Geçen hafta açıklanan, Karadeniz'de 320 milyar metreküp doğal gaz keşfi, Türkiye gibi doğal gaz ihtiyacının neredeyse tamamını ithal eden bir ülke için önemli ve çok iyi bir haber. Türkiye halihazırda yıllık ortalama 50 milyar metreküp doğal gaz tüketiminin sadece yüzde 1'ini kendi kaynaklarından karşılayabiliyor.
Yeni keşfedilen rezervin ne kadarı çıkarılabilir, çıkarılacak doğal gaz kullanıma ne zaman hazır olur, bunları zaman ilerledikçe öğreneceğiz tabii ama elimizdeki bilgilerle şunları söyleyebiliriz: (1) Kullanıma başlandığında bu miktar doğal gaz Türkiye'nin 5-6 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek; (2) Bu büyüklükte bir doğal gaz rezervi Türkiye'nin ödemeler dengesinde (tahminlere göre) zaman içinde toplam 65-80 milyar dolar arası iyileşme sağlayacak; (3) Türkiye'nin dış açık problemini kökten çözmeyecek; ve (4) Türkiye'yi başka bir lige taşımayacak.
Yukarıdaki son iki öngörü -3 ve 4- kısmen doğal gaz rezervinin miktarıyla ilgili. Açıklanan 320 milyar metreküp oldukça büyük bir kaynak, ama bu doğal gaz rezervleri dünya sıralamasında 32. sıraya denk geliyor. Dünya toplam doğal gaz rezervinin 206 trilyon metreküp olduğu gözönüne alındığında (2019 itibariyle), 320 milyar göreceli mütevazi bir rakam.
Ama çok daha büyük - diyelim trilyon metreküplerle ifade edilen - bir kaynak keşfetmiş olsaydık bile bunu kalkınma ve büyümenin garantisi olarak görmenin imkansızlığının önemli başka bir nedeni var. Aynı zamanda kalkınma iktisadının en ilginç konularından biri olan ve kaynak laneti (resource curse) veya bolluk paradoksu (paradox of plenty) diye adlandırılan bu olgu, doğal kaynakları zengin ülkelerin, kaynağı olmayan ülkelere göreö ortalama olarak, daha fakir, kalkınmada, ekonomik büyümede ve demokrasi alanlarında daha geri ve daha bozuk gelir dağılımına sahip olma durumuna işaret ediyor. Örneğin, IMF'nin kaynak-zengin ülkeler listesinin yüzde 60'ı düşük gelir ve orta-düşük gelir grubunda olan ülkeler. Kaynak lanetinin en açık örneklerinden biri, hem elmas ve altın, hem de petrol rezervleri çok zengin olanAfrika kıtasının durumu. Bir diğer örnek, 16. yüzyıl İspanya deneyimi. Amerika kıtasındaki kolonilerinden ülkeye adeta akan altın ve gümüş külçeler, İspanya'yı daha zengin ve müreffeh bir ülke yapmak yerine, ekonomi üzerinde kalıcı hasara yol açarak, Avrupa'daki büyük güçler arasına girmesine engel oluyor.
Bu örneklerin ötesinde bolluk paradoksu, üzerinde yoğun araştırma yapılan ve tutarlı olarak verilerle de desteklenen bir durum.
Peki doğal kaynak bolluğu nasıl lanete dönüşüyor?
(1) Bolluk paradoksunun en önemli nedeni, Hollanda hastalığı olarak bilinen bir durum. Hollanda'nın 1959 yılında Kuzey Denizi'nde petrol bulmasını izleyen yıllarda, 1960'lar boyunca ekonomisinin kötü performans göstermesi nedeniyle bu ismi alan durum şöyle özetlenebilir. Doğal kaynak ihracatına bağlı olarak ülkeye giren bol döviz, yerli paranın değerini artırarak ülkenin diğer ihracat kalemlerinin rekabet gücünü azaltıyor, özellikle sanayi sektörüne büyük zarar vererek sanayisizleşmeye neden oluyor. Ayrıca enerji sektörünün genişlemesi işgücü talebini ve dolayısıyla ücretleri artırdığından, diğer sektörler bir de artan maliyet baskısı ile rekabet güçlerini iyice kaybediyorlar. Sonuç olarak ihracat giderek artan bir şekilde petrole (veya diğer doğal kaynaklara) bağımlı hale geliyor ve doğal kaynak böylece ekonomiyi domine etmeye başlıyor. Bu da istikrarlı ekonomik performans için önemli olan üretim çeşitliliğinin oluşmasına engel oluyor. 2000'lerin başında hem minerallerin, hem de petrol ve gaz fiyatlarının artmasının ardından bu kaynaklar açısından zengin olan bir çok ülkenin yaşadığı ekonomik sıkıntılar bu duruma örnek teşkil ediyor; Şili, Azerbaycan, Venezuela, Rusya ve Filipinler bunlardan bazıları.
