1990’larda “Bir Demet Tiyatro”da Mükremin Abi’ye can veren, onu yazan ve oynayan Yılmaz Erdoğan, geçtiğimiz hafta, imza koyduğu yönetmenler bildirisinin medyada “maksadını aşan bir şekilde sunulduğu”nu söylemesiyle dikkat çekti.
1990’lı yılların televizyonunda bir Spartakist Vedat vardı, Vedat Usta! İktidar partisine yakın iş adamlarından Cumhur Abi’nin hükümetten aldığı inşaat ihalelerinde ucuz emek olarak çalışır, sık sık yaşanan hak mücadelelerinde de en önde yer alırdı.
Cumhur Abi’nin sadık hizmetkârı ve her daim uşağı Fadıl Fıdıllıoğlu, doğal olarak, en çok Vedat Usta’yla didişirdi. Ama her uşak gibi korkaktı Fadıl… Kayınbiraderi Mükremin Çıtır’dan, namı diğer Mükremin Abi’den bilhassa korkardı.
Mükremin Abi, bu işçi çocuğu, bu mahalle kabadayısı, bu lumpen proleter “delikanlı Mükremin”, Cumhur Abi’lerin ve Fadılların düzeninde Vedat Usta’dan yanaydı hep; çekince yaratan “kavgaşar” kişiliğiyle onu ve arkadaşlarını koruyup kollardı.
Mükremin Abi’ye can veren, onu yazan ve oynayan Yılmaz Erdoğan, geçtiğimiz hafta, imza koyduğu yönetmenler bildirisinin medyada “maksadını aşan bir şekilde sunulduğu”nu söylemesiyle dikkat çekti.
Hazırlanan sinema yasasıyla ilgili Türkiyeli yönetmenler bir bildiri kaleme almış Yılmaz Erdoğan da imzasını koymuştu. Erdoğan, bildiriyi “Yönetmenlerden bakanlığa ‘yeni yasa’ eleştirisi: Sansürcü ve yasakçı” başlığıyla haber yapan kültürservisi.com sitesini, meseleyi “maksadını aşan bir şekilde sunduğu” gerekçesiyle eleştirdi. Kişisel Twitter hesabından bir açıklamada bulunarak, “Yeni sinema yasası”nı desteklediğini, bunun için Bakanlığa teşekkür ettiğini söyleyen Erdoğan, şöyle dedi:
“TRT Haber’de bu yasa tasarısını olumlu bulduğumu, tasarının sinemamızın en acil sorunlarını çözecek nitelikte olduğunu söyledim ve yasa tasarısını hazırlayan Sayın Kültür Bakanımız ve ekibine teşekkür ettim ve ediyorum. Bakanlıkça önü açılmış ve diyalog yoluyla geliştirilebilecek olumlu sürecin, sert medya manşetleriyle riske edilmesini doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum.”
Yılmaz Erdoğan’ın bu açıklaması, Türkiye İşçi Partisi milletvekili ve tiyatro sanatçısı Barış Atay tarafından tepkiyle karşılandı. O da Twitter yoluyla, “40 yılın başı, kendi mesleğinle ilgili bir tek bildiriye attığın imza için bile af diliyorsun” diye çıkıştı.
Kültür, artık bir “iktidar” meselesi olduğu için, bu türden itiş kakışlar sıkça yaşanıyor. Mükremin Abi’likten çoktandır terfi etmiş olan Yılmaz Erdoğan’ın bu mizansenler içinde Cumhur Abi’den yana görülmesi de gayet normal ve anlaşılır bir şey.
Geçtiğimiz hafta, sadece bu değil, çok yoğun bir gündemi vardı kültürün… Rutkay Aziz’in Cumhurbaşkanı’na Mozart dinleme, Yılmaz Özdil’in de bira içme tavsiyesi, Deniz Çakır’ın bir cafe-bar’da “başörtülü hanımlar”la tartışması öne çıkanlardandı. Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aziz, Özdil ve Çakır’ın sözlerini "faşistlik" olarak yorumladı.
Yine geçtiğimiz hafta, tiyatrocu Levent Üzümcü’nün Anlatılan Senin Hikâyendir isimli oyununun Gaziantep’te sahne almasının yasaklanmasından sonra, Sakarya Üniversitesi de Fırat Tanış’ın Gelin Tanış Olalım adlı tiyatro oyunu için verilen Kültür ve Kongre Merkezi tahsisini iptal etti.
Organizasyon firması, kendilerine gerekçe olarak tiyatro oyuncusu Tanış’ın “politik” ve “Gezici” olmasının gösterildiğini söyledi.
Aynı günün akşamı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ödül Töreni’nde konuştu. Konuşmasında, “Kültür sanatı en az terörle mücadele, dış politika gibi önemli bir beka meselesi olarak görüyorum” dedi.
