2016 Avrupa için Grup'ta ilk maçımızda İzlanda ile oynuyorduk. İzlanda tipik bir kuzey Avrupa ülkesi olarak futbola da ciddi yaklaşıyor, ciddi çalışıyor. Fiziksel güçleri yüksek. Mücadeleci bir ekip oluşturmuş olmaları da sürpriz değil. Zaten çok sayıda oyuncusunu yut dışına ihraç ediyor. Sahaya çıkan on bir İzlandalının da ülke dışındaki kulüplerde forma giyiyor olması bunun bir göstergesi.
Bizim ise her zaman en önemli dayanağımız kazanma azmimiz. Açıkçası savaşıyoruz ya da savaşmak istiyoruz ve bireysel çabalarla da oyunu çevirmeye çalışıyoruz. Yani belli bir sistemimiz, oturmuş bir oyun anlayışımız hala yok.
Bize göre az ama Rejkavik'e göre çok sayıda İzlandalı taraftarın önünde başlayan maçta ev sahibi takımın baskısı vardı. Baskı giderek arttı, ardı ardına kornerler geldi.
14'te sert ve arka direğe kullanılan böyle bir kornerde Bödvarsson'un kafası neyse ki direkten döndü. Ama aynı Bödvarsson 19'da ikinci şansını iyi kullandı ve takımını 1-0 öne geçirdi. Korner atışından gelen topa Onur çıktı ama topu alamadığı gibi Bödvarsson'un kafasına gitmesine yol açtı.
İlk bizi heyecanlandıran, umutlandıran hareket ise 27'de Selçuk'un şutuyla geldi.
Aslında bu dakiklarda topla daha fazla oynayan taraf bizdik ama top bize geldiğinde yavaşlıyor ve etkisini kaybediyordu hep. Üç dört kez dokunmadan topu ayağından çıkarmıyordu oyuncularımız. Buna karşın İzlanda topu basit ama çok hızlı, sert ve dikine oynuyordu. Taç atışları bile kalemizde tehlike yaratıyordu.
Ne var ki 42'de tehlikeli olan bizdik. Soldan Caner'den aldığı topla caza alanına yaklaşan Arda kaleyi gördü, iyi vurdu ama kaleci topu kornere göndermeyi başardı. Doğrusu gole hiç bu kadar yaklaşmamıştık.
Belki ikinci yarı hatalarımızı görür düzeltirdik. Mesela orta alanda kolay top kaybetmez ve tempoyu yükseltebilirsek maçı da çevirebilirdik.
Ama öyle olmadı. İzlanda, oyunun başındaki sakin ama basit ve hızlı oyunu sürdürerek maçı denetimine aldı.
Biz de onlara yardım ettik. Orta alan oyuncuları başta Emre olmak üzere hızlanmak yerine takımı kendi ritimlerine uydurdular. Top tutamadıkları gibi her topu rakibe verdiler. Oyun orta alanla bizim onsekiz arasında gidip gelmeye başladı. Öyle ki TV yayını bile tekrardayken yeni atakları kaçırdı.
Dahası 59'da Ömer dört dakika içinde böyle pozisyonlarda iki sarıdan kırmızı kartı görünce takımımız on kişi kaldı. Bundan sonrası için pek bir umudumuz kalmamıştı. On kişi kalmak bile oynadığımız uyuşuk futbolun mazereti olamazdı.
65'de Terim, Selçuk ve Olcan'ı oyundan çıkardı, Mustafa ve genç Ozan'ı oyuna alarak takımı yeniledi.
70'de yine Caner'le başlayan akında Arda'dan gelen pası beklemeyen Burak topa iyi vuramayınca umudumuzu da kaybettik.
Zaten bulduğumuz bir kaç pozisyon da bir sistemin ürünü değil anlık, rastlantısal parlamalardı.
76 da dünya klasındaki oyuncuları G. Sigurdsson'un topu Onur'un müdahalesine rağmen çizgiyi geçti. Burada önemli olan top tam çizgiyi geçerken o noktaya yetişen ikinci oyuncunun da bizim defanstan bir oyuncu yerine yine bir İzlandalı forvet olmasıydı.
Daha bir dakika geçmeden 77'de Sigthörsson teslim bayrağı çekmiş sol kanadımızdan girdi, düzgün vurdu ve İzlanda'nın üçüncü golünü attı.
Ve ilk maçımız hüsranla sonuçlandı.
Oynadıkları futbol ekonomik değerleriyle ters orantılı iki takıma baktığınızda sorun apaçık ortada duruyor:
1. Terim yıllardır futbol ve taktik anlayışını geliştirmedi. Dizilişle oynamayı taktik gelişme sanıyor. Yorumcular da saatlerce bundaki kerameti bulmaya çalışıyor. Caner'i ileride tutma buluşu bize 3. gol olarak geri döndü.
Oysa İzlanda basit bir 4-4-2 oynadı. Ama kendi yapısına en uygun futbolu, çok çalışarak en etkili biçimde sahaya yansıttı.
2. Bizde Emre B. hala takımın değişmezi... Kendi yavaşlamış, takımı da yavaşlatıyor. Üstelik bütün geçmişine karşın kaptanlık bandını koluna takıyor. Hem de "respect -saygı" yazan bandı... Milli takım bazılarının tapulu malı sanki.
3. Buna karşılık Almanya'yı seçse Dünya Şampiyonu kadroda yer alacak olan Hakan Calhanoğlu, 2-0'dan sonra 76'da oyuna giriyor. Bu takımda gençlere yer yok, ya da figüran olarak var.
4. İzlanda futbola bilimsel olarak hazırlanmış, çalışmış, basit ve disiplinli oynayan bir takım. Biz ise kuru motivasyonla bireysel parlamalardan medet umuyoruz. "Gününde bir Türkiye", "Türkiye gibi oynarsak", "yıldızlarımız, ustalarımız sorumluluk alırsa"gibisinden boş laflarla zaman geçiriyoruz. Penaltı olmayan penaltılardan, hakem kararlarından, dünkü maçta "rüzgar"dan mazeret üretiyoruz.
Bu basit gerçekleri görmüyor musunuz? O zaman "ah şu olsaydı", vah bu olmasaydı" gibisinden ağlamaya devam.