İletişim ve medya bizleri çok daha önce viral bir boyuta taşımıştı. Şimdi viral olgunun tehlikeli bir boyutu ile yüzleşiyoruz.
Koronovirüs salgını sonrası ortak kanı hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönünde; ama nasıl olacağı ve bizleri nelerin beklediği yönünde bir belirsizlik hakim. Ancak bu belirsizlik içinden salgının olası sonuçlarını seçebilmek mümkün. Sanırım bizleri her anlamda sarsıntılı ve "viral" bir gelecek bekliyor. Viral derken, tüm yerküreyi etkileyecek olası durumlar kastedilmekte: Ekonomik krizler, sosyal çalkantılar, pandemiler ve viral bir kıtlık.
Bizim jenerasyon çok şey gördü ve fazlasını da yaşadı: Soğuk savaş, darbeler, çeşitli türde ekonomik krizler, mülteci trajedisi, çalkantılar, doğal afetler, depremler hem de en büyüğünden. Dünya savaşlarını görmedi ama görmüş kadar oldu, bir de kıtlığı yaşarsak sanırım görmediğimiz şey kalmayacak.
Bu hafta sonu itibarı ile Dünya genelinde bir milyon üzerinde insan bir biçimde enfekte olmuş durumda ve salgının büyük ekonomik sonuçlar doğurması ise kaçınılmaz.
Hayır hazırlıksız yakalanmadı, pandemi açık açık geliyorum dedi!
Haziran 2018'de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) öncelikli hastalıklar listesinde ilk kez, ilk altı hastalığı "enfeksiyon hastalıkları" olarak tanımladı. Beraberinde ülkelerden pandemi master planı hazırlamaları istendi. Türkiye'nin de hazırladığı bu tür bir pandemi planı var, özel-kamu tüm hastaneler ve diğer sağlık kuruluşlarının katkısıyla hazırlandığı belirtiliyor, ancak biz bu planın varlığını hissetmiyoruz. Özel hastaneler şimdiden havlu atmış durumda, devletin yönetimi alması yönünde talepleri olduğunu medyadan öğreniyoruz.
WHO, bu saptamaları yaparken hareket noktası olarak nüfus artışı, küreselleşme ve önüne geçilemeyen iklim değişikliğini esas almıştı ve haklı da çıktı.
Salgın hastalıklar, insandan insana geçerek ve katlanarak yayılıyor. Artan dünya nüfusu bu tür salgınlar için önemli bir risk.
Bugün Dünya üzerinde 7,7 milyar insan yaşadığını biliyoruz. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan "Dünya Nüfus Beklentisi" başlıklı rapora göre 2050 yılına gelindiğinde 2 milyar daha ekleneceği öngörülüyor. Yani çok değil, 30 yıl sonra, neredeyse dünya üzerinde 10 milyar insan yaşıyor olacak ve bu nüfusun yüzde 68'i de şehirlerde yerleşik.
Bu durum, sosyal iletişimin çok daha sıkı olacağı ve bir salgın durumunda çok hızlı yayılacağı anlamına gelmekte.
Küreselleşme ile ülkeler birbirine daha yakın ve daha sıkı bağlarla yakınlaştıkça ve işbirlikleri arttıkça salgın riskleri de beraberinde artıyor.
İş ve turizm amaçlı uluslararası hareketlilik ise günümüzde doruk noktasına ulaşmış bulunuyor. 1970 yılında 370 milyon insan hava yolu ile seyahat ederken, 2018 yılında bu sayı 4.2 milyar olarak gerçekleşmiş. Bu durumda, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışı ile, gezegenin bir ucundaki bir köyden diğer ucundaki bir şehre ulaşması için 36 saat yetiyor.
Nitekim bu hareketlilik, Çin çıkışlı koronavirüsün 2 ay içinde 60 ülkeye yayılmasına yetti. Bu demektir ki bundan sonrası da gelecek.
Salgının ekonomik sonuçları bir sır değil, COVID-19 halen küresel pazarı fena vurdu, vurmayı sürdürüyor. OECD bunu, finansal çöküşten bu yana küresel ekonomi için en büyük tehlike olarak tanımlıyor. Kısaca, bulaşıcı hastalıkların küresel ekonomiyi yeniden şekillendireceği belirtiliyor.
Küresel Risk Raporuna göre de enfeksiyon hastalıkları gelecek 10 yılda en riskli 10 hastalık içinde ve "insanlığın enfeksiyon hastalıklarına karşı geçmişte başardığı mücadelenin bundan sonrası için bir garantisi yoktur" deniyor.
Bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışı ve yayılmasında iklim değişikliğinin önemli bir etken olduğu, iklim değişikliğine bağlı doğal afetlerin enfeksiyon hastalıkları riskini artırdığı yolunda bulgular var.
Örneğin 2015'te Güney Amerika ve Brezilya'da ortaya çıkan Zeka virüsü, El Nino kasırgası ile ortaya çıkmıştı. Önümüzdeki süreçte, geçmişte Avrupa, Asya ve Afrika da ortaya çıkan sivrisinek çıkışlı haslalıklara benzer türde viral hastalıkların ortaya çıkacağı ve küresel ölçekte 1 milyar insanın maruz kalacağı türde salgınların olabileceği öngörülüyor.
Bu arada küresel iklim değişikliği küresel ekonomiyi vururken bir senaryoya göre 2050'ye doğru Dünya ortalama sıcaklığının da 2 derece yükseleceği öngörüsü var. En çok etkilenecek olan ülkeler salgınlardan da o oranda etkilenen Asya ve Avrupa ülkeleri olacak.
İngiltere kaynaklı bir çalışmada korona salgınının temel parametreleri olan yayılma hızı, ölüm oranı, alınan önlemler gibi temel girdiler kullanılarak yapılan bir modellemede salgının seyri konusunda önemli bilgiler yer alıyor. Buna göre alınan önlemler enfekte insan sayısını azaltmakla birlikte salgının seyrini kısaltmıyor, hatta uzatıyor. Tek çözüm ise aşı.
Salgının Dünya genelinde yayılmasının ve nerede duracağının öngörülememesi ve sorunun uzun bir sürece yayılacağı öngörüsü hakim olmaya başladıkça daha uzun vadeli çözümler de düşünülmeye başlandı. Yani, uzun bir süre salgınla mücadele etmek zorunda kalacağız gibi.
Gerek hastalık ve gerekse salgını önleme yolunda alınan önlemler sonucunda, sosyal yaşamdan ve üretimden çekilen insan sayısı ve dolayısıyla iş gücü kaybı bu kez bizleri başka bir salgınla, kıtlık olgusu ile karşı karşıya getirebilir.
2008 yılında tahıl ihracatçısı ülkelerde yaşanan kuraklıklar, yüksek seyreden petrol fiyatları ve artan tarım girdi maliyetleri Dünya genelinde bir gıda krizine yol açmıştı.
Son haberlere göre Rusya tahıl ihracatını durdurmuş, birçok ülke besin stoklarını kontrol altına almak için harekete geçti bile. Küresel ısınma ile zaten tarımsal rekolteler giderek dalgalı bir seyir izlemeye başlamıştı.
Görünen o ki, her anlamda viral bir çağın eşiğinde durmaktayız!
Kaynakça