Yeni yürütme başkanı hayırlı olsun. Başbakanken usûlen Çankaya’dan geçirmek zorunda kaldığı işlemlerini de artık tek başına yapabilecek olan Erdoğan’ın, (işleri) yürütürken dikkatli olmasını umuyoruz.
Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı, en azından söylem olarak kulaklarımıza yerleşmeye başladı nihayet. Her seçimden sonra gücünü sandığa dayandırıp kafasına göre davranan yöneticilere bu anlamda şükran borçluyuz. Ama yine de, bu bahiste sorgulanması gereken şeyler hala var. Bunun bir “yönetim şekli” olması üzerinde de dursak, iyi olmaz mı?
Demokrasiyi yüceltip erdemden sayabiliriz. Ama tüm yollar, bunun da “yönetmek için” icat edilmiş bir kavram olmasına çıkıyor. Yönetmeyi “toplum mühendisliği” olarak anlamış, bunu kabullenmiş ve yönetme gücünü birilerine bir şekilde teslim etmiş insanlarız. Teslimiyetin şekli değişse de, bize yansıyan sonuç değişmiyor. Çünkü temel unsurlar sabit: Yönetilme rızası ve yönetme hırsı.
İşe buradan bakınca, kişinin kendisini bu oyunun içinde görmek istememesi çok anlaşılır gelmiyor mu? Ben gittim oyumu kullandım, çünkü her ne kadar istemesem de göbeğinde bulunduğum bir sistem var ve bunun “daha az kötü” olması için oy kullanmam gerektiğini düşündüm. Kullanmayan arkadaşlar ise günah keçisi oldu.
İster güneşlenmekten başka bir derdi olmadığı için, ister hayat görüşüne uymadığından, adayların hiçbirini benimsemediğinden, canı istemediğinden… Neden olursa olsun, yahu seçimin sonucunu oy kullanmayı anlamlı bulmayan insandan bilmek kadar büyük kolaycılık var mı? Vatandaş bir şeylere inanmamış işte, inandırmayanın hiç mi suçu yok? Biz oy kullanırken çok mu inandık, hayır, ama ses vermiş olmak istedik. “Size ses vermeye dahi inanmıyorum” diyecek noktaya gelmiş insana, bunu düşündüğü için nasıl kızılabilir?
Fakat bizim aşırı başarılı muhalefet liderlerimiz, yenilgiyi bu arkadaşlardan bilmekte sakınca görmüyorlar.
Öncelikle şu notu düşeyim, bugünün gerçek konusu şimdi bizim ne yapacağımızdır. Önümüzdeki günler parlak görünmüyor ve ölmeden direnebilmek için muhtelif yollar bulmak zorundayız. Olması gereken gündem de, artık iyice “öteki” haline gelen yüzde 50’nin bundan sonraki davranış modelidir. Ama muhalefet liderlerinin seçim sonrası beyanlarını okuyunca düşündüm ki, önce bunları konuşalım ki en azından kime umut bağlanmayacağını bilelim. Gerçi bunu daha önce çok fazla konuştuk ama dilimizde yeterince tüy bitmemiş.
Çatı aday kavramı ve Ekmel Bey’in adaylığı derin konular. Belli ki bunların ikisinden biri veya ikisi birden sorunlu. Bunu bir düşün değil mi, insanların neden adayını desteklemediğini merak et, kendini sorgula, “nerede hata yaptık” diye özeleştiri ver, “acaba başka bir yol mu seçmeliydik” diye otur senaryolar üret, böyle şeyler yap. Bir kaybedenden bu beklenmez mi? Kaybetmekte bizim muhalefet kadar ısrarlıysa hayır, beklenmez.
Çatı adayını çıkaran iki beyefendi de, sonucu oy kullanmayanlara bağlıyor. Ama ne “olmadı” da sen seçmenin %25’ini o sandığa getiremedin, sakın bunu düşünmeyelim... Hatta zaten o %25’in tamamının senin adayına oy vereceğini peşinen kabullenmiş olalım ki, mantıksızlıkta bir çığır daha açalım. Belki onun yüzde birkaçı zaten Erdoğan’a oy verecek olan ama sandığa gidemeyen seçmendi? Kalanın bir kısmı Demirtaş’ı seçecek, bir kısmı da sair sebeplerle oy veremeyecek durumda olsun. Geçersizleri ve pusulaya çArşı filan yazacak olanları da düşünelim. Geriye kalan birkaç mı seçimi kurtaracaktı ey Devletli Kılıçdar? Aradaki puan farkının yüzde 1-2 olmadığının farkında mısınız? Kullanılmayan %25’i direkt kendine yazmak nasıl bir hüsn-ü zan; ya da belki kibir?
Devlet Bey’in Demirtaş konusunda “Tercih edilmiştir. Bunu bölücülüğe hizmet eden anlayışa götürmek doğru değildir.” demesi takdire şayan. Milliyetçi bir partinin liderinin, Selahattin Demirtaş’a verilen oyları bölücülüğe bağlamamış olması önemli ve not edilmesi gereken bir adım. Peki bu konuda Kemal Bey ne demiş bakalım:
“Rakamlar şunu gösteriyor. Tatilciler, boykotçular, diğer sandığa gitmeyen insanlar ve Demirtaş’a giden oylar bunun sebebi olabilir.”
Tatilciler, boykotçular ve diğer sandığa gitmeyen insanlar hakkında yukarıda konuştuk. Fakat anlaşılan CHP başkanı, Demirtaş’a “oy gitmesine de” içerlemiş.
Ne demek şimdi bu? Demirtaş seçmeni, Kemal Bey’in kendi partisinin dahi rızasını almadan gösterdiği bir adaya oy vermediği için özür mü dilemeli? Ya da Demirtaş, Kemal Bey’e sormadan aday olduğu için suçluluk mu duymalı? Kemal Bey’in üstelik MHP’yle birlikte gösterdiği bir adayın karşısına başkasını koymak, oyunbozanlık mı addedilmeli? Hem iktidarın hem de bu iki partinin dışındakiler ne yapacak?
Üstelik daha adaylar belirlenmemişken, Demirtaş’ın CHP’ye “Eğer uzlaşırsak adayınızı destekleriz” dediği yönünde haberler de gördük. Yani zeytin dalı Kemal Bey’e gelmişti, ama suç yine o dalı uzatanın oldu.
Kemal Bey’in yaptığı değerlendirmedeki sığlıklar çok derin. Oy oranını biraz da anketlere bağlamış. Anketler Erdoğan’ı çok önde gösterince, seçmende umutsuzluk olmuş ve sandığa gitme isteği kalmamış. Bakın çok enteresan, kendisinin hala suçu yok.
Fakat zaten kendisi, daha önce de çok konuştuk, kafayı AKP’ye o kadar takıp başka şeylere öyle kapatmış ki, teşkilatına “AKP hariç hiçbir parti eleştirilmeyecek.” talimatı vermiş.
Bu CHP kendini iyice AKP karşıtlığı üzerinden var eden bir yere dönüşüyor. Üstelik mevcut siyasi durumun önceki on yılların üzerine geldiğinin, yani sorunu biraz da kendisinin var ettiğinin bilincinde dahi değil. Tehlikenin farkında mısınız?
@goksungokce