinde, herkes hayatta kalmak için fazladan becerilere ihtiyaç duyuyor.