Süreyya Su, T24 Haftalık'ta geçen hafta kaleme aldığı yazısında, bir sanat eleştirmeninin (internette gezinen bir videoda dile getirdiği) çağdaş sanat eleştirisine itiraz etti. Su'nun itirazı, genel olarak, anlaşılır olmanın sanatı tanımlamada temel bir ölçüt olarak koyulmasına... Çünkü söz konusu eleştirmen, "sanat, herkesin anlayabilmesi için bir açıklamaya ihtiyaç duymayandır" diyor. Ve ona göre çağdaş sanat hiç de anlaşılır değil.
Bu yüzden, çağdaş sanatı seven biri olan Su, "Sanat illa anlamlı olmak zorunda değildir" diye yazmış. Su'ya göre, sanatın tanımına "herkes tarafından anlaşılabilir olma"yı katarsak, "elimizde kitsch'ten başka bir şey kalmaz"; anlaşılır olma ölçüsü sadece "popüler olanı, dolayısıyla sıradanı olumlamaya" yarar.
Bir sanat ölçüsü olarak anlaşılır olmak ya da olmamak, eskimeyen bir tartışmadır. Aslına bakarsanız çoktan kapanmış olması gerekirdi. En azından, gerçeküstücü akımların büyük bir hızla yaygınlaştığı geçen yüzyıl başında kesin bir çözüme kavuşabilirdi.
Ama olmadı. O yüzden, böyle ara ara bir şekilde ortaya çıkıp kendini hatırlatıyor bu tartışma.
Anlaşılır olmak ya da olmamak, bir sanat ölçüsü olamaz.
"Sanat anlaşılır olmalıdır" ya da "anlaşılırsa kitsch olur" tartışmasının tarafları, aynen "sanatta içerik esastır diyenler" ile "biçimi önemseyenler" gibi, elbirliğiyle sanatı yıllardır güdük bir tartışmanın içine hapseden işbirlikçi rakiplerdir.
Modern tarihin her döneminde görev başında olan bu işbirlikçi rakiplere karşı Tarkovski, sinema sanatının o büyük ustası Tarkovski, "Sanatçı ‘anlaşılır' olma peşinde koşmayı düşünemez, bu en az ‘anlaşılmaz' olmayı istemek kadar saçmadır" demişti.
Ama Su, bir yapıtın "tam da anlamı kapalı ve belirsiz olduğunda" sanatsal işlevini yerine getireceğini iddia ediyor.
Ben, Tarkovski'den yanayım.
Su, şöyle yazıyor: "Sanat her zaman açıklamaya ihtiyaç duyar; modern sanat da klasik sanat da avangard sanat da soyut sanat da… Sanat tarihi ve sanat kuramı bunun için vardır."
Sanat tarihine ve kuramına ihtiyaç duyan anlamak fiili, sanatçının iç dünyasını anlamaktır, yapıtı üzerinde etkili olan güçlerin neler olduğunu anlamaktır. Böylelikle de o yapıtın sanat kuramı ve/veya sanat tarihindeki yerini tayin etmektir. Bunun dışında, sanat yapıtı, Eco'nun betimlediği gibi, açık yapıttır, herkes kendine göre anlar.
Yani, "gerçek sanat kendisini açıklayan aracıya ihtiyaç duymaz" sözü, Su'nun iddia ettiğinin aksine, bir "çarpıtma" değildir, hakikattir.
Sanatın işlevi, anlaşılır olmak ya da olmamak değil, gerçekliğin dürüst bir imgesi olabilmektir.
Brecht, çağdaş romanlar hakkındaki bir yazısında edebiyat için söylüyordu bunu. "Geniş kesimlerin çıkarı" diyordu, "edebiyatta hayatın dürüst bir imgesini bulmaktır." Sanatın genelinde de öyle. Genel olarak sanatta da insanların çıkarı, onda "hayatın dürüst bir imgesini" bulmalarıdır.
Gelgelelim Su'nun savunduğu güncel sanatın içinde bulunduğu eğilimler, bugün belki de en büyük kayba burada yol açıyor.
Bugün, modernizm karşıtı eğilimlerin etkisiyle, sanatın toplumsal yörüngesi "anlaşılır" denilen formlardan uzaklaşmayı salık veriyor, sanatçıyı ve sanat severi buna özendiriyor. Sanatsal üretimde "şok edici kavramsallık"tan, "soyut avangardizm"e kadar uzanan liste böyle ortaya çıkıyor. Listeye giren sanatsal faaliyetlerin bütün anlamı, "sürüden ayrılığa" dair imajlarıdır. Bugün çoğu bu gayeyle ortaya çıkarılmış çağdaş sanat eserleri, izleyicisini ayrıcalıklı bir estetik deneyime ilgi gösterdiği ve bundan haz duyduğuna inandırmak suretiyle, onda seçkin bir sanat zevkine sahip olduğu sanısını uyandırmaktan başka bir işe yaramıyor gibi.
Sonuçta -bütün protestosu, itirazı ve çılgınlığına rağmen- çağdaş sanattaki şok edici çıkışlar sadece ayrıcalığın tartışılmaz simgelerinden biri olarak alınıp satılabilen binlerce basit şeyden herhangi birine dönüşüyor. Tıpkı diğer uçtaki popüler ürünler gibi.
Meselenin bir yönü de zaten bu: Popüler olan!..
Anlaşılır olma ölçüsünün sadece popüler olanı, dolayısıyla sıradanı olumlamaya yarayacağını düşünmek, popüler kültüre ilişkin paranoid bir bilgilenme biçimidir. Bu tür bir bilgi sadece sahibinin seçkinliğine kolay yoldan edinilmiş bir huzur bahşeder, ama içinde yaşadığı toplumun insanlık durumunu algılamasına yetmez.
Bugünlerde yeni filmi nedeniyle sıkça konuştuğumuz Cem Yılmaz, bunun güzel bir örneğidir.
Cem Yılmaz'ı magazinin gürültü patırtısının ve kaba ahlâkçılığın yaydığı husumetin uzağında, yalnızca anlamaya istekli bir sükûnetle ele almak, emin olun gerçeklik karşısında son derece dürüst bir şeyin kıymetini bilmeye götürecektir sizi.
Cem Yılmaz, yaşadığı toplumu sancısız izleyen biri değil. İyi insana karşı adil olmayan bir dünyayı, yani doğrudan insanlık durumumuzu hicvettiği çok açık.
Komedisinde belki kavramsal bir çerçeve içine alınıp "İşte bunu yapıyorum!" diye belli bir iddia ve özel bir vurguyla ortaya çıkmıyor bu. Ama içinden Cem Yılmaz'ın renkli komedisinin çıktığı zaman ve zemin, yoksulluğun, yalanın ve baskının olduğu zaman ve zeminden farklı değil. Hayata düşman kalıplarla bakmayan ele avuca gelmez neşesi, o renkli komedi, kesinlikle, içinden çıktığı zaman ve zeminin çürük yanlarına acı bir gülüştür.
Sanatın, "seçkinler için" olmakla "eğlencelik" olmak dışında başka bir seçeneği var ve buna da ancak gerçekliğin dürüst bir imgesi olabilmekle erişebilir.
Bugün sanatı mesele etmenin anlamlı momenti, bu imkânı konuşmak olabilir. Bunun dışında, anlaşılır olup olmamayı konuşmanın bir anlamı yok.
Son yılların ilgi çeken entelektüellerinden Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, ülkesindeki güncel sanat ortamı hakkında konuşurken, "Bugün sanat dünyasına öyle bir ruh hâkim ki" diyordu, "sembolist ozanların en kötüsü bile kendini Zola'nın üstünde görür, onun hakkında ileri geri konuşabilir."
Anlaşılmamayı bir sanat ölçüsü olarak belirlediğiniz anda, bizde de çağdaş sanatçıların en yeteneksizi bile Orhan Kemal hakkında hiç çekinmeden ileri geri konuşabilir.
Veya sanat ölçüsü olarak anlaşılır olmayı belirlediğinizde de işte Su'nun yaptığı gibi, hakkınızda "çağdaş sanat karşısında yabancılık kompleksi" teşhisi konulur ve sizle "endişeli modern" diye dalga geçilebilir.