Hakkında söylenenlerin buradan köye yol olacağı Erdoğan, artık cumhurbaşkanımız. Bunların ne kadarı doğru bilemeyiz tabii ama, artık onu koruyan özel bir kanun maddesi var.
Aslında kanunda bir hakaret suçu tanımı var ve üstelik bunu kamu görevlisine karşı işlemek de ayrıca düzenlenmiş. Ama bu cumhurbaşkanlığı gibi tanrısal bir görevi korumak için yetersiz görülmüş olacak ki, cumhurbaşkanına hakaret etmek TCK md.299’da düzenlenen ayrı bir suç. Aleni olması halinde de cezası artıyor. Kendimizi bir retweet’ten hakim karşısında bulduğumuzu düşünürsek, biz olmuşuz aleni, bunun hakareti mi kalmış? Yani o cezanın artırımsız gelmesi neredeyse mümkün değil.
Yalnız konu Erdoğan olunca durum biraz netameli. Kendisi hakkında çok fazla itham dönüyor, biz de bunları her defasında yüksek sesle konuşuyoruz. Zaten memlekette gözaltına girip çıkmayan üç kişi kaldık muhtemelen, toptan alınmamız yakındır.
Maddeye ilişkin önce şunu söyleyelim; Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasından önceki hiçbir ifade bu maddeye girmez. Başka maddeye girebilir o ayrı, ama cumhurbaşkanına hakaret suçu ancak görevdeki cumhurbaşkanına karşı işlenir.
“Hakaret” kavramını ise biraz düşünmek lazım. Örneğin siyasi eleştiri hakaret midir? “Cumhurbaşkanı çok kötü giyiniyor” demek suç teşkil eder mi? Erdoğan Soma’dayken cumhurbaşkanı olsaydı ve eğer gerçekten vatandaşı tokatlamışsa o vatandaş orada küfrü bassaydı, yine TCK 299 mu diyecektik?
İdeal bir hukuk devletinde, bunların tümüne birden “hayır” diyebiliriz. Ama o devlette zaten bunu konuşuyor da olmayız. (“İdeal devlet” oksimoronunu şimdilik konu dışı bırakalım.)
Hukuk sadece kanunda yazandan ibaret değil, bir sürü yorum aracı var. Bunlardan biri de, kanunda yazılı olanların zaman içindeki değişimlerini incelemek. Çok eskiden, TCK’da yer alan “itibar kırıcı” veya “edep ve hürmete aykırı söz” gibi ibareler bugün yok. Artık sadece “hakaret” var. Yani cumhurbaşkanımız kötü giyinebilir ve biz ona kırmızı halıda sıfır verebiliriz. Suç değildir. Oysa bu ibarelerin kanunda bulunduğu dönemde Yargıtay, cumhurbaşkanının resmini kesmeyi bile “edep ve hürmete aykırılık” olarak değerlendirmiş[1].
Günümüze yakın örneklerde ise, 2001 tarihli bir Yargıtay kararında "... Hala çıkıp toplumun karşısına konuşabiliyorsun." ifadesinde hakarete rastlanmamış. Ama aynı Yargıtay, bu kez 2009’da, “Sezer kına yaksın otursun, Çankaya'daki adam akıl almaz uygulamalarıyla toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor” sözünü hakaret saymış.
Bu iki karara bakarak, neyin hakaret olup neyin olmayacağı konusunda Yargıtay’ın tutumunda bir katılaşma olduğunu düşünebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan için ise, “akıl almaz uygulamalardan” çok daha ağır ifadelerle dillendirilen ithamlar sözkonusu. Peki burada, atasözlerimizle konuşursak hırsızın, TCK’dan gidersek hırsızlıkla itham edilenin hiç mi suçu yok?
Burada iki parçaya bölünelim. Birincisi, hakarete mağdurun sebep olması. Diğeri ise, bir şeyin hakaret ya da malumu ilam niteliğinde olup olmaması.
İlki kolay, “haksız tahrik” dediğimiz şey. Biri size tokat atarsa, hukuken ona diğer yanağınızı dönmeniz gerekmiyor. Ama siz de ona hakaret ederseniz, bu suç işlemediğiniz anlamına da gelmiyor. Sadece, hakaretten yargılanırken bunun yediğiniz tokat sebebiyle olduğu dikkate alınıyor.
Yani örneğin Erdoğan cumhurbaşkanıyken de “Afedersiniz Ermeni…” derse, biz de başka yerde kalkıp “Afedersiniz Erdoğan …” diyemiyoruz. Çünkü bu hem hukuken, hem de ahlaken uygunsuz.
Cumhurbaşkanlığının cezai sorumsuzluğunun ise konuyla ilgisi yok, yani ayrımcılık yapma hakkı gibi şeyler yok. Sorumsuzluk, hukuken “kondurulmuş” bir sıfattan ibaret. Ayrımcılığın hukuka aykırı niteliğini değiştirmiyor. Cumhurbaşkanı TCK’ya aykırı davranmış oluyor ama bundan ötürü yargılanmıyor.
Haksız tahriği böylece geçip, diğer parçaya en hassas yerinden dokunalım. Herkesçe bilinen gerçekleri ifade etmek, hakaretin sınırlarına girer mi?
Bir kişinin aynı konuda taban tabana zıt beyanlarda bulunması, onun niyetini sorgulatmaz mı ve bunu söylemek suç mudur?
Bir kişinin iddialı beyanlarının somut bilgi ve belgelerle yanlışlanabiliyor olması, o kişiye “yalancı” dememizi meşru kılmaz mı?
Bir kişinin, bilgi ve kontrolü dahilinde olmamasının mümkün görünmediği suçlara karıştığını düşündüğümüzü söylemek bizi içeri sokar mı? (Bu cümlenin zorunlu uzunluğu tüm konuyu özetliyor zaten.)
İnsan öldüren birine “emri ben verdim” diyen kişi, azmettiren değilse nedir?
Yargı süreçleri ve kurumları hakkında sanki onların patronuymuş gibi konuşmak, ceza gerektirmez mi?
Erdoğan için bunların hangilerini ne kadar söyleyebiliyoruz?
Diyelim ki, paranız çalındı ve size “Göksun yaptı” dediler. Bana hırsız diyemezsiniz, çünkü benim yaptığıma ilişkin mahkeme kararı yoktur. Ama ben de size “hırsız değilim” diyemem, çünkü benim yapmadığıma ilişkin mahkeme kararı da yoktur.
O takdirde, hakkında beraat değil ancak takipsizlik kararı olan kişiler için ne diyeceğiz? Elinizde benim yaptığıma ilişkin tapeler filan olsa mesela, daha o tapeler dahi mahkemeden geçmemişken, hırsız olmadığıma sizi nasıl ikna edebilirim?
Üstelik tam da kendimi size “o tapeler sahte” diye savunduktan sonra, onları kaydedenler tutuklanmışken?
Bu kadar sözden sonra, ortada parlayan iki soru var. Birincisi, cumhurbaşkanına hakaret suçu makamın ağırlığına binaen ayrıca düzenlenmişse, aynı ağırlık o makamdakinin suçunu da ayrıca düzenlemeyi gerektirmez mi?
Asıl önemlisi ise, bundan böyle hakarete girer diye susup oturacak mıyız, yoksa gündemi takip edip "olanı" söyleyebilecek miyiz?"
Sorana değil, sordurana bakalım.
@goksungokce
1] Kanundan çıkarılan ifadeler ve anılan Yargıtay kararı için bkz. Faruk Erem, “Cumhurbaşkanına Hakaret,” TBB Dergisi 1991/1