Günler geçer, mevsimler değişir, yıllar birbirini izler ama onların hikâyeleri hiç değişmez.
Bir gün Türkiye'ye gelen hoca efendilerine ne büyük saygı duyduklarını yazar, hoca efendilerinin yaptıklarını kaleme alanları bozguncu ve hain ilan ederler, ertesi gün tam aksini yazıp, 'hani böyle demiştiniz' diyerek, herkesin adil yargılanma hakkı olduğunu savunanları linç etmeye çalışırlar.
Bir gün organize suç örgütü liderinin masasında yer alırlar, ertesi gün, "vatan-millet adına" sloganlarıyla, "kardeşimden ileri" dedikleri organize suç örgütü liderini satarlar.
Sıfatları gazetecidir ama esaslı bir haberlerini bilen yoktur. İzinle haber yapar, saygılarını sunarak, ne kadar da muazzam gazetecilik yaptıklarını izin aldıkları siyasilere gösterirler.
Devirleri hiç geçmez. Yarın AKP iktidardan düşüp, yerine CHP önderliğinde bir koalisyon hükümeti geldiğinde de değişmez.
Bu ilişkileri tek taraflı değildir zira. CHP'si de AKP'si de diğerleri de her dönem kazanmayı bilen bu insanları hiç geri çevirmez.
Bu insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne örgütlerle iltisaklı sayılırlar ne de yargılanırlar.
Bir de diğerleri var.
Öğretmenlikten ihraç edilen A.A. misal.
OHAL kararnamesiyle, öğretmenlikten ihraç edilen A.A. hakkında, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Her iki kararın gerekçesi aynıydı; Bank Asya'ya para yatırmış olması, Aktif Sen adlı sendikaya üyelik.
Kahramanmaraş Başsavcılığı, uzun bir soruşturma sürecinden sonra, A.A. hakkında takipsizlik kararı verdi. Karar, bir süre sonra kesinleşti.
A.A., aklanmıştı. Yargı, örgütsel bir bağlantısı olmadığına karar vermişti.
Ancak bir de OHAL yargısı vardı.
OHAL Komisyonu, takipsizlik kararı verildikten sonra, A.A.'nın mesleğine dönmek için yaptığı başvuruyu inceledi. Ancak AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin, sicillerine derin biçimde kazınan, "OHAL Komisyonu meşru ve hukukidir" kararlarıyla gücüne güç katan komisyon, kendini yargı kararıyla bağlı saymıyordu.
OHAL Komisyonu, takipsizlik kararına rağmen, A.A.'nın mesleğine dönme talebini geri çevirdi. Gerekçesi, örgütle bağlantısı olmadığına karar verilmiş olsa da irtibat ve iltisakının bulunduğunun anlaşıldığı şeklindeydi.
İnsan haklarını korumakla görevli AYM ve AİHM için önemli tek konu ise iş yüküydü.
Elbette iktidar da yargının iş yükünü gözetecekti. Bu nedenle, OHAL Komisyonu kararlarına karşı hangi mahkemelere itiraz edilebileceği önceden belirlenmiş, o mahkemelere üyeler özene bezene seçilmişti.
Ankara 22. İdare Mahkemesi, A.A.'nın, OHAL Komisyonu kararına karşı açtığı iptal davasına baktı.
Mahkeme, kararında, uzun uzun OHAL Komisyonu'nun yetkilerini ve OHAL kararnamelerinin hukukiliğini anlattı. Öyle ya, hukuk böyle oluşturuluyordu.
Mahkeme, sonuçta, OHAL Komisyonu'nu haklı buldu ve A.A.'nın başvurusunu reddetti.
Mahkemeye göre, takipsizlik kararı verilmiş olabilirdi ama bu komisyonun "irtibat ve iltisak" araştırması yapmasına engel değildi.
Söz konusu öğretmen, Bank Asya'ya, FETÖ liderinin talimat verdiği dönemde para yatırmış, cemaatin sendikasına da üye olmuştu. Bu iki konu, irtibat ve iltisakı kanıtlamaya yeterliydi.
Peki neden 2015'te el konulan Bank Asya'ya, 2013-2015 arasında faaliyetlerini sürdürme izni verilmişti?
Söz konusu sendikanın yeniden kurulmasına nasıl göz yumulmuş ve faaliyetleri engellenmemişti?
Öğretmene, memura aklansa da yaşam hakkı vermeyenler, nasıl olmuş da darbeyi planlayan ve gerçekleştiren en önemli isimleri ellerinden kaçırmıştı?
