İngiltere'de bir maçta bir takım dönerek oynamaya başlayıp akıl almaz paslar attığında, atak üzerine atak tazelediğinde, kısacası eğlenerek oynayıp seyredeni eğlendirdiğinde o takımın tribünleri zevkten ayağa fırlar ve tazahürata başlar:
"Alkışlayın sahada Brezilya var!"
İşte Brezilya bu futbolun adıdır. Bu ad sadece 1958, 1962 ve özellikle 1970 kadrolarıyla değil, kupasız dönülen 1950 ve 1982 kadrolarıyla da hak edilmiştir.
Bu yüzden Brezilya çocukluğumuzdan beri futbolu sevmemizde en etkili ülkelerin başında yer almıştır hep. Brezilyalı futbolcuların kıvraklığı, gol yollarındaki başarıları ve tabii Brezilya halkının futbol tutkusu bizi derinden etkilemiş, mikrop gibi kanımıza girmiştir.
Ne var ki futbolun değişmesi Brezilya futbolunu da değiştirdi. Defansif zaaflarıyla eleştiri alan Brezilya gün be gün şekil değiştirdi. Brezilya'da futbol okullarında, "artık Avrupa'dan cüsseli savaşkan adamlar istiyorlar" dendi doğuştan kıvrak çocuklara. Melo'lar, Emerson'lar baş tacı edildi... 1990 Kupası böyle kazanıldı; 0-0 biten finalin sonunda penaltılarla.
Bugün Dünya'ya forvet oyuncusundan daha fazla savunma oyuncusu ihraç etmesi bile bunun bir göstergesi.
Bu Brezilya'nın Brezilya olmaktan çıkışının yakın tarihsel nedeni.
Bir de güncel nedeni var.
Brezilyalı muktedirler, Kupa'yı düzenlemenin Kupa'yı kazanmaya yeteceğini sandılar. Herkes takım bozdu, takım kurdu. Scolari gibi 2002'deki dinamizmini çoktan yitirmiş, küstah birini takımın başına getirdiler. Ne oynayacağını, nasıl oynayacağını bilmeyen adamları sırf büyük takımda oynuyor diye ilk on bire aldılar.
Bu Brezilya'da ançak üç beş kişinin çabaladığı ama takım olarak fazla bir şeyin ortaya konmadığı daha Hırvatistan maçından belliydi. O zaman yazmıştık; "bu futbolla fazla uzağa gidemezler" diye. Keşke Şili'nin son saniye topu direği değil ağları bulsaydı. Brezilyalı futbol tutukunları böyle bir yıkım gecesi yaşamazdı. Şili, Kolombiya, Kosta Rika ve Meksika üzerinden yürüyen futbol devrimi de bir yarı final görürdü.
Almanya karşısına çıkan Neymar'sız Brezilya'nın tarihin en zayıf, daha doğrusu "en Brezilya gibi olmayan Brezilyası" olduğunu söylemek için çok şey görmüş olmak gerekmiyodu kısacası.
Bir de Almanya'ya bakalım. 2006'dan sonra futbolu özgürleştirdiler. Panzerlikten baleye geçtiler. Her futbolcu oyunun içindeydi ve yeteneği ölçüsünde kendi oyununu da oynuyordu. Skora bakmıyor, hep atağı düşünüyor, eğlendirmek için bir gösteri sunuyorlardı.
Son Avrupa ve Dünya şampiyonalarında hiçbir şey kazanmadılar. Ama giderek gönülleri sonra da akılları kazandılar. Bu yüzden artık 2014'ün en güvenilir favorisi onlardı. Dolayısıyla ilk dörde kalmaları kimseyi şaşırtmadı. Ama merak edilen bu kez güçlerinin şampiyonluğa yetip yetmeyeceğiydi.
Ve nihayet karşılaşma başladı. Çok da hızlı başaldı. Daha çok Brezilya'nın baskısı vardı bu ilk dakikalarda. Zaten Sambacılar her maça taraftarlarının da gazıyla böyle hızlı başlıyorlar.