“Milletler için bazen diplomasi, askeri güç, ekonomik güçle kazanılamayacak başarılar, bir müzik, edebiyat, sinema eseriyle kazanılmaktadır” dedi.
“Hükümetlerimiz döneminde kültür sanat alanına özel önem verdik” dedi.
Ve nihayet… “Buna rağmen, geçtiğimiz 16 yıla baktığımda kültür-sanat alanında yeteri kadar mesafe kat edemediğimizden dolayı hep hayıflanırım” da dedi.
Dediği gibi, bu konuyu çok sık dile getiriyor Sayın Erdoğan. “Siyasal iktidar olduk ama…” tespitiyle yürüyen “kültürel iktidar” tartışması da bu yüzden gündemimizden hiç düşmüyor. En azından seçime kadar düşecek gibi de görünmüyor.
Burada sayılanlara ve evvelindeki Fatih Portakal, Metin Akpınar, Müjdat Gezen hadiselerine bakıldığında, kültürel alanda bir itiş kakış olduğu apaçık görülüyor. Sayın Erdoğan’ın yaklaşan seçim öncesinde hem “kültürel iktidar” temasına ağırlık verdiğini, hem de bu tartışmada sembolik değeri olabilecek kişileri hedef olarak seçtiğini rahatça gözlemleyebiliyoruz.
Sebebi de sır değil. Ekonominin gidişatından kaygılanan seçmen tabanını yaşam tarzı ve beğeniler üzerinden giden bir kültürel çatışma formülüyle kendi çeperinde tutmaya çalıştığı yorumları yaygın olarak yapılıyor zaten. Görünen o ki, kültürel çatışma teması, ciddi olarak kültürel iktidar olma isteğiyle değil, siyasal iktidara istikrar edindirme mekanizması olarak işliyor.
Aksi halde, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (KİK) ve Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) anlaşmaları aracılığıyla 10 yılda 200 milyar doların üzerinde bir servetin hukuk yoluyla sadece 10 şirkete aktarıldığı bilgisini içeren veriler ortada gezinirken, “ülkenin kaymağını yiyenler” diye bazı semtleri, yaşam tarzlarını işaret etmenin ne demek olduğunun izahı yapılamaz.
Çok konuşulan sebeplerle iktidar kültüre saldırıyor ama pek konuşulmayan sebeplerle muhalefet de kültüre sarılıyor. Kendi politik zayıflığını kültürle ikame ediyor muhalefet. Güçlü olsaydı zaten Mükremin Abi’nin sesi soluğu kesilmezdi böyle. Güçlü olmadığı için, güçlü olduğunu hissettiği kültüre sarılıyor. “On altı yıldır iktidardalar bir tek kalıcı eser, bir tek roman, bir tek film çıkaramadılar” sevinci, aslında bu yüzden ezik bir sevinçtir ve siyasi mağlubiyetle baş etme stratejisi olarak görülmelidir.
Bu aynı zamanda -aynı stratejinin parçası olarak- mağlubiyeti yüceltmeye de yarıyor: Galibiyeti makarna ve kömüre bağlanmış siyasal iktidar karşısında mağlubiyet eğitim ve kültüre bağlanmış oluyor. Avamın ‘yarar değerler’i karşısında havasın “yüce değerler’i!..
O yüzden, muhalefet için bir isyan ve iktidar ikamesidir kültür… Bu bir müddet daha böyle gidecek, öyle görünüyor. Seçim öncesinde alındığı için yoksul oyların hedeflendiği apaçık olan yeni kararlar uyarınca, 700 bine yakın seçmenin 103.4 milyar liralık kredi kartı borcunun Ziraat Bankası’ndan kullandırılacak çok düşük faizli kredilerle bir nevi affa uğratılmasının, 2.5 milyonun üzerindeki ailenin aylık 80 liraya kadar olan elektrik faturasının devlet tarafından ödenmesinin ve sair pek çok şeyin, vergisini düzenli ödeyen orta sınıf olarak nihayetinde kendi cebinden karşılanacağını bilen ama siyasal alanda karşı gelemeyeceğini de gören Kadıköy, Çankaya ve Alsancak seçmeni, buna hiddetlendikçe kültüre sarılacak.
Politik zayıflık şimdilik başka bir şeye elvermiyor.
Muhalefetin politik bir güç elde etmesinin koşulu, yalnızca sınırlı mevcuda sahip eğitimli orta sınıfı değil, toplumun büyük kesimini kapsayan yoksulları ve emekçileri kendi safına çekebilmesine bağlı. O zaman her şey başka olurdu. Nihayetinde, asgari ücretten (Vedat Usta’ların biricik gelirinden yani!) vergi alınmasın diyen kanun teklifinin, 10 yılda 200 milyar doların üzerinde serveti sadece 10 şirkete aktarmış iktidar partisi tarafından reddedildiği günleri yaşıyoruz.
Mükremin Abi olsa acaba ne derdi bu işe? En başta Yılmaz Erdoğan’a soralım!..