Gazeteciliğin özü muhabirliktir.
Mesleğin köşe yazarlığından, programcılığa kadar uzanan geniş bir yelpazesi olsa da gazeteciler, haberi yapan muhabirlere ve yayına hazırlayan mutfak ekibine "meslektaş" gözüyle bakar. Haberi bulan, çeken, yazan, düzelten ve gazeteyi, programı, bülteni hazırlayanlardır "meslektaş".
Şimdi çok tartışılan ve ayrı bir uzmanlık gibi gösterilen "sahada olmak" kavramı ise gazetecinin doğal eylemidir. Gazeteci haber kovalar, gerçeği arar, soruların yanıtlarını bulmaya çalışır. Özel bir faaliyet değildir, mesleğin kendisi bundan ibarettir. Geriye kalanlar ise bazı sıfatları kolayca elde edenlerdir.
Ve elbette gazeteci, gazeteciyi tanır. Kişisel olarak tanımasa da imzasından, haberinden, yaptığı sayfadan, yazısından tanır. Bir mesafe mesleği olan gazetecilikte, iktidar ve muhalefetteki güç odaklarıyla kimin hangi mesafede durduğunu, neden öyle davrandığını, ne umduğunu, neye kavuştuğunu bilir.
Kimin "büyük" haber yaptığını, kimin verilen haberle yetindiğini, kimin şeceresinin ne olduğunu da…
HDP'nin sürekli tartışma programlarının ana konularından birisi olmasına rağmen, HDP'lilere neden ekranlarda yer verilmediği tartışması uzun süredir yapılıyor.
Habertürk'te, programcının benzer bir tartışma sırasında yaptığı, "Biz özel sektörüz, tercih meselesi" açıklamasından sonra, aynı grubun yönetici ve yazarlarından daha makul bir zemin yaratma çabaları geldi.
"Teröre ve terör örgütüne mesafe koysun önce" ile başlayıp, "PKK terör örgütü müdür, yanıt versinler, öyle" gibi bin yıldır ezber edilmiş fikirler ve sözlerle yaratılmaya çalışılan bu zeminin alıcısı var elbette. Aynı sözleri, aynı açıklamaları, aynı fikirleri dinlemekten bıkmayan, bin yıl geçse, yerinden milim kıpırdamak istemeyen bir garip ezber seviciliği...
Elbette hakikatin bu olmadığını, Türkiye'de zaten hiçbir konunun hakiki bir zeminde konuşulmadığını bu açıklamaları yapanlar ve yazanlar da biliyor. Kanıtlamak ve hakikatle ilişkilerini sorgulatmak mümkün olmasa da biliyor.
Bütün medyanın, HDP'ye neden yaygın televizyonların ekranlarında, sermaye yapısı büyük medyada yer verilmediğini bildiği gibi.
Demek ki özel görüşmelerde, genel görüşmelerde, milyon kez yapılan toplantılarda aslında talimat anlamı taşıyan, "çıkartmayın sakın" tavsiyeleri yokmuş gibi davranmanın insanı ferah hissettiren bir tarafı var. Tartışmaya girmemek de bir tercih olabilecekken, hakikaten tercih kullanıyor gibi davranabilmenin iyi gelen bir tarafı var demek ki.
Ama yine de ortada bir tablo var. Sonuçları geçersiz hale getirilen 7 Haziran 2015 seçiminden, 1 Kasım 2015'teki yenileme seçimine kadar geçen sürede yaşananlarla ilgili soru sorma hakkı var. Haydi bugünü geçelim, bugüne uzanan tablonun taşlarının döşendiği o dönemde yaşanılanlarla ilgili neden "yayın" tercihi kullanılmadığını sorma hakkı var. Ya da kullanılan tercihlerin neden sorgulama yönünde olmadığını…
146 günlük bu dönemde, Suruç ve Ankara'daki IŞİD saldırılarında 136 kişi katledildi, aynı süreçte 167 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Operasyonlarda resmi açıklamalara göre 453 PKK'lı öldürüldü, çatışmalarda 106 sivil yaşamını kaybetti. İki bombalı saldırıda ölenlerle birlikte 242 sivil yaşamını yitirdi. İki seçim arasındaki dönemde hayatını kaybedenlerin sayısı 862'ye ulaştı.
7 Haziran'dan hemen önce, 5 Haziran'da Diyarbakır'da gerçekleştirilen HDP mitingine yönelik IŞİD'in bombalı saldırısında 5 kişi yaşamını yitirdi. 20 Temmuz'da, Suruç'ta, Kobani'deki çocuklara oyuncak taşıyan gençlere yönelik IŞİD tarafından canlı bomba saldırısı düzenlendi. 34 kişi yaşamını yitirdi.
