Hayatta herkesin, ölesiye sıkıldığını sandığı zamanları, çok mutsuz olduğunu düşündüğü günleri, hayatın hep aynı akışta ve aynı şekilde geçtiğini söyleyerek dertlendiği mevsimleri özleyeceği bir an gelir.
Yanı başındakini değil dışarıdakini önemsediği, dışarıdan nasıl gözüktüğünü dert ettiği, dayanışmayı, paylaşmayı değil sadece öyle görünebilmeyi mühim saydığı o zamanlardan çok sonra, neyin gerçekten mühim olduğunu anladığı bir an.
Telafisiz gözüken bu zamanlardan sonra durduğu köşe iki yola çıkartır insanı.
Pişmanlık mı duyuyorsun, hakikati mi istiyorsun?
Pişmanlıkla, yüzleşmek arasındaki büyük mesafeyle ilgili kararını tam o sırada vermen gerekir.
Durup bir köşede sadece kaçırdıklarına sahte bir üzüntüyle veda mı edeceksin, gerçekten harekete geçip artık onarıp, değiştirecek misin?
Zira değiştirici bir iraden yoksa yüzleşmek ve hatta pişmanlık bile nafiledir.
Ve elbette tam da hayatın rutinini bile özlediği o hakikat sınırına gelip zerre değişmeyenler de vardır. Ama zaten onlar dünyada ilelebet kalacaklarını zannedenlerdir.
Bir kişinin, bir toplumun, bir iktidarın karakterini felaket anlarındaki duruşu, ötekine bakışı, zulümle mücadelesi, güçlüyle güçsüz arasındaki meseleye yaklaşımı belirler.
"Eğer yüksek, sağlam bir duvar ve ona çarpıp dağılan bir yumurta varsa; duvar ne kadar haklı, yumurta ne kadar haksız olursa olsun, hep yumurtanın yanında yer alacağım" diyen Murakami’nin işaret ettiği gibi.
Olay anındaki haklılık-haksızlık bir yana… Tarihsel olarak haksızlığa uğrayanı tanımak için çok da fazla düşünmeye gerek yok.
Türkiye, resmi açıklamalara göre, Koronavirüs ile tanışalı henüz çok kısa bir süre oldu. Vaka ve ölüm sayısı artışı endişe verici düzeyde…
Gelen diğer haberler de öyle…
* Aynı iş yerinde çalışan çift, eşzamanlı olarak ücretsiz izne çıkartıldı. İşveren tarafından isteyenin işten ayrılabileceği duyuruldu.
* Aynı anda ücretsiz izne çıkartılan anne ve baba, gelirleri olmadığı ve ihtiyaç duymadıkları için evinin geçimini bakıcılıkla sağlayan kadının işine son vermek zorunda kaldı.
* Oyuncular başta olmak üzere sanat emekçileri setlere ara verilmesini isterken, setlerde gündelik olarak çalışanlar başka bir gelirlerinin bulunmadığını belirterek, önlem alınmasını talep etti.
* Küçük işletmelerin sahipleri, mecburi olarak iş yerlerini kapatırken, izin verdikleri çalışanlarına maaş ödemesi yapmaları durumunda iflas edeceklerini ancak ödeme yapacaklarını duyurdu.
* İnşaat işçileri bir yandan çalışma koşullarının güvencesiz olduğunu belirtirken, diğer yandan çalışmamaları durumunda evlerine ekmek götüremeyeceklerini söyledi.
Haber başlıkları uzayıp gidiyor. Sıra seslerini duyurma şansı olmayan sokak satıcılarına, gündelikçilere gelmiyor bile.
Nadiren görülen olumlu haberler bir tarafa, çekingen haberlere konu olan zenginlerin uygulamaları var diğer yanda:
* Olası bir kriz riskine karşı dev fabrika ödemeleri durdurdu.
* Dev firma, çalışanlarına "ya ücretsiz izin ya yıllık izinden kullanım" şartı getirdi.
* Dev süpermarket, çalışanlarına izin vermeyeceğini, normal çalışma koşullarının süreceğini bildirdi.
* AVM’lerin çalışma saatleri değişince, bazı AVM’lerde çalışanlara, "eksik saatler toplam mesaiden düşülecek" uyarısında bulunuldu.
Neoliberalizmin yaldızları birer birer dökülse de şirketler çöktüğünde, hastaneler kamulaştırıldığında ardından sosyalizm gelmeyecek elbette. Dünyanın dört yanında geleneğine sıkı sıkıya bağlı devletler, daha da ceberrut bir yönetim tarzı için hazır bekliyor. Zira bir hayalet, hala ve sürekli olarak devletleri de şirketleri de rahatsız ediyor.
Ama bütün bunlar olup biterken, en azından "kıskandığımız" ülkelerdeki bazı tedbirlerin neden burada ve şimdi uygulanmadığını sormak hakkımız.
* Neden şirketlere "çalışanları çıkartmayacaksınız, sıkıntıya düşülürse tedbir alınacak" denilmiyor.
* Neden şirketlere ücretsiz izne çıkartma yasağı getirilmiyor?
* Devlet, sosyal adaleti sağlamak adına, gündelik işlerde çalışan ve bu dönemde para kazanma şansı bulunmayanlara yönelik neden ayrı bir paket hazırlamıyor?
* Küçük esnafın iflasını engellemeye yönelik tedbirler neden alınmıyor?
* Bütçe yeterli değilse, devlet bütçesinden katrilyonlar kazananlara neden destek zorunluluğu getirilmiyor?
* Faturalar, küçük krediler neden ertelenmiyor?
Biraz daha az, bugün olduğundan çok daha az kazansalar dahi ailelerine yüzyıllar boyu yetecek parası bulunanlar, hâlâ, gelirlerini korumak adına, kendileri için adım atılmasını bekliyor.
Ve insanlar da ısrarla, düşük konut kredisi ile ev almak şöyle dursun, tam da bin yıldır ezberlenen "birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günün" bugünler olduğunu…
Tüm bunları sorarken ve bu sorularda ısrarcı olurken, bir yandan da dayanışma ağları kurarak, o ağları büyüterek hep birlikte ayakta kalmayı denemek mümkün.
"Apartmanımdaki ihtiyaç sahipleri için alışveriş yapabilirim" demek de o dayanışmanın parçası, küçük ağlarda ortak bütçeler oluşturarak, gündelik işlerle hayatını sürdürme olanağını kaybeden, hiç geliri bulunmayan, işsiz kalan, evine ekmek götüremeyenlere destek vermek de…
Bütün yaşananlar sonlandıktan sonra herkesin biraz daha farklılaşması olası…
Nasıl farklılaşacağımızı tam da bu anda olup bitenler belirleyecek.
Kimi, zaten gittiği, ölüme yaklaştığı sırada bile değiştirmeyi aklından geçirmediği o karanlık tarafa doğru koşmaya başlayacak, kimi, yaptıklarını, yaşadıklarını, hayatını tarttıktan sonra gördüğü yöne doğru kararlı ve ağır ağır yürümeye.
"…ne kırlarda direnen çiçekler, ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek… Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…"