2000’li yılların başında ‘Avrupa’nın hasta adamı’ olarak tanımlanan Almanya nasıl günümüzün ihracat motoru ve ekonomik süperstarı oldu? Hem araştırmacı ekonomistler, hem de ekonomileri çıkmazda olup yeni ekonomik modeller arayışında olan bir çok ülke için çok önemli bir soru bu.
1990’da Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra Alman ekonomisi oldukça zorlu bir 10-15 yıllık sürece girdi. Binlerce eski fabrika, 50 yıllık merkezi planlama geleneği ve 16 milyonluk nüfusuyla Doğu Almanya’yı bünyesine katmak, Almanya gibi güçlü bir ülke için bile çok büyük bir projeydi ve hem bütçe, hem de iş piyasası üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Öyle ki 2004 yılında Almanya yüzde 10.33 işsizlik ve yüzde 3.4 bütçe açığı ile her iki alanda da Avrupa’nın en kötü performans gösteren ülkesi oldu (Financial Times, 14 Ağustos 2017).
Bu büyüklükte bir bütçe açığı ile Almanya kendisinin mimarı olduğu Maastricht Anlaşması ile belirlenen Avrupa Para Birliği’nin önemli koşullarından bütçe açığı/gelir oranının üst sınırı yüzde 3’ü ironik bir şekilde aşmış oluyordu. Avrupa’nın hasta adamı tanımlaması da bu nedenlerle ortaya çıkmıştı.
Zamanı 10-12 yıl ileri alalım ve Almanya’nın küresel kriz sonrası performansına bakalım. Karşımıza bu kez hem işsizlik, hem bütçe performansı ile Avrupa’nın en iyisi haline gelen, ekonomisini tamamıyla dönüştürmüş dünya ihracat şampiyonu bir ülke çıkıyor.
Aşağıdaki iki grafik 2004 ve 2017 yıllarında Almanya’nın göreceli performansını açıklıkla gösteriyor. Almanya 2004 yılında en yüksek işsizlik ve en fazla bütçe açığı veren ülke konumundan 2017’de en düşük işsizlik ve bütçe fazlasıyla grubun yıldızı olmuş.
Bu mucize nasıl gerçekleşti?
Alman ekonomisi üzerine çalışan araştırmacıları bir süredir meşgul eden bu çok önemli konu geçen yaz yayınlanan bir elektronik kitabın da konusu (.
Alman ekonomisinin 1990’dan itibaren gelişimini değişik yönlerden ele alan bu kitaptaki analizler önemli dersler barındırıyor.
Araştırmacıların işaret ettiği en önemli değişim iş gücü piyasalarındaki ve endüstriyel ilişkilerdeki köklü reform. Önceki dönemlerde ülke veya sektör düzeyinde gerçekleşen ücret görüşmeleri, artık iş konseyleri, işveren birlikleri ve işçi sendikalarının ortak katılımını sağlayan firma düzeyinde bir mekanizmaya dönüşmüş. Bu sürece sadece ücretler değil, çalışma saatleri ve çalışma koşullarının belirlenmesi de, tek işçi düzeyine varacak bir esneklikle dahil edilmiş. Bunun sonucu olarak ta üretimin rekabet gücüne büyük katkı sağlanmış.
Rekabetteki büyük değişimi Grafik 3’ten izlemek mümkün. Görüldüğü gibi, Almanya 1994-2012 arası tüm rakiplerden ayrışarak başka bir lige yükselmiş.
Grafik 3 – Rekabet gücü, birim maliyetler cinsinden. Kaynak: Dustmann vd. 2014.
Bu şekilde firma düzeyinde belirlenen ücretler hem yerel iş piyasası dinamiklerini, hem de firmanın ürettiği ürünün piyasa koşullarını hesaba kattığından firmaları kalite artırımına ve yenilikçi teknolojilere yöneltmiş. Öyle ki araştırma-geliştirmeye ayrılan pay 2015 yılında milli gelirin yüzde 3’üne ulaşmış.
Alman sanayinin rekabet gücünü artıran bir diğer faktör de üretim zincirini Doğu Avrupa’ya kaydırabilmesi olmuş. Almanya bölgeye en fazla yatırım yapan ülke ve 2003 yılından bu yana Doğu Avrupa’da 650,000 iş yaratmayı başarmış. Daha da önemlisi, hem Doğu Avrupa’ya, hem de diğer yükselen ülkelere ihracat yapmaya tüm ticari rakiplerinden önce başlamış (Bastasin, 2003, Brookings Institute).
Bunun sonucu olarak ta yükselen ekonomilerin hızlı büyüme süreci başladığında bu ülkelere, özellikle yüksek kaliteli ürün bazlı ihracatı hızla artırabilmek için gerekli tüm altyapıya sahipmiş. Almanya 2003 yılında Doğu Avrupa’ya, 2005 yılında da (ABD’yi de geride bırakarak) Hindistan’a en çok ihracat yapan ülke olmuş. Aynı şekilde Çin’e en çok araba satan ülke yine Almanya.
Özellikle Çin ve Hindistan pazarlarının 2000’den itibaren ne kadar hızla büyüdükleri gözününe alınırsa (Hindistan 8 kat, Çin 18 kat) bu potansiyelin büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Burada 2008 sonrası küresel kriz ortamında Almanya’nın performansını artırarak sürdürebilmesi büyük önem taşıyor. Bunda da krizden finansal kesimi ve ev piyasaları diğer ülkelerden çok daha az etkilenen Almanya’da ekonomik daralmanın kısa sürmesinin rolü büyük.
Ayrıca Almanya’nın önemli ihracat piyasası olan yükselen ekonomilerin küresel krizden kısa sürede çıkmalarının da bu hızlı toplanmada önemli rol oynadığı biliniyor.
Güçlü ihracat performansının sonucu olarak 2017 itibariyle milli gelirinin yüzde 8’ine ulaşan cari fazlasıyla Almanya bu dalda da dünya şampiyonu.
Bu o kadar kolay görünmüyor. Almanya’nın son 20 yıllık deneyiminden işçi haklarının törpülenerek, ücret baskılarının kontrol altında tutulmasının rekabeti artırmada anahtar rol oynadığı sonucunu çıkarmak hem yüzeysel, hem de yanlış olur. Almanya’da ücretlerin firma düzeyinde belirlenmeye başlanması kapsamlı bir endüstriyel ilişkiler reformunun sadece bir boyutu ve işçi hak ve temsilini azaltmadan gerçekleşen çok önemli bir dönüşüm.
Endüstriyel ilişkilerde merkezileşmeden uzaklaşmanın başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri Alman toplumunda karşılıklı güvenin çok yüksek olması.
Bunu kopyalamak ise neredeyse imkansız.