Kara kaplı kural kitabı şunu söylüyormuş, yok bunu söylüyormuş.. Kurallara uymayı pek severiz(!) ya Kasımpaşa-Beşiktaş maçında Kasımpaşalı oyuncu Donk’un yarattığı pozisyonun ardından herkes kurallar kitabından alıntı yapıyor, kendince yorum yapıyor. Ve hakemin verdiği kararın yanlışlığından dem vuruyor.
Gerçekten de o olayın karşılığı sadece bir sarı kart olamazdı. Şimdi bunu herkes anlamış durumda. (Gerçi Lig TV hakem yorumcusu Marcus Merk de anlamış mıdır onu bilemiyorum).
Kuralları hiç bilmeyen ve o maçı seyreden bir insan bile ceza alanına elinde saha dışında olması gereken ikinci bir topla dalan ve elindeki topu maçın gerçek topuyla ataktaki rakibinin ayağına fırlatan oyuncuya bir tek sarı kart gösterilmesini garip karşılar.
Futbolu birazcık anlayan biri bile verilen kararın yanlışlığını anlar ya da hisseder.
Mahalle maçında bile böyle bir hareket yapanı bir daha hayatta maça almazlar.
Ama maçın hakemi hangi gerekçeyle öyle garip bir karar verdi bilemiyorum. Her işte olduğu gibi futbolda da katı kuralların içinde kalmak, kurala şartlara göre yorum getirememek o işi layıkıyla yapamadığınızı gösterir. Her hangi bir olağan dışı durumda çuvallayacağınızı gösterir.
Kaldı ki kuralları maçın hakemi gibi okumak da yanlışın yanlışı…
Eski hakem Lale Orta maçın hemen ardından attığı tweet’le duruma açıklık getirmişti ama o dakikalarda Marcus Merk Lig TV’ de Nuh diyor peygamber demiyor, hakemin kararını savunuyordu. Ve kafaları fena halde karıştırıyordu.
Maç gecesi T24’e yazdığım yazımda da söyledim; o hareketin karşılığı en az penaltı olmalıydı diye.
Yani hakem olayı doğru yorumlayamadığı için kural hatası yapmıştır. Bu iki kere iki dört.
Ama bizde kurallar duruma göre eğilir bükülür kılıfına uydurulur.
Mesela 2003-2004 sezonunda tekrarlanan Rize-Fenerbahçe maçını hatırlayın. Gerçi o maçı kimse hatırlamak istemez bugün. Çünkü o maçı yazarı, çizeri, yorumcusu Fenerbahçe’nin istediği gibi yorumlamıştı nedense. Hakem hatası olmuştu kural hatası. Zaten o sezondan kazançlı çıkan Fenerbahçe’ydi. En büyük kaybedeni de yine Beşiktaş’tı. Düğmeye basma harekeydi o maçın tekrarı.
Hakem hatası nasıl da kural hatasına dönüştürülüvermiş ve beş dakikası kalmış maç nasıl da kaldığı yerden değil baştan oynatılmıştı.
Hem de maçın hemen ardından da değil.
Anımsıyorum; maçın tekrarına karar verildiğinde hemen aklıma yabancı futbolcuların yılbaşı tatiline gitmeleri halinde Fenerbahçe’nin kadro kurarken zorlanacağı gelmişti.
Saflığım bitmek bilmiyor.
Çünkü tekrar maçı bir-iki gün sonra oynanmak yerine ikinci yarıya belirsiz bir tarihe ertelenmişti. Böylece yılbaşı tatiline gidecek yabancı oyuncular üzülmediler. Fenerbahçe o maçı 2 ay on gün sonra istediği zamanda ve devre arasında yaptığı yeni transferleriyle oynadı. Ve son beş dakikasına 1-1 berabere girdiği maçı tekrarında farklı kazandı. Böylece Beşiktaş’la olan 11 puan fark 8’e iniverdi.
Rize maçında minareye kılıfı biçen TFF görevlisi daha sonra FB Yönetim Kurulu’nun değişmez adamı, Aziz Yıldırım’ın da sağ kolu olacaktı.
FB-Rize maçının yeni baştan ve yeni oyuncularla tekrarının ardından Beşiktaş’ın Samsun maçı, ardından Ankaragücü maçı onun ardından da teşvik primlerinin yıllar sonra apaçık ortaya çıkacağı İstanbulspor maçı gelecekti.
Kim daha bastırırsa kim dişini daha fazla çıkarırsa o haklı oluyor bu memlekette.
Haklıların haksız, haksızların haklı muamelesi görmesine çok tanık olduk biz.
Yani hem Galatasaray maçının ardında, hem de Kasımpaşa maçının ardından yaşananlar Beşiktaş’ın geçmişini objektif olarak takip edenler için hiç de şaşırtıcı değil.
Beşiktaş kıyım kıyım kıyılıyor yine.
