KAHRAMANMARAŞ
Genç bir kadın, toprağın üzerine yerleştirilmiş tahtaya sarılmış, bir yanını ve başını toprağa doğru vermiş, sessizce uzanıyor.
Bilenler bilir, vedalaşamamanın acısı bu. Ölüm kadar keskin bir acı.
Bütün mezar başlarında kaybettiklerinin acısı ile birlikte bu acıyı da yaşayan insanların kokusu var.
Onlarca, yüzlerce, binlerce aynı boyda kesilmiş tahta, toprağın üzerinde.
Her biri bin insan demek.
Düşünün, burada şanslı olmak, o tahtanın üzerinde bir isim yazılı olması anlamına geliyor.
Depremden sonra günlerce enkaz başında bekleyerek yakınlarının cenazesine ulaşabilenler tahtaların üzerine yazmışlar isimlerini.
Bir süre sonra mezarlarını yaptıracaklar.
Yüzlerce mezarda ise bir isim yok. Ada ve parsel numaraları, kime ait olduğu ortaya çıkar umuduyla tahtaya yazılmış bir rakam.
DNA analizleri tutarsa, yakınlarını bulamayanlardan biri defnedildiği öğrenir de analiz yaptırırsa, bir tanık o mezarda yatanın kim olduğunu yakınlarına söylerse onların da mezar taşı olacak.
8 Mart bugün.
Bazı tahtaların üzerinde, orada yatanın kadın olduğunu belirtmek için bağlanmış tülbentler rüzgârda uçuşuyor.
Maraş Kapıçam Şehir Mezarlığı burası.
Buraya gelmemizin nedeni, gün içerisinde Maraş’ta ekip arkadaşım Özgür Zeren ile bana ulaşan, yakınlarını hâlâ bulamadığını söyleyen, yardım isteyen insanlar.
Enkaz başında yakını bulunamadığı için, hastanede yaşamını yitirdiğinde kimse bulunamadığı için isimsiz biçimde defnedilen insanlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığını anlayabilmek umuduyla buradayız.
Yetkililerin söylediği o ki defnedilmeden önce cenazelerin fotoğrafları çekilmiş ve DNA örnekleri alınmış. Defin işlemi daha sonra yapılmış.
Enkazda yakınlarını bulamayanlardan DNA örneği alınarak karşılaştırma yapılıyor.
DNA eşleşmesi sağlanırsa fotoğrafla ölen kişinin teşhisi gerçekleştiriliyor.
Ardından yakınlarına cenazeyi defnedildiği yerden alarak başka yere nakletme hakkı da tanınıyor.
Bunu istemezse cenaze kimliklendiriliyor ve defin edildiği yere ismi yazılıyor.
DNA analizi yaptıran onlarca, yüzlerce insan var deprem kentlerinde. Bir bölümü bu sayede sevdiklerinin cenazelerine kavuşabilmiş. Bir bölümü çaresiz bir bekleyiş içerisinde.
Hastanelere bakmaları, başka kentlere de sormaları tavsiye ediliyor.
“Belki başka kentteki hastaneye nakledilmiştir, belki başka bir mezarlığa defnedilmiştir, belki kendisi, belki cenazesi başka kenttedir.”
“Ya atlanmışsa, o kadar insan öldü” diye yutkunuyor yakını bulamayan insanlardan biri.
“Ya bulamazsak…”
Kayıp, öyle bir duygu ki isim yazılı bir mezar taşı bile teselli anlamına gelebiliyor.
Maraş’ın merkezi dev bir obruk gibi.
Azerbaycan ve Trabzon bulvarlarında yıkılan onlarca binanın molozu taşınmış ancak kalıntılarla kaplı dev bir boşluk oluşmuş kent meydanında.
Bazı noktalarda yapılan kazılardan dolayı derinlik oluşmuş geniş boşlukta.
İnsanlar, bir zamanlar yaşadıkları bu yere gelip bakıyor.
Küçük bir parça eşya kalmış mıdır düşüncesiyle o boşluklara bakıyorlar.
Binlerce, milyonlarca küçük parçanın içinde tanıdık bir eşya, bir küçük teselli bulabilmek kolay değil.
Birbirine karışmış, bir zamanlar sahipleri için belki çok özel anlam taşıyan, birilerinin kaybolmasın diye nereye saklayacağını bilemediği milyonlarca nesne.
Maraş, Antakya’ya oranla biraz daha iyi durumda olsa da görüntü gösteriyor ki ayağa kalkmak burası için de kolay değil.
İnsanların işi yok.
Dükkânlarını kaybedenler ne yapacaklarını düşünüyor kara kara.
Evlerini kaybedenler, kalıcı konutları merak ediyor bir yandan, diğer yandan bu konutlar için ödeme yapıp yapmayacaklarını öğrenmeye çalışıyor.
Biraz olsun süreci bilenler ve yetkililerle teması olanlar, Elazığ ve Van’daki depremzedelere kira öder gibi konut sahibi olma hakkı tanındığını anlatıyor.
“E o kadar yardım bunun için toplanmadı mı?” diye soruyor evlerini kaybedenler.
“Daha belli değil, dur bakalım” diye yanıtlıyor bir başkası.
Ve zaten görüntü o ki evler ne kadar hızlı yapılsa da çadırda, konteynerde geçecek uzunca bir zaman var.
Bunu çok iyi bilen gönüllülerle konuşuyoruz.
“Yardım gelmiyor önceki gibi. Bazen tek çeşit yemekle geçiriyoruz öğünü. Kesintisiz yardım lazım.”
Zaten hemen her kentte bu cümleler tekrarlanıyor.
“Unutulmasın ne olur?”
Akşamlar hâlâ soğuk.
İlçelerde bazı depremzedelerin hasarlı evlere geçip oturdukları haberleri geliyor.
Merkezde de bazı evlerde oturuluyor, uyarılara rağmen.
Çadır kentlerde sobalar yanıyor.
Gündüzleri çadır kentlerin sokaklarında geçiren çocukların sesleri azalıyor.
Maraş’a akşam iniyor.
Bir gün daha geçiyor.
Yas tutmaya bile fırsat bulamayan insanlar yeniden bir hayata kavuşmak için mücadele ediyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |