Bazı konular var ki ne anlatırsanız anlatın, ne yaşanılırsa yaşansın, öyle bir göz atılıp geçiliyor.
Hemen her konuda itiraz edebilenler, her konuda mühim fikrini beyan edenlerin büyük bir bölümü bile iki cümle olsun etmek istemiyor.
Bazı konular var ki ne yaparsanız yapın, dikkati o yöne çekmeyi başaramıyorsunuz.
Ülkesini savaş, baskı, tehdit ya da hadi daha da basit bir gerekçe olsun, sadece farklı bir hayatı düşlediği için terk edip, yeni bir ülkeye adım atanlara yönelik bakış malum…
"Orada kalıp savaşsalardı", "burada ne işleri var", "bütün paramızı onlar yedi" ile başlayan, farklı bir sözü ve cümleyi katiyen dinlemeyen çok büyük bir kalabalık var. O kalabalık sadece iktidar yanlılarından oluşmuyor üstelik. Muhalefeti destekleyenlerin önemli bir bölümü, muhalefeti o insanlar üzerinden yapıyor. Hiç beklemediğiniz insanlar, sadece "ne işleri var burada" cümlesinden ibaret cümleler kuruyor.
İşte o kalabalığın uğultusu, yaşananların üzerinin kolayca örtülebilmesine, bir başına başka bir ülkede yaşam mücadelesi verenlerin ne yaşarlarsa yaşasınlar seslerini çıkartamamasına yol açıyor.
Neyse ki dünyanın sadece insana da değil, tüm canlılara ait olduğunu, yaşayan her canlının özgürlük hakkı bulunduğunu düşünenler, ayrım gözetmeksizin her canlının temel hakları olduğuna yürekten inananlar da var.
Van’da geçtiğimiz Temmuz ayında yaşananları, sosyal medyayı takip edenler, bir biçimde duymuştur.
İran’dan, gördüğü baskı nedeniyle kaçan, yasadışı yollardan Türkiye’ye gelen Z.N.’nin yakalandıktan sonra gözetim altında tutulduğu Van Kurubaş Geri Gönderme Merkezi’nde yaşadıklarını…
Z.N., merkezin, erkek güvenlik görevlilerinin girmesinin yasak olduğu, kadınların tutulduğu bölümündeki tek kişilik odalardan birine alındıktan sonra iki güvenlik görevlisinin cinsel saldırısına uğradı.
Korkudan sesini bile çıkartamayan Z.N., tercümanla konuşma fırsatı bulduğu ilk anda, iki kez tecavüze uğradığını anlattı. Beyanları kayıt altına alındı, savcılığa gönderildi.
Yapılan inceleme sonucunda, güvenlik görevlilerinin odaya yasak olmasına ve acil bir durum bulunmamasına rağmen girdikleri kamera kayıtlarından saptandı.
Detaylı araştırma sonunda ise iki güvenlik görevlisinden birinin DNA kalıntıları ile Z.N.’nin çamaşırındaki kalıntıların uyumlu olduğu görüldü. Z.N.’nin beyanları tutarlıydı. Savcılık, "nitelikli cinsel saldırı" suçundan iki güvenlik görevlisi hakkında dava açtı. Güvenlik görevlileri, Z.N.’nin olay çıkarttığını, saçlarını yolduğunu, kendine zarar vermeye çalıştığını anlatarak kendilerini savundu ancak kamera görüntüleri ikisini de yalanlıyordu. İki isim de tutuklandı.
Ancak bir sorun vardı.
Z.N., iddiaları ile ilgili bu işlemler yapılırken "ortadan kaybolmuştu"!
Van Barosu’nun, olayla ilgilenen gönüllü avukatları, soruşturmanın başlatıldığı dönem, ifade verirken Z.N.’ye eşlik eden avukatlar, genç kadına ulaşamıyordu.
Sordukları makamlardan bilgi de alamıyorlardı. Yaşadıklarının etkisiyle ülkesine geri dönmüş olabileceği yönünde kanaat oluştu. Daha doğrusu bu kanaatin oluşması sağlandı.
Z.N., ortada yoktu ancak dava görülecekti.
İlk duruşma, geçtiğimiz Perşembe günü Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşma öncesinde avukatlar hayrete düştü.
Z.N., gözetim altında adliyenin bekleme bölümünde bekletiliyordu, gitmemişti, kaçmamıştı.