Beşiktaş’ı en başta Beşiktaş Yönetiminin sahip çıkması gerekiyor. Ama onlar da sıradan taraftarlar gibi sadece şikâyet ediyor.
Bu kadar haklı zeminde oldukları halde haklarını korumak konusunda yeterli gücü ortaya koyamıyorlar.
BJK Başkanı sorumlu olarak, “Stat yapımını engellemek isteyenlerin yarattığı kaos ortamını” gösteriyor. Stat inşaatının bu olaylarla ne ilgisi olabilir? Bir ilgi varsa Başkan’ın bu ilgiyi açıklaması gerek. Kaos ortamını yaratanların kimler olduğunu açıklaması gerek. Kamuoyu bunları bilmek istiyor.
Oysa ki mağdur edebiyatıyla, her durumda stat konusunu ileri sürmekle bir yere varılamaz. Mağdur olduğunuzu herkes biliyor zaten. Kendinizi savunma biçiminiz, kendinizi anlatma biçiminiz, haksızlıklar karşısında duruşunuz önemli. Koyduğunuz tavırla mağduriyetten büyüyerek çıkmak mümkün olduğu gibi yeni mağduriyetlere kapı açmak da mümkün.
Maç tekrar oynansa sorun bitecek mi? Beşiktaş etkisi, gücü olmayan bir sıra takımı durumuna düşürüldü. “Evrakta sahtecilik” yapan, “şike” yapan konumuna düşürüldü. Bu olaylarla yüzleşilmedikçe, bu olaylara neden olanlardan hesap sorulmadıkça Beşiktaş’ın kanadı, kolu kırılıyor. Bu gidişi tersine çevirecek kimse yok.
Sportmenliğin kalesi Beşiktaş yıkılıyor, Başkan stat derdinde. Kasımpaşa maçı tekrar edilse de her şey süt liman olmayacak.
Ama ben olayın daha farklı bir yönüne dikkat çekmek istiyorum.
Kuralları bir kenara bırakıp işin ruhuna girmek istiyorum.
Özellikle İsviçre maçıyla ayyuka çıkan” kazan da nasıl kazanırsan kazan” mantalitesinden bahsetmek istiyorum. Tabii ki her zaman bir takım kılıflarla önümüze çıkıyor bu anlayış. Kimi zaman milli meseleye bürünüyor, kimi zaman renk aşkına ya da kulüp sevgisine.
Ve sonuçta sportif bir faaliyet sportiflikten giderek uzaklaşıyor. İnsani vasıflarını kaybediyor. Sahtekârlık, haksız kazanç, vicdansızlık “ profesyonellik” olarak yorumlanabiliyor.
O kadar alıştık ki artık bu yaklaşımlara. Sahada rakibini güç durumda bırakan, rakibine insafsızca davranan, hakemi aldatıp haksız kazanç elde eden, oyunu bozarak vakit öldürmeye çalışan oyuncular maçı anlatan, yorumlayan Medya mensupları tarafından “akıllılık” olarak ifade edilebiliyor.
O maçı izleyen, maçın yorumunu okuyan genç insanları ya da kolayca etkilenebilen insanları düşünün. Spor böylece spor olmaktan çıkıyor ve sadece galip gelinmesi gereken sadece kazanılması gereken bir etkinliğe bürünüyor.
Ondan sonra biz neden spor yapmıyoruz, neden sporu sevmiyoruz, neden tribünleri doldurmuyoruz diyoruz.
Kazanmak garanti değilse o taraftar niye tribüne gitsin?
Kazanmak garanti değilse neden bir kulüp futbolcu yetiştirmekle vakit ve emek harcasın?
Ve neden sahada dürüst ve sportmence davransın?
Kafanın hep kısa yoldan ve garantili kazanma yönünde çalışacağı açık değil mi böylesi bir ortamda?
Üstelik tüm bunlar güya futbol gemisinin yürümesi için yapılıyor. Pisliklerin üstü kapatılırsa, olaylar deşifre edilmezse insanların saf saf bu oyuna bağlılığının süreceği umut ediliyor.
İşte bu yüzden hiçbir şekilde öz eleştiri yapmıyoruz. Hiçbir hatamızı kabul etmiyoruz. Yani hiçbir şeyimizi düzeltmek istemiyoruz.
3Temmuz sonrasında yaptığımız tam da buydu. Sadece kirliliğin üstünü örttük biz. Ve temizlenme konusundaki büyük şansı geri teptik.
Beşiktaş’ı bu hallere düşüren Başkanı TFF’nin başına getirdik. Tribüne hareket çeken, futbolcu meslektaşına boğaz kesme hareketi yapan birini milli takım kaptanı yaptık. İsviçre maçının başrol hocasına tekrar milli takımı emanet ettik.
Çok isabetli işler bunlar aslında. Çünkü bizde oportünizm akıllılık, sportmenlik ise enayilik.