(2) Uluslararası enerji fiyatlarının çok oynak olmasından dolayı, enerji ihracatına bağımlı ülkelerin gelirleri ve harcama kapasiteleri de çok dalgalı oluyor. Doğal kaynaklara bağımlılık ekonomi üzerinde tahterevalli etkisi yapıyor, ve kamu maliyesi de aynı oynaklığa maruz kalıyor. İşler iyi giderken, yani dünya piyasalarında enerji fiyatları yüksekken, döviz geliri de yüksek oluyor ama fiyatlar düştüğünde ülke çok zor durumda kalabiliyor. Örneğin, 1998-2008 arası petrolün varil fiyatı 17 dolardan 145 dolara çıkıp sonra bir kaç ay içinde 55 dolara düşmüştü. Bu oynaklık, Nijerya ve Venezuela gibi ülkelere önce para akmasına - ve işler iyi iken borçlanmanın da kolay olması nedeniyle hızla artan dış borçların da etkisiyle - sonra fiyatlar çakıldığında iflasa sürüklenmelerine neden olmuştu. Bu durum sadece enerji zengini ülkeler için değil diğer emtia ihracatçıları için de geçerli.
(3) Ulusal gelirin büyük bir kısmı doğal kaynaktan edinildiğinde, gelecek kuşakların eğitimine yatırım ihtiyaç ve öncelik olmaktan çıkıyor. Bu duruma en iyi karşı örnek Güney Kore ve Tayvan gibi doğal kaynağı olmayan ülkelerin, eğitime ve yüksek teknolojiye yaptıkları devasa yatırım ve bunun sonucu olarak ta bugün gelişmiş ülkeler kategorisine yükselmiş olmaları.
(4) Özellikle iyi yönetilmeyen, şeffaf bir yönetim sistemi olmayan ülkelerde doğal kaynaktan edinilen gelir azınlığın elinde olabildiğinden, bu ülkelerde gelir dağılımı oldukça bozuk olabiliyor. Ayrıca bu sektörden edinilen gelirler hükümetlere, güvenlik harcamalarını artırarak – örneğin silahlara yatırım yaparak - muhalif görüşleri ve kesimleri baskı altına alma olanağı sunuyor. Pratikte de kaynak-zengin ülkelerde otoriter hükümetlerin daha sıklıkla ortaya çıktığını görüyoruz. Rusya, Irak, Nijerya bu durumun açık örnekleri. Bu gruptaki ülkeler listesi oldukça uzun.
(5) Kolay gelir kaynağı, hükümetlerin harcamaları için vergi toplama zorunluluğunu ortadan kaldırarak, hesap verilebilirliği zedeliyor. Ayrıca muazzam kaynak gelirleri yoluyla muazzam rant olanakları sunarak hem yolsuzluk, hem de patronaj ilişkilerine zemin oluşturuyor. Böylece rejim ve taraftarlarının gücünü konsolide ederek siyasi reformu daha da zorlaştırıyor. Orta Doğu'daki kaynak zengini ülkelerin durumu bu eğilimin en iyi örneklerinden.
Doğal kaynak zengini tüm ülkeler başarısız olmuyor tabii. ABD, Norveç, Kanada ve Avustralya zengin doğal kaynaklara sahip, başarılı ülkelerden. Özellikle, doğal gaz ve petrol gelirlerini topladığı Varlık Fonu aracılığıyla vatandaşları arasında adaletli bölüştürerek imrenilecek bir sosyal devlet inşa eden Norveç, doğal kaynakların iyi kullanımı konusunda örnek model.
Kritik soru hangi ülkelerin kaynak lanetini yendiği, hangilerinin ise yenik düştüğü.
Son yıllarda yapılan ekonomik araştırmalar bu soruya, ilginç bir cevap sunuyor; bir ülkenin kurumlarının kalitesi doğal kaynakların fayda mı yoksa zarar mı getireceğinin en önemli belirleyicisi. Yargı ve siyasi kurumları zayıf olan ülkelerde, doğal kaynakların yarattığı rant küçük ve güçlü bir zümrenin eline geçiyor. Özellikle kutuplaşmanın ve yolsuzluğun yaygın olduğu, mülkiyet haklarının güvencede olmadığı toplumlarda, zümreler arası rant rekabeti, kurumları daha da zayıflatarak demokrasiye kalıcı zarar veriyor.
Sonuç olarak, ekonomik kalkınma ve büyümede, hayatın her alanında olduğu gibi, kestirmeden hedefe ulaşmak kolay değil. Müthiş doğal kaynaklar keşfetmek bile kendi başına işe yaramıyor. Üst lige çıkmak, demokrasiye, hukuka, eğitime büyük yatırım yapmadan, köklü kurumlar inşa etmeden mümkün değil. Doğal kaynak keşifleri ne kadar büyük olursa olsunlar, iyi kurumlara alternatif oluşturmuyorlar, daha da önemlisi, bunlar olmadan nimet yerine lanete dönüşüyorlar.