Kısa sürede, Z.N.’nin aylardır, tecavüze uğradığı merkezde, idari gözetim altında tutulduğu, travma yaşamış olmasına rağmen bir sağlık kurumuna ya da bir başka kuruma nakledilmediği, suçluymuş gibi, kimseye bilgi verilmeden merkezde bir başına tutulmaya zorlandığı açığa çıktı.
Van Barosu davaya katılmak istiyordu.
Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi, bu talebi reddetti. Duruşmaya, baronun "talep üzerine" atadığı avukattan başka avukatın girmesine izin verilmedi. Salona basın mensupları, STK temsilcileri de alınmadı.
Mahkeme, salgın koşullarını gerekçe göstererek bu kararı aldı.
Ancak salona silahlı bir düzine polis getirildi, Geri Gönderme Merkezi’nin görevlileriyle birlikte hepsi salonda bekledi.
Avukatlar, bu duruma itiraz ederek, bir tecavüz mağdurunun, bu kadar erkek arasında nasıl kendini anlatabileceğini söyledi ama sonuç değişmedi.
Mahkeme, salonun kapısını kilitleterek, duruşmayı gerçekleştirdi.
Duruşma sonunda, cezaevinden SEGBİS ile ifade veren iki güvenlik görevlisinin tutukluluk halinin devamına, merkezdeki diğer görevlilerinin tanık olarak dinlenilmesine karar verildi.
Mahkeme, avukatın talebi üzerine Z.N.’nin bir başka yere nakli için aile mahkemesine de yazı gönderdi.
Aylardır harekete geçmeyen Göç İdaresi, Z.N.’nin sığınmaevine alınması için avukatıyla duruşmadan sonra temas kurabildi. Avukatlar seslerini çıkartmasa, davanın takibi yapılmasa, aslında iltica etmek isteyen Z.N., sessiz sedasız geri gönderilecek, geri gönderilene kadar da tecavüze uğradığı merkezde tutulmaya devam edilecekti.
Nereden mi biliyoruz?
Aynı göç idaresinin haftalar önce gönderdiği yazıdan…
İl Göç İdaresi Müdürlüğü, Z.N., iki ayrı kişinin tecavüzüne uğradıktan iki ay sonra, Van Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir yazı gönderdi.
Yazıda, Z.N.’nin, "kurum düzenini bozduğu, kurum personelinin işini zora soktuğu, kendine zarar vermeye çalıştığı" belirtildi, sınır dışı etme gereğinin doğduğu kaydedildi. Soruşturmanın akıbeti sorularak, ne yapılabileceğinin bildirilmesi talep edildi.
Göç İdaresi Müdürlüğü’nden gönderilen ikinci yazıda ise Z.N.’nin ülkesine dönmek istediği iddia edilerek, gönderilip gönderilemeyeceği konusunda yeniden görüş istenildi.
Oysa bu da doğru değildi, tecavüz mağduru kadının düzeni bozduğunun doğru olmadığı gibi. Z.N., duruşma öncesinde, ülkesine dönmek istemediğini, orada yaşayabileceği sıkıntıları açıkça konuştuğu kişilere anlattı.
Z.N., kısık bir sesle de olsa, Geri Gönderme Merkezi’nde tutulup, ses çıkartabilen kadınlardan.
Başkaca ne olup bittiğini kimse bilmiyor…
Mesele, "misafirperverlik", "ülkemize yakışmadı" gibi klişelerden de mühim.
İşlenen bu insanlık suçlarına karşı hangi görüşü savunursanız savunun topluca hareket etmek, mağdurların ve isyan eden kadınların yanında güçlü bir sesle yer almak gerekiyor.
Ve maalesef kafasını kuma gömüp, bir şey olmamış gibi yapanlar yetkisiz insanlarla sınırlı değil.
Bir de Birleşmiş Milletler’in, BM ile alakalı kurumların durumu var.
BM, ne zaman bu tip insanlık suçu işlense, son ana kadar kafasını kuma gömerek bekliyor.
"Ağzımızın tadı kaçmasın, ilgili devletle ters düşmeyelim" anlayışı bütün dünyaya hakim ne de olsa…
Oysa ki o devletin de BM’nin de tam aksine bu suçların üzerine kararlılıkla gitmesi gerekiyor.
Zira, devlet de BM de sadece bunun için var.
Aksi takdirde zaten insanlar, bir biçimde ve "bir düzen" içerisinde yaşıyor.