Bu konularda önem almayan yetkililer hakkında bir işlem yapılmış mıydı?
Bu soruların yanıtlarının önemi yok. Mahkeme, devletin sorumluluklarını bir tarafa bırakarak, "iltisak ve irtibatın bulunduğuna" karar vermişti.
Mahkemeye göre, hak arama yollarının kapatılması da söz konusu değildi. Evet, OHAL kararnameleri ve ihraç listeleri savunma alınmadan düzenleniyordu. Ama mahkemeye göre zaten böyle olmalıydı zira olağanüstü bir dönem ve bu nedenle yapılan işlemler söz konusuydu. Hem, komisyona başvuru ve komisyon kararına itiraz hakkı vardı ya, başka ne olsun isteniyordu.
Mahkeme, tüm bu gerekçelerle başvuruyu reddetti ve kapıyı kapattı.
A.A.'nın hatası, binlerce insanın hatasıyla aynıydı. Yargıya ulaşmak yerine birilerine ulaşsa, masrafını ödese ya da tatlı dille gönül alsa, aslında irtibat da iltisak da unutulacaktı.
"Gazeteci" sıfatını kullanan Süleyman Özışık, mekanizmanın nasıl yürüdüğünü anlatıyor zaten açıkça:
"Ben gerek Süleyman Soylu'ya, gerek OHAL işlemleri komisyonuna, gerek diğer mercilere masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. Dedim ki 'Bu insanlar eğer masum çıkmazsa hesabını benden sorun'. Araştırmalar yapıldı, hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı ve hepsi görevlerine iade edildi."
Süleyman Özışık götürüyor, Süleyman Soylu onaylıyor…
"Süleyman hep başbakan, başbakan hep Süleyman."
Elbette bunlarla sınırlı değil.
Bir de daha büyük bir FETÖ borsası var. İş insanlarına yönelen, kendini "kahraman" ilan edenlerin yönettiği bir borsa.
Burada, A.A.'nın ve benzerlerinin hiç bir arada görmediği ve göremeyeceği paralar konuşuluyor:
"Şu kadar verirsen, ismini dosyadan çıkartırız. Operasyon yemezsin."
Bu dosyalardan biri İzmir'deydi.
Ve nasıl olmuşsa, çetenin içindeki isimlerden biri itirafçı olmuş, borsayı anlatmaya başlamıştı.
Konuşmaya başlayan eski AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtuluş'tu. Elektronik kelepçe takılarak, ev hapsinde tutulan Kurtuluş, 30 Mayıs 2019'da, polis kıyafetiyle evine gelen Yener Toğa tarafından öldürüldü. Bu dava, geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Toğa, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Azmettirici Serkan Kurtuluş ise çoktan kaçmıştı. Arjantin'de başka bir suçtan tutuklandı ve Türkiye'ye iade edilmedi.
Cinayet olmasa ortaya neler dökülecekti, hepsi sır…
Daha ne borsalar, o borsalardan zengin olan ne "kahramanlar" var.
Ortak özellikleri, memleket biraz olsun güzelleşsin diye hakikati açıktan konuşanları hain ilan etmek olan kahramanlar!
Sistemli olarak haberlere erişim engeli getirme gücü olan kahramanlar!
Nedense, darbeyi yapıp kaçanlara, darbeden önce haklarında soruşturma varken sessiz sedasız memleketi terk edenlere gücü yetmeyen kahramanlar!
OHAL Komisyonu, Anayasa Mahkemesi'nin haklarının ihlal edildiğine karar verdiği Barış Akademisyenleri'nin dosyalarını, kararın üzerinden iki yıl geçmesine rağmen bekletiyor.
Beş yıldır, takipsizlik ve beraat kararlarına rağmen başvuruları bekletilen yüzlerce insan var.
Takipsizlik ve beraat kararlarına rağmen mesleğine dönemeyen binlerce insan var.
Gerekçe: Devlete olan sadakat yükümlülüğü.
Oysa vatan, millet, bayrak, şehit diye slogan atsalar, iki beste yapsalar, televizyonlarda aşka her yapılanı savunsalar, o paravanın arkasında istedikleri gibi yaşayabilirlerdi.
Mafyayla, cemaatle, tarikatlarla, çetelerle iş tutup, iki gün sonra çark edebilirlerdi.
Yapmadılar…
Oysa ne kolaydı öyle yapsalar hayat ve ne kadar kolaydı devlete sadakat…
*Fikret Kızılok'un Süleyman Demirel için yazdığı şarkı…