Ama o dakikalarda hiç birimizin aklına Almanya'nın sazı eline alacağı ve ardı ardına attığı golleriyle rakibini ezip geçeceği gelmemişti doğrusu.
Tamam, Almanya savunma anlayışıyla, hücum anlayışıyla takım gibi takımdı. Kağıt üzerinde de Brezilya'ya göre çok daha üstün yanları vardı ama bu kadarı bir Dünya Kupası yarı finalinde pek görülebilir, yaşanabilir bir durum değildi.
Ne ki Almanya her pozisyona dörtlü, beşli ve müthiş hareketli katılırken Brezilyalılar durup seyrediyordu onlara. Görülmemiş, yaşanmamış durumların görüleceği, yaşanacağı hissedliyordu.
Gol yağmuru 11'de başladı. Kroos'un kullandığı kornerde topla buluşan Müller fırsatçılığını gösterdi ve erken bir golle Almanya'yı öne geçirdi.
Ve sonra 6 dakikada 4 gol daha izleyecektik Almanya'dan.
23'de müthiş bir paslaşma trafiğinin ardından Klose golleri ikiledi. Tam Brezilyalık bir goldü bu, önce Kroos'un, sonra da Müller'in paslarıyla. Ve Dünya Kupalarının En Golcü Futbolcusu" ünvanı Brezilyalı Ronaldo'dan, Almanyalı Klose'ye geçiyordu.
24'te Toni Kroos, 26'da yine Kroos, 29'da Khedira skoru 5-0 yaptı. Neredeyse golleri takip edemez olnuştuk. Hepsi antrenman golleri gibi rahat ve örgütlü yaratılmış, çabuk paslarla dağıtılmış savunma arasından boş kaleye bırakılmış gollerdi bunlar.
Löw ikinci yarı Hummels'i çıkardı, yerine Mertesacker'i aldı. Belli ki 5-0'ın verdiği güvenle sakatlıktan yeni çıkmış Hummels'i riske etmek istememişti.
Brezilyalılar ise devre arası düşünmüş taşınmış turu alamasalar da farkın açılmaması için ellerinden geleni yapmaya karar vermişlerdi. Almanya kalesinde baskı yapmaya çalıştılar. Hatta 51' ve 52'de ardı ardına iki net pozisyon yakaladılar. Ama kalede Neuer gibi bir kaleci vardı ve şahane kurtarışlarıyla kalesini gollere adeta kapadı.
Brezilya'nın o parlaması da söndü sonra. Almanya artık finali garantilemiş, kendini fazla yormadan 90 dakikayı tamamlamaya çalışıyordu.
Ne var ki top bir şekilde dönüp duruyordu ve her iki taraftan da yeni bir gol beklemek yanlış olmazdı.
Yeni gol 69'da geldi. Ama Brezilya'dan değil oyuna yeni girmiş Schürrle'nin ayağından Almanya'dan geldi. Oyalanırken bile golü bulan taraf olmuşlardı.
Maç da bitmek bilmiyordu bu ağırlaşmış tempoda.
Hiç zahnet etmeden hiç müdahaleye uğramadan Almanya yedinci golünü 77'de Schürrle'yle buldu. Sonradan oyuna giren Schürrle böylece neredeyse hat-trick yapacaktı.
Nihayet 90. dakkaya gelmiştik. Mesut çok müsait pozisyonda topu kalenin hemen yanından auta atıp sekizinci golü kaçırırken hemen ardından gelişen akında Brezilya şeref golünü Oscar'la kazandı.
Evet tarihi bir sonuç. Ama oynanan futbola bakınca anlaşılır bir sonuç. Kimse ünüyle, geçmişiyle yaşayamıyor. Futbolda aristokrasi yok anlayacağınız.
Hep ileriye, hep yeniye doğru gelişme var bu oyunda. Şimdi Almanya'ya bakınca insanın içinden "alkışlayın sahada Brezilya var" demek geliyor.
Brezilya formasını giyen takım ve ona gönül verenler için ise şimdi, ""Biz eski günlerle, kupalarla oyalanırken, rakiplerimiz neler yapmışlar?" sorusunu sorma zamanı. Kısacası, artık Brezilya için öğretme değil öğrenme zamanı.