Yerel seçimler gösterdi ki futbol siyaseti, tribün sandığı etkilemiyor. Trabzon örneğinden gidelim mesela; AKP, 2009 yerel seçimlerinde yaklaşık yüzde 48 olan oy oranını şimdi yaklaşık yüzde 60'lara çıkardı. Oysaki 2010-2011 sezonunda Fenerbahçe'nin şike davasında yargılanması sonucunda o sezonu ikinci bitiren Trabzon o gün bu gündür irili ufaklı tüm yetkililerden Şampiyonluk Kupası’nın kendilerine verilmesini beklemişti. Çünkü en azından Mahkeme kararlarından, olmadı Yargıtay'ın şikeyi onaylamasından sonra hakkını alacağına inanmıştı.
Ama öyle olmadı. Bizim TFF'ler hiç tereddüt göstermeden kupanın da şampiyonluğun da Fenerbahçe'nin hakkı olduğunda ısrar etti.
Dahası, Başbakan’ın ve BDP hariç meclisteki partilerin Fenerbahçe ile kişileri ayrımak ve şike cezalarını hafifletmek için nasıl çaba harcadıkları ortada.
Bunlar herkesin bildiği gerçekler.
Ne var ki herkesin merak ettiği asıl konu muktedirlerin Şike Davasında aldıkları tavrın Trabzon'da yerel seçimlere nasıl yansıyacağıydı. Ya da futbolda iktidarlara karşı yaşanan küskünlüklerin, kırgınlıkların siyasi seçimlere etkisi olup olmayacağıydı.
Gördük ki Trabzon taraftarı futbol taraftarlığıyla siyasi seçimini birbirinden ayırdı. Yani futbolda yaşanan hayal kırıklığını, küskünlüğünü, hıncını siyasi seçimine yansıtmadı.
Benzer bir yorum Fenerbahçe taraftarı için de yapılabilir. Fenerbahçe taraftarının Aziz Yıldırım'ın aldığı cezalara karşın düzenlediği çeşitli protesto eylemleri, hükümete karşı ulusalcı sloganları hatırlarda. Başbakan’a yönelik protestolar da. Aziz Yıldırım şike konusunu unutturmak için ulusalcı sloganlara sarılmış, neredeyse kendini “Kuvayı Milliye kahramanı” ilan etmişti.
Ne var ki seçim sonrası anladık ki Başkanın"Arkamda 30 milyon Fenerbahçe taraftarı var" söylemleri de dahil hiç birşey taraftarın siyasi tercihlerine yansımamış. İstanbul'da da bu kadar çok taraftarı olan bir kulüp yine AKP'nin oy oranının artmasını engelleyememiş hatta buna katkıda bulunmuş.
Aslında bunda şaşılacak bir durum yok. Sonuçta futbol taraftarı da bu ülkenin insanı. Ve bu ülkenin sorunlarını onlar da yaşıyor. İnsanlar kendi kişisel refahları için kimi kendilerine yakın görüyorlarsa kimin kendi sorunlarını çözeceğine inanıyorlarsa siyasi tercihlerini de öyle yapıyorlar. Birilerine karşı olmakla ekmek teknesi yürümüyor.
Bu hep böyleydi bundan sonra da böyle olacak. Ancak halkı anlamayan, onların taleplerini anlamayan insanlar onların siyasi tercihlerini de anlayamıyorlar. Sadece karşı olmakla, sahte umut ve alternatiflerle, sadece birilerini iktidardan indirmek istemekle siyaset olamayacağını anlamıyorlar.
İşin sırrı halkı anlamakta. Halka daha ileri bir toplum tasavvuru için inandırıcı, güvenilir öneriler sunmakta.
Aynı şey futbol kulüpleri için de geçerli. Kulüp yönetimleri de taraftarı anlayamıyor. Gerçek taraftara güvenmiyorlar.
Bir takım baskılarla bir takım yaptırımlarla taraftarı yönettiklerini dahası tatmin ettiklerini sanıyorlar. Ama sonuç ortada. "Milyonlar arkamda" diyen "Milyonları zor zaptediyorum" diyen kulüp başkanları da bu seçim sonrasında oturup bir düşünmüşlerdir umarım.
