Uzun süredir beklenen Yeni Ekonomi Programı 10 Nisan Çarşamba günü açıklanacak. İktidarın 2015”ten bu yana her seçim kampanyasının taahhütlerinden olan ve Türkiye ekonomisinin yeni yol haritasını belirleyeceği iddia edilen bu program hiç beklenmedik bir oy sayma krizinin tam ortasında kamuoyu ile paylaşılacak.
Böylesine önem atfedilen bir programın ciddi bir seri ekonomik reform içermesi beklenir. Aslında Türkiye ekonomisinde reform konusunu 2007 yılından bu yana konuşuyoruz. Sadece bizde değil, dünyanın geri kalanında da çok önemsenen ve çok tartışılan bir konu ekonomik reform. Özellikle 1990’dan itibaren Avrupa’da, hem Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra serbest piyasa ekonomisine geçen ülkelerde, hem de Avrupa Birliği’nin eski üyelerinde gündemin en değişmez konularından biri bu. Benzer şekilde, yükselen ekonomilerin gelişmiş ülkeler kategorisine geçmelerini hangi reformların sağlayacağı akademik tartışmaların ve ekonomi politikalarının her zaman merkezinde olan konulardan biri.
Ekonomik reform özellikle makro istikrar sorunu olan ülkelerde genellikle istikrar programları çerçevesinde ve neredeyse her zaman toplumun bir kesiminden diğerine kaynak aktarma yoluyla gerçekleştirilir. Toplumun farklı kesimlerini bu fedakârlığa ve istikrar programlarının temelini oluşturan kemer sıkma politikalarına razı etmek her zaman zor. Bu nedenle istikrar programları ya kemer sıkmanın tek çıkış yolu olarak mecburen kabul edildiği kriz dönemlerimde, ya da seçmenin günün hükümetini cezalandırma fırsatını yitirdiği seçim sonrası dönemlerde uygulamaya koyulabiliyor. Türkiye’de de 2001 krizi sonrası gerçekleştirilen reformlar bu kategoride değerlendirilebilir.
2001 yılında ortaya konan kapsamlı reform programının beklenenin de ötesinde başarılı olduğu, üzerinde hemfikir olduğumuz nadir konulardan biri. Gerçekleştirilen mali disiplin, bankacılık reformu, merkez bankasının bağımsız bir yapıya kavuşturulması, şeffaf maliye ve bütçe mekanizmaları Türkiye ekonomisinin 2007 yılına kadar yüksek hızla büyümesinin ve enflasyon ve faizde ciddi düşüşlerin temel kaynağını oluşturdu. Bu reformlarla sağlanan güçlü ekonomik büyüme, hem eğitimde fırsat eşitsizliklerinin, hem de bölgesel gelir farklarının azalmasını sağladı.
2001 reformunun en önemli özelliği karar alma mekanizmalarının bağımsız kurumlara aktarılmasıydı.
2007’den itibaren ne yazık ki bu süreç tersine döndü; Merkez Bankası bağımsızlığının ciddi erozyona uğraması, kamu ihale kanununda yapılan yüzden fazla değişiklik (189 kez), kamu maliyesi üzerinde denetimin zayıflaması bu geriye dönüşün sadece bir kaç örneği. Onlarcası sayılabilir.
Ekonomik performans açısından 2007 sonrasının, 2002-2007’ye kıyasla ciddi bir gerilemeyi beraberinde getirdiğini biliyoruz. Örneğin, 2019 itibariyle hem enflasyon hem de faizlerde en son 2000’lerin başında tecrübe ettiğimiz yüksek rakamlara tekrar geri dönmüş bulunuyoruz.
Ekonomik ve siyasi kurumların kalitesinin ülkelerin kalkınma ve büyüme süreçlerinde anahtar rol oynadığı 1990’lardan bu yana yaygınca kabul ediliyor. Bunun en önemli nedeni kurumların kolektif yaşamın kurallarını belirlemesi, bunu yaparken de hem birey davranışları üzerine kısıt koyması, hem de ekonomik teşviklerin temelini oluşturması. Kısacası, kurumlar toplumun farklı birim ve bireylerinin etkileşiminin çerçevesini çiziyor, oyunun kurallarını belirliyor.
Ekonomik araştırmalar bu kurumlar arasında kuvvetler ayrılığı, ifade ve basın özgürlüğü, katılımcı demokrasi ve özellikle hukukun üstünlüğünün ekonomik performans ve kalkınma için hayati önem taşıdığını gösteriyor.
Aşağıdaki grafik bu konudaki araştırmalardan üç örnek sunuyor; hukukun üstünlüğü ve kişi başına düsen gelir arasındaki ilişkiyi ölçen bu üç çalışmanın sonuçları grafikte üç ayrı çizgi ile özetlenmiş. Mavi, kırmızı ve yeşil noktalar analize konu olan ülkelerin hukukun üstünlüğü endeks değerleri ile kişi başı gelir kombinasyonlarını gösteriyor. Üç çalışmanın da sonuçları hukukun üstünlüğünün yüksek olduğu ülkelerde kişi başına düşen gelirin de yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Ekonomik ve siyasi kararların öngörülebilir olması, özellikle dışa açık ve dış kaynağa bağımlı Türkiye gibi ülkelerin olmazsa olmazı.
Sonuç olarak, her geçen gün derinleşen ve ülkede hukukun üstünlüğü ile ilgili ciddi kuşkular uyandıran oy sayma krizini en kısa sürede ve kanunların çizdiği çerçevede, şeffaf bir çözüme kavuşturamazsak, yeni ekonomi programı dünyanın en cazip teşvikler sistemini de ilan etse başarı şansımız yok.