22 Temmuz'da Ceylanpınar'da görevli iki polis, yaşadıkları evde, başlarından vurularak öldürüldü. Failler hâlâ belirsiz, davanın akıbetini merak eden yok. 7 Eylül'de Dağlıca'daki PKK saldırısında 16 asker, bir gün sonra Iğdır'daki PKK saldırısında 13 polis şehit oldu.
8 Eylül'de ülke genelindeki HDP binalarına yönelik saldırılar gerçekleşti.
10 Ekim'de Ankara'daki barış mitingine IŞİD iki canlı bombayla saldırı düzenledi. Ankara Garı önündeki bu saldırıda 102 kişi yaşamını yitirdi.
Kan dökülen süreç seçimin ardından da devam etti. 1 Kasım seçiminden sonra Ocak 2016'da Sultanahmet'te IŞİD yabancı turistlere yönelik saldırı düzenledi. Şubat ayında Ankara Merasim Sokak'ta, TAK, askerlerin servis araçlarına bombalı saldırı düzenledi. Mart ayında da Kızılay'daki otobüs duraklarına yönelik bombalı saldırı gerçekleştirildi. Yine Mart'ta İstiklal Caddesi'nde IŞİD bombalı saldırı yaptı. Bunu Nisan'da Bursa'daki IŞİD saldırısı izledi. 2016'nın son bölümünde "hendek eylemleri ve karşılığında operasyonlar" başlatıldı. Cizre, Sur, Yüksekova başta olmak üzere yerleşim yerlerindeki operasyonlar bir yıla yakın süre devam etti.
Yaygın medya kuruluşlarında çalışan bazı gazetecilerin, bir kez olsun HDP'nin tüm bunlarla ilgili duruşu, tutumu, elde ettiği bilgiler nedir diye merak etmemesi normal midir? Mesleğin ilkeleriyle, ilke de bir yana merak duygusuyla bağdaşır bir tarafı var mıdır?
Elbette yoktur.
Sadece birkaç ayda her programa çağrılan HDP'lilere, bütün programların kapısı kapandı. Sadece programlar değil mesele, açıklamaları bile yok sayıldı. Grup toplantıları yayına değer bulunmadı. Daha birkaç ay önce, tüm partilerin temas ettiği HDP'liler, toplu olarak suçlu sayıldı. Birkaç yılda, partinin operasyon yapılmayan temsilciliği kalmadı. Tutuklama ve gözaltıların sayıları 20 binlere yaklaştı.
6 milyon seçmenin oyunu alan, bu tabloya rağmen barajın üzerinde kalmaya devam eden HDP'lilere seslerini duyurmak için halen ön koşul olarak o tılsımlı soru yöneltiliyor:
"PKK sizce terör örgütü müdür?"
Ağız birliği yapılarak, "evet öyledir" deseler, sanki bütün ekranlar açılacakmış gibi ciddi tavırlar, gizli bir ağı deşifre ediyormuş gibi ciddi duruşlar.
Ve herkesin bildiği sırlar…
HDP'yi sevip sevmemek, destekleyip desteklememek değil mesele. Zira HDP ile de sınırlı değil…
İster ülkücü olun, ister muhafazakâr, ister sağcı, ister solcu, herkesi ilgilendiriyor konu.
Zira 10 Ekim Ankara Katliamı'nda ölenlerin yakınlarına, yaralananlara da kapalı ekranlar. Suruç Katliamı ile ilgili davaya da.
Bir mitinge yapılan cumhuriyet tarihinin en büyük bombalı saldırısının habercisi saldırıdan sonra saldırganla birlikte yakalanan ve sonra serbest bırakılan kişi Brüksel'de bomba mı patlatmış, bununla ilgili de bir haberi göremezsiniz o programlarda.
Ölenlerin mezarlarına yapılan saldırıları da toplu mezarları da işkenceyi de…
Memleketle ilgili en önemli konular, ya çizilen çerçevede konuşuluyor ya hiç konuşulmuyor buralarda.
Yine de eleştirilen o kurumlarda çalışan bazı emekçiler de dahil, bir avuç insan medyanın içinde bulunduğu duruma, bütün bu tabloya rağmen, mesleğini yapmaya çalışıyor. Tanınmaya, alkışlanmaya, bilinmeye zerre aldırmadan, sadece tercih ettiği hayata saygı gereği sürdürüyor çabalamayı. İktidarın ya da muhalefetin sesi değil hiçbiri. Çıkarttıkları ses, kendi sesleri…
Ve mümkün, bu duruş, mesleğini yapmaktan çok, zaten söylenmiş olanları tekrarlayarak alkış almaya odaklanmış geniş bir kesimin hoşuna gitmeyebilir.
Ama yine de küçük de olsa bir tavır bekliyor insan.
Zira derdiniz bir perdeyi indirmek değilse de en azından susmak ve olanı biteni savunmamak bile fena durmayan bir tercih olabilir.