Ortalıkta sıkça görünen, Başkanları, yönetimleri için eylem yapan, tehtidler savuran taraftara gelince; onlar da tabii ki varlar, tabii ki gerçekler. Ama hepimiz biliyoruz ki her kulüpte kulübe menfaat ilişkileriyle bağlanmış, yöneticiler ne isterse onu yapan bir takım taraftar görünümlü çevreler var. Ve bunlar bazen insanları taraftarın bütününe ilişkin yanılgıya düşürebiliyorlar.
Siyasi seçimlerde hüsrana uğrayanlar gerçekte insanları iyi anlayamayanlar. Kulüpler bazında da başarısız yöneticiler taraftarı iyi anlayamayanlar.
Bu tabloda gerçek taraftarın isteklerini yerine getiremeyip tam tersine taraftarı aldatmaya çalışan yöneticiler giderek kulüp üzerindeki inisatiflerini de kaçırıyorlar. Ve doğal olarak kötü yönettikleri kulüplerin baş edemedikleri sorunları için siyasilerden yardım istiyorlar. "Siyasilerin istediği bir göz onlar veriyor iki göz."
Anlaşılan o ki bundan böyle kulüpleri de siyasiler çok daha etkin bir biçimde yönetecek. Cezaevi deyimiyle “kıyakçılık yerini ayakçılık”a bırakacak.
Bakın Galatasaray biraz hükümetle ters düştü; Fatih Terim Milli Takıma alınıverdi. Ardından gördük ki Fatih Terim'in içerde olmadığı bir Galatasaray bir türlü iflah olmuyor nedense. Basının yalancısıyım; futbolcular Terim’I arıyormuş sık sık. O da “neden arıyorsunuz beni, bu doğru değil” diyeceğine, “olumlu” tavsiyelerde bulunuyormuş.
Beşiktaş İnönü Stadı’nı, ortaya çıktı ki bazı icazetlere, “sözler”e güvenerek yıkmış. Başkan "Ağustos'ta inşaatı bitiricem" sözü veriyor ama inşaatın durumu ve mali tablolar pek öyle demiyor. Bu hikayenin sonu belli değil. Umarız ki, Beşiktaş kendi gücüne dayanarak ve müdahalelere direnerek bu işin altından kalkar. Yoksa icazetle, taşıma suyla iş zor.
Fenerbahçe'ye gelince: Şike Davası’ndan ötürü ne kadar muhalefet yaparlarsa yapsınlar, Aziz Yıldırım'ın Yargıtay 'da onanan ama henüz yürürlüğe konmayan cezası Fenerbahçe yönetiminin yumuşak karnı. Yıldırım’ın hapse sokulmama karşılığında hükümetle uzlaştığı söylentileri doğru olabilir mi acaba? Öyleyse Aziz Yıldırım'la Hükümet arasındaki ilişkiler kulübe nasıl yansıyacak? Bu da kocaman bir soru işareti.
Anlayacağınız siyaset futbolu artık çok daha etkili bir biçimde yönetecek. Ama futbolun siyaseti etkileme gücü olmayacak.
Bu karamsar tablo yani futbolun siyasetin elinde bir oyuncak olma hali futbolseverler için tabi ki üzücü. Futbolun cazibesini azaltan bir durum bu.
Ama ben yine de umutluyum. Çünkü her derdin bir devası mutlaka olur, ölümden gayri. Ayrıca dibe düşmeden yukarı çıkılamayacağına da inanıyorum. Ne var ki ne kadar dibe düştük daha ne kadar daha düşeceğiz orasını bilemiyorum.
Bildiğim şey; hem siyasette hem futbolda hitap ettiği kitlelere dürüst yaklaşan, hiçbir menfaat gözetmeksizin yaklaşan, kitlesini anlayan, onlarla bütünleşen anlayışların bir gün kazanacağı… Gerçeklerden korkmayan, ona göre siyasetler belirleyen, kendi egosunu ön plana çıkarmayan, iktidar ve refah zehrini tatmamış kişilere ve hareketlere güvenmek gerek.
Sahte umutların, kolaycı alternatiflerin değil, gerçek muhalefetin güçleneceği günlere kadar belki artık klişeleşmiş olan eski sloganı tekrarlamak istiyorum.
“Gerçekçi ol, imkânsızı iste.”