İSKENDERUN
Sahil Caddesi’ndeki binalar, Akdeniz’e tam karşıdan bakıyor.
Buradaki evlerin ortalama kira bedeli 20 bin Türk Lirası. Elbette 6 Şubat’tan önce…
Satış fiyatı yarım milyon dolar ila bir milyon dolar arasında değişiyor.
Aslında suyun üzerine yapılmış binalar bunlar.
Deniz taşıyor fırtınalı havalarda, eski yerine akmaya çalışıyor dalgalar. Doldurularak üzerine bina dikilen eski alanına.
Dün öyle bir gündü İskenderun’da.
Depremin yarık ve çatlak içerisinde bıraktığı Sahil Caddesi’ni basan deniz suyu havanın sıcaklığına rağmen bir gün sonra bile tamamen çekilmemişti.
Hummalı bir çalışmayla caddenin bazı noktalarına biriken su temizlenmeye çalışılıyor.
5-6 yıl önce yapılan yüksek binalardan biri arkaya doğru yatmış, yıkılması için çalışma başlatılmış.
Ev sahipleri gelip izliyor çalışmaları, binanın ne zaman tamamen yıkılacağını bekliyor.
Lüks binanın tam karşısındaki dalgakıran ortadan yarılarak ikiye ayrılmış depremde. Bir tarafı tamamen su altında.
Balıkçılar, ilerideki teknelerini kurtarmak için hâlâ yol arıyor.
Çok kolay değil.
Nasıl olmuşsa teknelerin arasında bir TIR da var suya batık halde.
Kayalar, taşlar, deniz…
Evlerin sahiplerine sorduğunuzda, satın almadan önce defalarca depreme dayanıklı olup olmadığını sorduklarını, izinleri kontrol ettiklerini, müteahhide onlarca soru yönelttiklerini söylüyorlar.
Ancak İskenderun’un sahil caddesinin dolgu yapılarak oluşturulduğu, bu nedenle yüksek katlı binaların risk taşıdığı yönündeki iddianın doğruluğuna yönelik ciddi kanıtlar var.
“Bize, doğal dolgu olduğu söylendi, zaman içerisinde deniz geriye doğru çekilmiş… Bize yetkililer bunu söyledi.”
Balıkçılara sorduğunuzda ise yanıt farklı:
“Ne doğal dolgusu. Biz burada balık indirirdik, bu binaların olduğu yerde. Sandalı oraya kadar çekerdik. 80’lerden sonra yavaş yavaş doldurdular burayı. Sonra da imara açtılar.”
Savcılık, geriye doğru araştırıp, kimin hangi imar iznini nasıl verdiğini araştıracaktır elbette! En azından depremzedeler bu umudu taşıyor.
Çay Mahallesi’ndeki çok sayıda eski-yeni bina yıkılmış. Sebebi açık, depreme dayanıksız binaların yapılması, zeminin sıvılaşmış olması.
Yorgun yürüyüşüyle gelip, oradakilere bulamadığı kayıp akrabasını soruyor bir depremzede kadın.
Yaşça büyük.
Sıkça geldiğini söylüyor çevredekiler. Arkada yıkılan üç ayrı apartmanın enkazından çıkmamış aradığı kişi. Ölüsü de yok dirisi de.
Zaten enkaz başlarında en çok onları görüyorsunuz deprem bölgesinde.
Bir umut, ölü ya da diri yakınlarını bulmaya çalışanları.
İskenderun, bir yandan yaralarını sarmaya çalışıyor, bir yandan tamamen yıkılan Antakya’ya üzülüyor.
Savaştan yaralı çıkmış, daha ağır yaralı arkadaşını merak ediyor.
“Tam dört gün, dört koca gün kimse gelmedi buraya. Geldi diyen gelsin yanımızda söylesin” diye sesini yükseltiyor bir kadın.
Yaralı kurtulmuş depremden.
Ölen komşularına üzülüyor.
“Bir fotoğraf olsun çekmediler. Kaç ölüyü alıp götürüp defnettiler öyle yan yana. Yalan diyen gelsin bize anlatsın. Bir fotoğraf çekmediler.”
Fotoğraf çekilenlerin durumu da farklı değil aslında depremin vurduğu kentlerde.
Kimi günlerce enkaz altında yardım bekleyerek hayatını kaybetti, kimi kan kaybından öldü, kimi soğuktan.
Ancak belirlemek mümkün değil.
Zira çok az sayıda kişiye otopsi yapıldı ve binlerce kişi ölü muayenesi bile yapılmadan defnedildi.
Yakınlarının eline “matbu” hazırlanmış bir “ölü muayene ve defin belgesi” verildi.
Bu belgeyle insanların yakınlarının nasıl öldüğünü kanıtlayabilmesi, idarenin kusurunu ortaya koyabilmesi mümkün değil.
O daracık zamanda bu düşünülmüş. Sadece defin belgesi verilmesi yerine imza karşılığında yakınlarının çökme ve enkaz nedeniyle travmaya bağlı öldüğü belgesi verilmiş.
Bu imza alınarak, hukuken de bir güvence alanı yaratılmaya çalışılmış.
O daracık zamanda bunlar düşünülebilmiş.
Yakınlarını idarenin kusuru nedeniyle kaybedenlerin bir de bunun hukuki mücadelesini vermeleri gerekiyor.
Tek suçlu bina, tek suçlu deprem bu belgeye göre.
Ve İskenderun’da da belgeler aynı.
İskenderun’da bazı yıkıntıların yakınında halen asker ve polis nöbet tutuyor.
Savcılık talimatıyla enkazın temizlenmesi yasaklanmış.
Hatay’ın genelinden Antakya’dan farklı bir durum bu.
Kimi hâlâ cenaze olduğunu söylüyor enkazda kimi bir suç delili kimi değerli eşya.
Ancak bir suç kanıtı olduğu kesin enkazda.
Enkazın kendisi.
İşlenen suçların, cinayetlerin kanıtı olarak duruyor Sahil Caddesi’nin ortasında.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |