Samandağ, Antakya, Kahramanmaraş
Birkaç gün önce feryatların, yardım çığlıklarının, öfkenin kuşattığı Antakya’nın dar sokakları büyük bir savaşa sahne olmuş, savaşan taraflar ateşkes ilan etmiş ve kenti öylece bırakmış gibi darmadağın.
Birkaç yıl önce Antakya çarşısına yine bir haber nedeniyle geldiğimde, iç çeken esnaf, eskiden Halep’e günübirlik kafa dağıtmak için gidip geldiklerini, o güzelim Halep’ten artık eser kalmadığını söylüyordu.
Komşu kentlerin kaderi.
Savaş görmeyen Antakya da Halep gibi darmadağın ve savaş sonrası terk edilmiş gibi.
Hatay’a yarım saat uzaklıktaki Samandağ’ın üzerinde, bir gün önce yaşanan depremin yaraları taze. T24’ten mesai arkadaşım Özgür Zeren’le ilk durağımız burası.
Daha Samandağ’ın girişinde, yıkımın büyüklüğü hemen anlaşılıyor. Merkeze giden yollardaki binalar sağlı sollu bütünüyle yıkılmış durumda. “Yeni deprem kalanları da yıktı” diyor yaşayanlar.
6 Şubat’taki depremde büyük yara almış polis merkezi, 20 Şubat’taki depremde tamamen teslim olmuş, yerle bir halde. Binalar da aynı.
Merkeze giden birçok cadde ve sokak, ikinci depremde yıkılan binalar nedeniyle tamamen kapanmış. Samandağlılar sokakta. Artık evlere girmeye korkuyorlar.
6 Şubat’tan sonra da çadır gelmemiş ancak bütün riskleri alarak evlere girmişler.
20 Şubat depremi bunu da olanaksız kılmış.
Gördüğümüz kim varsa çadır bulamamaktan yakınıyor.
Ardından yardımların kendilerine gelmediğini, elektriksiz kaldıklarını, zaten unutulduklarını söylüyor alıngan ifadelerle.
“Zaten” diyor birkaçı Samandağ’ın yapısını anımsatarak, “Zaten bunu bekliyorduk.”
Deprem kadar ağır bir cümle bu.
Narenciye bahçelerindeki seraların tamamı insanla dolu. Çadır alamayanlar buralarda uyumayı tercih etmiş.
Arabası olanlar araçlarında.
Ama hiçbirine sahip olmayanlar da var.
Merkezdeki parkta oturan biri, “Çadır istiyoruz, çadır kente gitmemiz söyleniyor. Varsa vermelerini istiyorum yine aynı yanıt. Ben çadır kentte kalamam, hırsızlık var, işler var. Neden çadır kent ısrarı anlamıyorum” diye aktarıyor yaşadıklarını.
Samandağ’la birlikte 20 Şubat’ta yeniden depremle yaralanan Defne’de de durum farklı değil. İnsanlar çadır ve destek istiyor ancak seslerini duyuramıyor.
Antakya’ya dönüyoruz. Yardım için gelenler, AFAD, polis, asker.
Cadde ve sokaklara girildiğinde, deprem sanki yeni olmuş ancak kentte o sırada kimse yokmuş gibi bir görüntü karşılıyor sizi.
Issız, sahipsiz, kimsesiz.
Kahramanmaraş’ta, riskli binaların neredeyse tamamının yıkımı tamamlanmış, eleştirilere rağmen molozlar hızla kaldırılmışken, Antakya’yı depremden sonra geldiği halde bulmak şaşırtıcı.
Kentin ıssızlığı ve görüntüsü güçlü biçimde fısıldıyor.
Bu kentin eski haliyle ayağa kalkabilmesi için samimi bir seferberlik gerekiyor.
Rantiyeye açılmadan, dokusunu koruyarak neredeyse silbaştan yapmak ve insanları da geri getirebilmek zorunlu.
Öyle elde kalem, kahvehane masasında A4 kağıdına çizilerek imar edilecek kentler değiller buralar.
İsteyen, kendi evini, oturma odasını böyle imar edebilir ama bu kentleri etmeye hakkı yok.
Ali İsmail Korkmaz’ın kuzeni İsmail Korkmaz da eşiyle birlikte can verdi Hatay’da. Bir cinayet daha.
Kentten ayrılmayan ve oğlundan sonra, oğluyla birlikte büyüyen kuzeninin ve hamile eşinin acısını yaşayan Ali İsmail’in kahraman annesi Emel Korkmaz’ın dediği gibi:
“Biz bu kenti ayağa kaldıracağız, yapmak zorundayız.”
Antakya’nın ihtiyacı bu samimiyet.
Ya bu şekilde yapılır ya aynısı olmaz, belli.
Ballı ihalelerle, ranta açık projelerle yeniden yapılmak isteniyorsa o kent artık Antakya olmayacak.
Ailelerini korumak için çırpınan ve kayıpları için henüz yas bile tutamayan Antakyalılar’ın tek isteği de aslında bu...
Samimiyet...
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |