RTÜK, Erzurum'da bir Kuran kursunda çocuklara tecavüz iddiası sonrası açılan davayı haberleştiren Halk TV, KRT ve TELE 1'e para cezası verdi önceki gün. Diyanet İşleri Başkanlığı, kanalları RTÜK'e bildirmiş. Çocukları kimin koruyacağı belli değil.
Siirt'te yine Diyanet'e bağlı yatılı Kuran kursunda, kentin en büyük ve en güçlü tarikatının liderinin oğlu, istismardan tutuklandı aylar önce. Tutuklanmasından sadece 12 saat sonra iddianame hazırlandı, kısa süre sonra gizlice ara celse yapılıp tahliye edildi. Çocuğun geçen kısa sürede ve nasıl mümkün olabildiği anlaşılmaz biçimde ifade değiştirdiği sonradan anlaşıldı. Öylece kaldı dosya.
Muş'ta geçen yıl tuvaletin kapı koluna asılı halde bulunan çocuğun dosyası için gizlilik kararı verildi, bir daha dosyadan haber alınamadı.
Elazığ'da ailesi tarafından kalmaya zorlandığı cemaat yurdundaki baskılardan bunalarak intihar eden Enes Kara'nın dosyası da kapatıldı.
Dört bir yandan intihar eden çocukların, istismara uğrayan çocukların haberleri geliyor ama nedense birileri rahatsız olmasın, birileri kötülenmesin, birilerinin düzeni asla bozulmasın diye susuyor sorumlular.
Bütün bunların eğitim görmeyi, bir geleceğinin olmasını cemaat yurtlarında, yatılı kurslarda kalmaya bağlayan bir sistem yaratılmasından kaynaklandığını da görmelerine rağmen susuyorlar.
Nasıl giyindikleri, dilleri, neye nasıl inandıkları sorun değil…
Ama ülkede üç beş kişi bir araya gelip usulsüz rektör atamalarını, İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasını, zamları, kadın cinayetlerini protesto etmek istediklerinde gazlarla, coplarla karşılaşıyorken, dayanışma amacıyla bir araya gelen insanlar örgüt suçlarından tutuklanıyorken, bazı kentlerde sınırsız eylem yasağı kararları alınıyorken, tarikatların, cemaatlerin sonsuz biçimde desteklenmesi, devlet kadrolarının yolunun buralardan geçmesi, yurtların onların kontrolüne verilmesi sınırsız eylem özgürlüğüne sahip olmaları sorun elbette…
İntihar ve istismar haberleri gelmeye devam ediyor.
Görüntü eskidi ama tartışma eskimez.
İş çıkışı, arkadaşlarıyla iki kadeh içmeye çıkan insanların yanına şefkat dolu bir dille yanaşarak, içkinin haram olduğunu söyleyen, insanları hak yoluna davet eden çeşitli "tebliğci" gruplar, bütün bunlar yaşanırken faaliyetlerini aralıksız sürdürüyor.
İtiraz geldiğinde, misyonerlerin de dinlerini yaymak için bu yolu kullandıklarını, tebliğ hakkının dinden kaynaklandığını söylüyorlar.
Dahası birileri özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik itirazların seçim sonuçlarını etkilemesinden de ürkerek anlaşılması gerekenlerin onlar olduğunu söylüyor…
Bu necip Anadolu irfanını anlamak zorunluluğu hiç değişmez.
Nedense bir tek bu kesimler tahrik olur, nedense bu kesimler inançlarına saygılı davranılmasını isterken başkalarına kural dayatma hakkını kendinde bulur, nedense bir tek bu insanlar saygı talebini şiddetle gösterir.
Uygarlık tarihi boyunca hak ve özgürlüklerin alanı azınlıkta kalanın hakları ve özgürlükleri ölçü alınarak genişletilmiştir ama nedense alabildiğine kalabalık bu toplam hep mağdur ve alacaklıdır.
Lokanta kapatırken, su sebillerinin ağzını bantlarken, okullarda çocukların yemek yemesini yasaklarken de böyledir, Ramazan'da sigara içeni döverken, kendinden farklı düşünenleri linç etmek isterken, evlere baskın yaparken de…
Bir de bu durumun mevcut iktidarla başladığını sananlar var.
Bu iktidar döneminde elbette daha rahat elleri ama böyle başlamadı… Büyük kentlerdeki bazı üniversitelerin ve Anadolu kentlerindeki neredeyse tüm üniversitelerin kantinlerinde belli gruplara tahsis edilmiş masalar ezelden bu yana var.
Kent yaşamında ezelden bu yana sokakta o sosyal baskıyı iliklerine kadar hissediyor insanlar.
Ve yine bütün bunlara rağmen düşünce ve inançları yayma hakkının temel bir hak olduğu söylenerek, tebliğcilerin yaptıkları savunulabilir.
Ama o vakit, başka din mensuplarının da dinsizlerin de ateistlerin de ağaca, kuşa, ormana tapanların da aynı hakkının bulunduğunun kabulü gerekir.
Üstelik de en can alıcı noktada propaganda yapabilmeleri ve tebliğde bulunabilmeleri için güvence sağlanması gerekir insanlara.
Sendikacıların, siyasi partilerin propaganda yapamadığı, düşüncelerini aktaramadığı bir ortamda bu özgürlüğün sadece tarikatlara ait olduğu düşünülüyorsa da büyük bir sorun vardır.
Ama bütün bu tartışmaların ötesinde madem bütün itirazlara rağmen bu büyük özgürlük alanına sahipler, devlet kadrolarına, yurtlara, parklara, bahçelere sahipler, iki çift yanıt istemek de gerekir tebliğcilerden.
İçkinin haram olduğunu söylemeden önce, eğitimci denilerek çocukların emanet edildiği, dört bir yandan haberleri gelen bu istismarcılara, dayakçılara, baskıcılara iki çift sözlerinin olması gerekmez mi?
Bir kez olsun kendilerine dönüp, nerede yanlış yaptıklarını sormaları, bu gençlerin neden bütün araştırmalarda arzuladıklarının tam aksi yöne doğru gittiklerini sorgulamaları gerekmez mi?
İçten bir aşkla bütün bu değerlere saygı duyduğunu söyleyen gençlerin gizli gizli farklı hayatlar yaşamaya çalışmalarının sebeplerini araştırmaları gerekmez mi?
Öyle rutin toplantılar, dayatılan eğitimler değil kastedilen…
Bir kez olsun karşı tarafta değil istismara uğrayan çocukların yanında durmaları gerekmez mi bunca faziletten, değerden söz eden insanların.
Kendilerince "iyi" sandıkları eylemlerin yarattığı duygu adaletsizlik ve baskı hissinden başka bir şey değil…
Ve bunları yapmaları da elbette mümkün değil.
Ve hiçbir şey eşit ve adil de değil.