"Hayvanları nasıl koruyabiliriz" sorusunun çok çeşitli cevapları var. "Hayvanları nasıl koruyamayız" sorusunun cevabı ise çok kısa ve net: Onları birer "eşya" olarak görmeyi bırakarak.
Hayvanı bir insan eğlencesinden ibaret görmenin en büyük örneği, eski Ceza Kanunu’ndaki düzenlemeydi. Bir hayvana zarar veren kişi, artık yürürlükte bulunmayan ceza kanununa göre hayvanın yaşam hakkını değil, onun sahibinin mülkiyet hakkını ihlal etmiş oluyordu.
İşlenen suç hayvanın yaşamına değil de sahibinin mülkiyet hakkına karşı görülürse, mülkiyet altında olmayan veya bizzat maliki tarafından işkence edilen bütün hayvanlar korumasız kalmış olur. Nitekim eski TCK sisteminde olan da buydu.
2004 yılında bu kez doğrudan hayvanlara ilişkin bir kanun yayınlandı: 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu. 2021 Temmuz’da yapılan eklemelerle, kanun çok daha kapsamlı hale getirildi. Kanunun 4. maddesinde sayılı ilkelere örnek vermek gerekirse:
Peki bunları böyle yazınca tamam mı, oluyor mu? Buyrun "gerçekliğin çölüne" beraber bakalım.
Son yıllarda sokak hayvanlarına yapılan işkence ve kötü muamele haberlerini çok fazla görmeye başladık. Patileri kesilip öylece bırakılmış yavru köpek, üzerine asit dökülmüş kedi, dövüştürülen hayvanlar, köpeklere parçalatılan kediler, tecavüze uğrayan sokak hayvanları… Eskiden arada bir kulağımıza gelen bu saldırıları artık duymadığımız gün kalmadı.
Bu artışın analizi çok önemli bir araştırma konusu. Bir yandan bunlar olurken diğer yandan özellikle sokak köpeklerinin sayısı son yıllarda çok fazla arttı. Sokak köpeklerini şehir dışına öylece bırakan belediyeler, o bıraktıkları yerleri sonradan imara açtı. Kısırlaştırma faaliyeti doğru düzgün yapılmadığı için, hem şehrin zaten içinde olan hem de imara açılan alanlar arttıkça şehrin giderek daha da içinde kalan köpek sayısı katlanarak arttı. Nüfus arttıkça hayatta kalma savaşları ve çeteleşmeler de arttı. Bunların sonuçlarını da hepimiz yaşadık.
Köpekler saldırdıkça, kimse "Bu olaylar neden bu kadar arttı?" diye sormadı. Sanki köpeklerin gizli bir meclisi varmış da, bir gece yarısı gizlice toplanıp, kukuletalı beyaz cübbeler giyip, "Bundan sonra önümüze çıkana saldırıyoruz, insanlara rahat yüzü yok!" diye karar almışlar gibi davranıldı ve köpekler lanetlendi. Sokak hayvanlarının barınaklara alınmasını önerenler muhtemelen barınakların halini bilmiyordur ama zaten pek çok kişi özellikle köpeklerin direkt itlafını istiyor.
O halde şunu sormak gerekir: Hayvanları Koruma Kanunu bu konularda neden yetersiz?
Özetle, kanunda sahipli/sahipsiz ayrımı yapılmadan bütün hayvanlar yönünden kötü muamele, işkence, cinsel saldırı, acı çektirme, gücünü aşan işlere zorlama, dövüştürme, kötü alışkanlıklar edindirme gibi yasakların bulunduğunu söyleyebiliriz. Örneğin 14. maddede ev hayvanını terk etmek de yasak. Hayvanları öldürme ise ancak tıbbi zorunluluk sebebiyle ya da dini gerekçelerle ve kanunda izin verildiği ölçüde mümkün.
Sahipli hayvanlar yönünden asıl sorumlu hayvanın sahibi. Yerel yönetimler ile Tarım ve Orman Bakanlığı ise sahipli sahipsiz ayrımı olmaksızın bütün hayvanların haklarından sorumlu. Her ilde ve vali başkanlığında toplanacağı düzenlenen hayvan koruma kurulları var, kanuna uygunluk denetimini daha çok bu kurul yapıyor. Yerel hayvan koruma gönüllülerinin görevi ise müdahale gereken durumlardan yetkili kurumları haberdar etmek ve koordinasyon sağlamak. Yani işi asıl yapacak olanlar, bakanlık birimleri ve belediyeler.
Pek çok yasak için düzenlenen şey yalnızca idari para cezası. Miktarı da 500 TL’den başlıyor, birkaç olayda 5000 TL’yi buluyor ama genelde bulmuyor. Yalnızca bir hayvan neslini tehlikeye sokmanın idari para cezası hayvan başına 35.000 TL, onun dışındakiler yine hayvan başına 1000-1500 TL civarında.
Hayvanları (istisnai haller dışında) kasten öldürmek, hayvana cinsel saldırı, işkence ve eziyet gibi suçlar için hapis cezası öngörülüyor. Cezalar altı aydan 4 yıla kadar uzayabiliyor. Bir hayvan neslini yok etmenin cezası ise on yıl.
Bir yıl veya daha az süreli hapis cezaları zaten başka bir yaptırıma çevriliyor. İki yıl veya daha az hapis cezaları ise denetimli serbestlikten faydalanabiliyor. Yani kanundaki hapis cezası, pek çok yerde aslında gerçek bir hapisten bahsetmiyor.
Sahipsiz hayvanlar tamamen "insafa kalmış" vaziyette. Hayvan eğer sahipliyse, sahiplerinin savcılığa doğrudan başvuru hakkı elbette var. Fakat diyelim ki sokakta işkence edilmiş veya tecavüze uğramış sahipsiz bir hayvan gördük ya da hayvana direkt sahibi tarafından işkence ediliyor... İşte bu durumda bizim direkt savcılığa şikayet imkanımız yok. Resmi kimlik taşıyan bir hayvan koruma gönüllüsü olsak dahi yok. Yapabileceğimiz tek şey olayı Tarım ve Orman Bakanlığının yerel birimine bildirmek ve savcılığa onların başvurmasını beklemek. Eğer bakanlık görevlileri bu başvuruyu yapmazsa veya geciktirirse, bizim vatandaş olarak savcılık nezdinde yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
Yerel yönetimlerin aslında kanunda pek çok görevi ve sorumluluğu var. Hayvan bakımevleri ve hastaneleri kurabilir, sokak hayvanlarını kısırlaştırabilir, hatta sokak hayvanlarının barınmasını sağlamak yerel yönetimler için yasal bir zorunluluktur. Kanunun 6. maddesinde açıkça yazılıdır bu.
Uygulamada ise ne öyle hastaneler var, ne hayvanların gerçekten barınabileceği tesisler ne de bunlara ilişkin bir niyet. Bunlar bir yana, sahipli köpeklerin şehir içinde gezdirileceği alan dahi yok. Belediyelere yapılan başvurular sonuçsuz kalıyor, kamu kurumlarına yapılan başvuruların akıbeti zaten belli değil. Bütün sokak hayvanı sorunu, en büyük şehirlerde bile yalnızca birkaç gönüllünün çabasına terk edilmiş durumda. Ondan sonra sokak köpeği kim bilir nasıl bir içgüdüyle insana saldırınca, bütün suçlu köpek oluyor.
Sözün neticesi; hayvan hakları, hukukun, yargının, devletin ve belediyelerin işte ancak bu kadar önemsediği bir mesele. Hayvana ilişkin duyarsızlığın insana nasıl yansıdığını; daha doğrusu insana gelen zararın hayvana olan duyarsızlıktan beslendiğini kimse görmüyor.
Peki biz, devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı?
Bunun yerine herkes görevini tam yapsa çok daha iyi olmaz mı?