Varlık bilinci ve gerçeklik algısı insanın her zaman en öncelikli sorusuydu.
Platon, gerçeklik olarak algıladığımız şeyin bir mağaranın duvarlarına yansıtılan gölgeler olduğunu ileri sürerken René Descartes, "Düşünüyorum öyleyse varım" diyerek düşünme sürecini gerçekliğin tek ölçütü olarak tanımlıyordu.
1700'lerde, George Berkeley'e göre ise Dünya bir illüzyondan başka bir şey değildi.
Günümüzde de bilim insanları ve felsefeciler bir simülasyon içinde olup olmadığımızı tartışıyorlar.
Simülasyon, Latince kökenli bir kelime, "taklit, benzetim" anlamına gelmekle birlikte anlam olarak bir şeyin benzerini oluşturmanın yanısıra onunla ilgili öngörülerde bulunabilmeyi de içeriyor.
Bu tanıma göre simülasyon için, kuramsal ya da fiziksel bir sistemin modellenerek onun özelliklerinin ve davranış biçimlerinin değerlendirilmesini ve öngörüler yapılabilmesini sağlayan bir teknik diyebiliriz.
Örneğin, Newton kanunları ve formülleri kullanılarak tüm evreni değil ama en azından bizim klasik Dünya'mızın simülasyonunu yapabilir, tanımlanan parametreler üzerinden geçmişe ya da geleceğe dönük öngörülerde bulunabiliriz.
Gökyüzündeki bulutlar basit denklemlerle oluşturulabiliyorsa, basit bir tekrar programı ile ağaçlar, evler ve bir koca dağ oluşturmak mümkün.
Toplumsal yapıları da modele aktarmak zor değil. O da özünde bir matematik; istatistiksel araçlar yardımıyla insan toplulukları da modellenebilir ve bu modeller yardımıyla öngörüler yapılabilir.
Zaten yapılıyor.
Ancak biz bu simülasyonun yaratıcısıyız, onun içinde değiliz, olmayız da. Ve eğer biz bir simülasyonun içinde olursak onun yaratıcısı değilizdir; dahası simülasyon içinde olduğumuzu da biliyor olmamız olası değildir.
Benzer şekilde fizik kuralları yüklenerek evrenin simülasyonununu da yapmak mümkün. Bilim insanları, atom altı parçacıklardan galaksilere, hatta tüm evreni başlangıçtan günümüze değişen evrelerde simüle etmeye çalışıyorlar. Bu simülasyonlar yıldızların, galaksilerin ve kara deliklerin nasıl oluştuğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Hatta evreni nasıl bir gelecek beklediğini bu simülasyonlardan öngörebiliyoruz.
Bilgisayar kapasitesi arttıkça simülasyonlar da daha karmaşık hale geliyor.
Massachusetts Institute of Technology'den Seth Lloyd , "Evren dev bir kuantum bilgisayar olarak kabul edilebilir" diyor. Bizlerin devasa bir bilgisayar simülasyonu içinde yaşadığımızı ve bir sanal dünyayı deneyimlediğimizi düşünüyor.
Seth Lloyd gibi düşünenler bir simülasyon içinde olduğumuzu düşünmek için iyi nedenler olduğunu iddia ediyorlar. Bunlardan biri, evrenimizin zaten tasarlanmış gibi görünüyor olması; bir diğeri de matematik.
Simüle bir evrende olduğumuzu ileri sürenlere göre, gerçekliğimiz matematikten başka bir şey değil.
Biliyorsunuz, bir çok bilim insanı evreni tek bir denkleme indirgeme çabası içinde. Diyorlar ki: Eğer evreni tek bir denklemle ifade edebilirsek "gerçek" gerçekliğimizi yani varlık nedenimizi anlayabileceğiz!
O zaman kesin olarak bir simülasyon içinde olduğumuzu mu anlamış olacağız?
Ancak farklı görüşler de var.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden bilim insanı Alan Guth, dev bir bilgisayarın üretimi olduğumuz fikrine katılmıyor. Gerçek olabileceğimizi, ancak evrenin ince ayar kurgusundan hareketle tasarlanmış bir tür laboratuvar deneyi olabileceğini ve bizlerin de onun içinde olabileceğimizi öne sürüyor. Yani Guth'a göre bir deney tüpü içinde olabiliriz. Gerçek madde ve enerjiyle dolu bir tüp içinde yapay bir Büyük Patlama'dan bir evren üretme olasılığını dışlayan bir durum olmadığını söylüyor.
Eğer öyleyse, başka yerlerde bu deneyi tasarlayan bir üst zeka veya bir üst uygarlık var olmalı.
Alan Guth'un bu yaklaşımı Peter Weir imzalı 1998 yapımı "The Truman Show" filmini ve "hiper gerçeklik" olgusunu akla getirmekte.
Fransız filozof ve yazar Jean Baudrillard, hiper gerçeklik dediğimiz olguyu iletişim ve görsel medya araçlarının yaygınlaşması sonucu televizyon programları ve benzer yapılar aracılığıyla üretilen ve bize dayatılan sahte bir "gerçeklik" olarak tanımlıyor.
"The Truman Show" filmi en bilindik örneklerden biri, hatta ilk örneklerden. Film kendisi için hazırlanan sahte bir gerçeklik içinde büyüyen genç Truman'ı konu alıyor.
Truman'ın yaşadığı fiziksel mekan gerçektir ancak Truman için hazırlanmış bir dekor olup burada Truman dışında her karakter sahte ve her şey kurgudur. Truman'ın dünyasında tek gerçek olan şey kendisidir.
Truman bir simülasyonun içinde olduğunun farkında olmaz, ta ki bir gün öldü bildiği babasına benzer birini görene kadar. Elbette bu baba da sahte bir karakterdir. Bu arada yaşam akışı içinde bazı tekrarlar dikkatini çeker, gökten bir lambanın düşmesi ise oldukça kafa karıştırıcıdır.
Beraberinde sorgulamaya başlar ve her soru onun gerçeğe doğru ilerlemesini sağlacaktır.
Truman'ın dünyası, görünürde gerçek olan ama aslında var olmayan kurgu bir dünya ve hiper gerçekliğin somut bir örneği.
Bu dayatılan bir gerçeklik!
Belki bizler de, bir simülasyon içinde olmasak bile, bizlere dayatılmış bir gerçekliği yaşıyor olamaz mıyız?
Kaynakça