HATAY
“Akşam yemeği çorba ile bulgur olur mu?”
Dursunlu Çadır Kampı burası.
Hatay Defne’deki boşaltılan Sevgi Parkı’nda kalan depremzedelerin büyük bölümü artık burada yaşıyor.
“Altyapısı hazır” denilerek buraya getirilen insanların sıkıntıları büyük.
Duş yok.
Tuvalet için bir gün öncesine kadar kampın yakınındaki orta hasarlı bir okula gitmek zorunda kalmışlar.
Devam ediyor, mahcup:
“Kendim için istemiyorum, çocuklar, gençler var, yaşlılar var.”
“Kendin için istemek de hakkın” diyemiyor insan.
Düne kadar işi, evi olan, emeğiyle ekmeğini kazanan insanlar bunlar.
Ve depremden bir ay sonra, yanımıza gelip, sıkılarak sorduğu soru bu:
“Akşam yemeği çorba ile bulgur olur mu?”
6 Şubat’ta Maraş merkezli iki depremle sarsılan, 20 Şubat’ta ilçeleri Defne ve Samandağ merkezli iki depremle tamamen yıkılan Hatay’dayız.
Daha önce geldiğimiz sokakların büyük bölümünü ilk gördüğümüz haliyle buluyoruz ekip arkadaşım Özgür Zeren’le.
Sadece yollar biraz daha açık, sokaklara girebilmek biraz daha mümkün.
Ancak manzara yine ürkütücü.
Depremin vurduğu diğer hiçbir kentte olmadığı kadar ürkütücü.
Antakya’nın merkezi Köprübaşı’da hummalı bir çalışma var.
Kamyonlar durmaksızın moloz taşıyor.
Buraya yakın, ağır hasarlı binalar, yan yatmış binalar yıkılmış.
Ancak kentin geriye kalanı öylece ilk olduğu haliyle duruyor.
Hatay’ın girişi Belen’de dükkânlar açık.
Ancak Belen’e oldukça uzak kent merkezinde ve Hatay’ın merkezine yakın başka hiçbir ilçesinde böyle bir görüntü yok.
Mahalleler depremden hemen sonra nasılsa öyle duruyor.
Hataylılar’ın neredeyse üçte biri başka kentlere göçmüş.
Geriye kalanların bir bölümlü çadırkentlerde, bir bölümü bağevleri ve köylerde.
Herhangi bir ekipte yer almadığı ya da hasarlı evinden eşya çıkartmadığı sürece Hataylılar’ı sokakta görebilmek mümkün değil.
Zaten çıkıp ne yapabilirler ki?
Evler, apartmanlar, dükkânlar, mağazalar, ne varsa ama ne varsa yıkık.
Samandağ’a ilerliyoruz.
Depremin üzerinden bir ay geçti ancak çadır yok.
İnsanlar, 30-40 kişi sera çadırlarında kalmaya devam ediyorlar.
Valilik, sosyal medyadan yayılan “Su yok” paylaşımlarını cezalandırmakla tehdit etti ancak içme suyu ancak bu feryatlardan sonra gelmiş.
Şimdi de insanlar “ya biterse” korkusuyla yaşıyor. Zira içme suyunun yedeği yok, biterse, hemen bulabileceğinin garantisi yok.
Aş evleri durmaksızın “Yardıma devam edin” diye mesaj gönderiyor.
Sizi gören gönüllüler, yanınıza gelip, “Lütfen dayanışmaya devam edilsin” diyor.
İnsanlar daha şimdiden “unutulmaktan”, gündemin yakıcı başlıklarının depremin önüne geçmesinden yakınıyor.
Zira, evet, devletin bütün olanaklarını burada seferber etmesi gerekir ancak yardımlar büyük ölçüde azalmış durumda.
Çadır hala büyük bir sorun.
AFAD’a gidip almak mümkün değil zira çadırlar muhtarlara dağıtılıyor.
Muhtarlar, çadırları, verdikleri kişiye zimmetliyor. Zimmet, kullanıldıktan sonra çadırın iade edilmesi anlamına geliyor.
Zaten çadır bulamayanlar, “ya zarar görürse de iade edemezsek” tedirginliği yaşıyor.
Ama zaten çoğunlukla bu tedirginliğe de sıra gelmiyor zira muhtardan “Çadır hazır” yanıtını almak çok güç.
“Enkazdan üç gün sonra çıktım” diyor biri.
Bir başkası, komşusunun nasıl enkaz altında yaşamını kaybettiğini anlatıyor.
Dokunulmayan sokak ve caddelerdeki enkazın altında hala cenazeler olduğunu savunan çok kişi var.
Kurtarma çalışmaları sırasında enkaz altında insanların yaşamını yitirdiğini söyleyen de.
Ve kayıp ilanları.
Sokaklarda, köprülerde, direklerde asılı ilanlar.
Her insan acı bir hikâye demek burada.
Hatay’ı, kentin kalbi Antakya’yı görenler, bu kentin ayağa kalkması için sadece olağanüstü bir çabanın yeterli olmayacağını anlar.
Bir seferberlik, olağanüstü çabanın da ötesinde bir dayanışma gerekiyor burayı ayağa kaldırabilmek için.
Sadece zaten yıkılmış binaların bütünüyle yıkılmasının, kentin molozdan temizlenmesinin ne kadar zaman alacağını tahmin edebilmek bile güç.
Zira bir cadde, bir sokak, bir ilçe değil sözünü ettiğimiz yıkıntı.
Bir kent, koca bir kentin ayağa kaldırılması gerekiyor.
Türkiye, insanların yaşananların unutulmaması için birbirlerine sürekli tembihte bulunduğu bir ülke.
Ancak bu kez, birbirini uyarmaya gerek kalmadan unutulmaması gerekiyor.
Hatay’ın, diğer deprem kentleri gibi aklın büyükçe bir tarafında tutulması şart.
Zira depremden tam bir ay sonra açıkça görülüyor ki biraz olsun unutursak, Hatay bir kez daha büyük bir kalp yarası alacak.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |