Türkiye'de kimin devlet ve siyaset tarafından himaye edildiğini görebilmenin basit bir yolu var.
Kimin yargıdan, operasyondan, polisten ya da ülkeden itinayla kaçırıldığına bakın, orada yerleşik bu sistemi göreceksiniz.
Sedat Peker'in iddialarının odağında yer alan, yargıyla ne kadar içli dışlı olduğu ortaya çıkan SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran Korkmaz'ın hikâyesi de formüle uyuyor.
Yargıtay'a 27 Kasım 2020'de üye olarak seçilen, orada bir gün görev yapmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilen eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan, henüz "yüksek atlama" yolculuğu başlamadan, İstanbul Başsavcılığı görevini yürütürken Korkmaz'la ilgili ilginç gelişmeler yaşandı.
İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği'nin kararından takip edelim süreci:
Karara göre, kara para aklama, örgüt kurma, dolandırıcılık suçlamalarıyla soruşturulan Korkmaz hakkında 30 Eylül 2020'de yurt dışına çıkış yasağı kararı verildi. Aynı dönemde, malvarlıklarına el konulması kararı da alındı.
Ancak ne hikmetse Korkmaz hakkındaki operasyon başlatılmadı. Korkmaz, ifadeye bile çağrılmadı.
İstanbul Başsavcılığı, kısa süre sonra Korkmaz'ın malvarlıklarına el konulmasına yönelik kararın kaldırılması için görüş bildirdi. Üstelik başvuru olmadan bu görüşü oluşturdu.
Aynı gün, 6 Kasım'da, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği de tüm tedbir kararlarının kaldırılması kararı verdi.
Başsavcılığın mütalaası doğrultusunda Korkmaz'ın avukatı, İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesi'ne de başvurarak, hakkındaki yurt dışına çıkış yasağının kaldırılmasını istedi. Mahkeme, 17 Kasım'da, yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı. Korkmaz, yasağı kalkar kalmaz yurtdışına gitti. 29 Aralık'ta SBK Holding'e yönelik operasyon başladığında tüm bunlar olup bitmiş, Korkmaz çoktan kaçmıştı.
Osman Kavala'nın, Selahattin Demirtaş'ın bir saat bile dışarıda kalmasına tahammül edemeyen, AİHM kararlarına rağmen haklarında durmadan eski iddialarla yeni dosya oluşturan yargının vardır elbet bir bildiği!
Güncel olarak Korkmaz'ı konuşuyoruz ama bu sistemin tarihi eski. Bir devlet ve siyaset geleneği…
Çiftlik Bank'la yapmadığı dolandırıcılık kalmayan, uyuşturucu ticareti bile yapmayı tasarladığı ortaya çıkan, sistemin patlayacağını görünce, birilerinin "tam zamanı" uyarısıyla kaçan Tosuncuk Mehmet Aydın yakın örneklerden.
Daha yakını Thodex'in kurucusu Faruk Fatih Özer. Özer'e de birilerinin "tam zamanı" diye fısıldadığı konuşuluyor. Yakında detayları ortaya çıkacaktır.
Daha eski, daha kararlı örnekler de var.
İddiaların odağındaki Mehmet Ağar'ın kıyamadığı isimlerden, Bahçelievler katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı misal.
Kırcı için devletin bugüne kadar yaptıkları saymakla bitmez.
Katliamdan sonra, iki yıl rahat rahat gezen Kırcı, 12 Eylül darbesinden sonra cezaevine konuldu. 7 kez idama mahkûm edildi. Ancak 1991'deki Terörle Mücadele Yasası affı sayesinde, asılacağı ya da ömür boyu yatacağı konuşulurken salınıverdi. 7 cinayet, tek cinayet sayılmıştı. Hatalı salıverildiği anlaşıldı ama devletin acelesi yoktu. 1992'de, dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar'ın kıydığı nikahla evlendi.
Başka ülkelerde tersi olur ancak burası Türkiye. 1996'da "yanlışlıkla" yakalandı, karakol "hatasını" anlayınca Kırcı'yı salıverdi. 1999'da yeniden yakalandı. Ancak Yargıtay, bu tip katliamlara ilişkin, "çok cinayet olsa da tek suçtan yatmalı" kararı verince Kırcı da kararı emsal gösterip tahliye oldu. Ukrayna'ya kaçtı. Yargıtay, kararını düzeltti ama Kırcı yine gitmişti. Bir süre sonra Ukrayna'dan getirildi. Ama bu kadar kolay yakalanmasının sırrı da kısa zamanda açığa çıktı.
Yasalarda yapılan değişiklik, kalan cezasını kuşa çevirmişti. 2010'da cezasını bitirdi.
Bütün bu süreçte, bazı gazetecilerin "kahraman" ilan ettiği, çeteci eski devlet görevlileri hep Kırcı'nın yanındaydı. Bazen saklıyorlardı, bazen pasaport buluyorlardı.
Ya da Sivas katliamı dosyası. Devletin neredeyse mağdur ilan ettiği sanıkların ömür boyu süren firariliği…
Katliamın asli faillerinden olan İhsan Çakmak, jandarma istihbarat ekipleri tarafından ancak 4 Mayıs 2007'de yakalanabildi! Çakmak'ın, bu süreçte 3 yıl İstanbul Belediyesi Ulaşım A.Ş'de memur olarak çalıştığı ortaya çıktı. Geçen sürede, Amasya'da askerlik yapmıştı ve 1999'da Sivas'ta evlenmişti. 2000'de ehliyet almıştı ve sonrasında gişe memuru olmuştu.
Firarilerden Muhammet Nuh Kılıç ile Mustafa Dürer, yıllarca arandılar. Kılıç'ın Almanya vatandaşı olduğu sonradan anlaşıldı. Bulunamadılar ve davaları zamanaşımından düştü.
Davanın bir numaralı sanığı Cafer Erçakmak, 18 yıl boyunca firari olarak arandı. Hakkında kırmızı bülten çıkartıldı. Almanya ya da Fransa'da olduğu iddia edildi. Ancak Sivas'ta 2011'de öldüğü ortaya çıktı. Erçakmak, emniyete 500 metre mesafedeki çocuğunun evinde kalp krizi sonucu öldü.
Arananlardan Yılmaz Bağ da Sivas Kangal'da düğün yapmış ve hep Sivas'ta yaşamıştı. Tüm bunlar ölünce ortaya çıtı. Firari sanıklar Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu'nun dosyaları ise 15 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırıldı.
Bir de sürekli şefkat gören Hizbullah var…
2011'de, Yargıtay'ın elindeki dosyayı karara bağlamaması nedeniyle, uzun tutukluluk düzenlemesinden yararlanan Hizbullah'ın lider takımı tahliye edildi ve kayıplara karıştılar. Yargıtay, her şey olup bittikten sonra cinayet, işkence, katliam suçlarıyla ilgili kararını verdi ancak artık sanıklar ortada yoktu.
Hizbullah şefkati bununla bitmedi. Anayasa Mahkemesi'nin, Hizbullah'la ilgisi olmayan bir dosyada verdiği karar emsal gösterilerek, Hizbullah üyeliği suçundan hükümlü 400'e yakın isim tahliye edildi ve büyük çoğunluğu Türkiye dışına çıktı. Nedense, aynı emsal karar çok az sayıda "Sol hükümlüye", nadiren ve göstermelik olarak uygulandı.
JİTEM'cilerden Susurluk tetikçilerine, işkence suçlularından mafyaya kadar liste uzun.
Devlet ve siyaset, şefkat elini bu listedeki isimlerden hiç çekmedi. Üstelik bu isimler üzerinde, "yakalarız" baskısını da sürekli hissettirdi. Sistemden çıkmamaları gerekiyordu.
Tüm bunları, sert bir eleştiri diliyle söyleyen ve söylemekten gazeteciyken de vekilken de vazgeçmeyen Ahmet Şık rahatsız ediyor şimdi birilerini. Öylesine rahatsız ediyor ki mezardan, cinayetten rahatça milyonların önünde söz edebiliyorlar. Tehditler gizli bile değil.
Hiç kaçmayan, haberleriyle, sözleriyle hep meydanda olan Ahmet Şık tehdit edilen.
Bir o örgüt, bir bu örgüt üyeliği ile suçlanan, dön dolaş konuşmalarından, meydanlardaki sözlerinden başka eylemi bulunamayan Ahmet Şık.
Hakikatin peşinde koştuğu için cemaatin, hükümetin, MHP'nin hedefe yerleştirdiği, tüm hayatını kazımalarına rağmen bir şey bulamadıklarından Twitter mesajları, haberleri nedeniyle cezaevine attıkları Ahmet Şık.
Elbette Ahmet Şık tehdit edilecek. Edilmeyenlere bakıldığında, yakalanmayanlara, suçlanmayanlara, yol verilenlere bakıldığında neden tehdit edildiğini anlıyoruz.
Anlamadıkları ve anlamak istemedikleri ise devletin köküne dinamiti Ahmet Şık'ın iki cümlesinin değil, tüm bu "kahraman" ilan edilen, devlet gücü olmadan bir taşı alıp bir yerden bir başka yere koyamayacak yeteneksizlikteki karanlık yüzlerin eylemlerinin ve himaye edilmelerinin koyduğu…