Geçen hafta Fransa Genel Sağlık Direktörü Jérôme Salomon'un ülkedeki yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) vakaları hakkında değerlendirme yaparken "Sokaklarda gezen virüsün kendisi değil, onu gezdiren insanlar" dediğini yazdı gazeteler. Virüsün bulaşmasını önlemek için 'sosyal uzaklaşmanın' gerekli olduğunu da.
Çok doğru, virüsler insanlar olmadan ne yaşayabilir ne de başka insanlara bulaşabilirler. Şu sıralar virüsler, biz insanların yardımıyla tüm dünyayı kontrol altına almış bulunuyorlar.
Sosyal yaşamımız bir evrilme sürecine girdi, zihinlerimizde deli sorular: Çin'in Vuhan kentinde bir yarasa hikâyesine göre tasarımlı bir virüs nasıl oluyor da eş zamanlı ilgisiz coğrafyalarda ortaya çıkabiliyor? Bir yanda Tom Hanks'e, öte yanda Kanada Başbakanı'nın eşine ulaşabiliyor!
Nasıl oldu da 1,5 milyar nüfuslu Çin virüsü kontrol altına alabilirken, İtalya tüm Avrupa'yı virüse boyayabiliyor?
Bunların bir açıklaması mutlaka vardır ve bir gün öğreneceğiz.
Geçmişte de virüs kaynaklı, benzer ağır pandemik olayların yaşandığını biliyoruz. Çiçek hastalığı, AIDS, İspanyol gribi ilk akla gelen ve dünyada ağır hasara yol açan salgınlar. Bunların temel kaynağı farklı tipte virüsler. En ağır salgın 1918-1920 yılları arasında 50 milyon üzerinde insanın ölümü ile sonuçlanan İspanyol gribi. HIV virüsü kaynaklı AIDS hastalığı yalnızca 2000 yılında 1,5 milyon üzerinde ölüme neden olmuş ve her yıl bir milyona yakın ölümle hala gündemde. Çiçek hastalığı olarak bilinen "variola" virüsü, büyük zorluklarla dünya genelinde yokedilmiş olarak kabul ediliyor. Ayrıca kuş gribi, ebola, influenza (grip) gibi salgınların tümü virüs kaynaklı.
Biliyoruz ki milyarlarca mikroorganizma, bizden habersiz ve bizim de haberimiz olmadan içimizde yaşamlarını sürdürüp gidiyor.
Bunların bazıları sağlığı tehdit ederken bazıları zararsız. Virüsler, insan sağlığı açısından zararlı bir mikroorganizma türü; diğer bir mikroorganizma türü olan bakterilerin ise bazıları zararlı ve bazıları da değil. Hatta yararlı olanları var.
Bu iki mikroorganizma türünün ortak yanları olduğu gibi ayrılan tarafları da bulunuyor.
Virüsler konaklama olanağı buldukları canlı yapılarda varlıklarını sürdürüyorlar, bakteriler için ise bu sınırlama yok.
Her ikisi de mikron (bir metrenin milyonda biri) düzeyinde minik yapılar, virüsler bakterilerden 10.000 kat daha küçük.
Bakteriler için ilaçlarla tedavi yoluna gidilebilirken virüsleri önlemenin, bir kaç istisna dışında, tek yolu aşı.
Bazı bakteri türleri için vücudumuz tek bildikleri yaşam ortamı.
Vücudumuzu bizimle paylaşan toplam bakteri sayısı trilyonlarla ifade ediliyor. Bunu nasıl saptamışlar derseniz şöyle: Bir gram dışkıda ortalama 90 milyar bakteri bulunduğu öngörüsünden hareketle insan vücudunda en az 38-40 trilyon dolayında bakteri sayısına ulaşılmış.
Buna karşın bir insan vücudundaki ortalama insan hücresi sayısı ise 30 trilyon olarak veriliyor. Bazı rakamlara göre ise bu sayı 100 trilyona kadar çıkabiliyor. Her bir saniyede 50 milyon hücre ölürken aynı süre içinde de 50 milyon hücre doğduğu belirtiliyor. Ancak rakamlar tartışmalı.
Yani vücudumuzda hücrelerimiz oranında bakteri bulunuyor. Büyük bölümü de barsaklarımızda konuşlanmış durumda ve bu bakterilerin besinleri sindirmede yardımcı olduklarını biliyoruz. Son yapılan ve eLife dergisinde yayımlanan bir çalışmada, su içinde yaşayan bir bakteri türü olan siyanobakterilerin mikroskobik bir kamera gibi davrandıkları ve görme iletisine sahip oldukları saptanmış.
TIKLAYIN - Cyanobacteria use micro-optics to sense light direction
Acaba milyarlarca kez büyütülmüş mikroskoplarla onların gözünden bakacak olsak, örneğin barsaklarımızda yaşayan bu mikro canlıların gözünden baksak, bulundukları bağırsak ortamı bizlere nasıl görünecektir?
Bizler, her birimiz, içimizde yaşayan, doğan- ölen, bir biçimde varlığımızdan habersiz yaşamını sürdüren trilyonlarca mikro canlının bu anlamada evreni olmuyor muyuz?
Virüslerle savaşmak bir seçenek değil, zorunluluk!
Virüsler yaşamak için tümüyle canlı bir yapıya ihtiyaç duyarlar. Bunlar insan, hayvan, bitki olduğu gibi bir bakteri de olabilir. Bir protein kabuk içinde genetik bir malzemeden oluşan bu organizmalar bir canlı yapıda konakladıklarında kabuk dağılıyor ve misafir oldukları canlının DNA'sına bağlanarak hızlı bir şekilde kopyalanma sürecini başlatıyorlar.
Virüsün geometrik olarak çoğalmaya başlamasıyla enfeksiyon dediğimiz hastalık hali oluşmakta. Virüs sayısında bu geometrik artış çevreyi de enfekte etmeye başlıyor ve bundan ötesi artık bir salgın.
Virüslerin bu yüksek kopyalama yetenekleri onlara yeni durumlara adaptasyon gücü de kazandırıyor ve yeni kimliklerle tekrar ortaya çıkabilmekteler. Virüslerle savaşın en zor tarafı da bu; iyi olan taraf ise virüslerin canlı olmayan yüzeylerde varlıklarını sürdüremez oluşları, birkaç saat ile birkaç gün içinde etkileri yok oluyor.
Virüslerin tamamı vücudumuz için zararlı ve ölümcül olabilirler. İzole edilmeleri geliştirilen bağışıklık sağlayıcı aşılar yoluyla gerçekleşmekte.
Aşı geliştirme işlemi ise ciddi bilgi birikimi ve laboratuvar çalışmasına dayanıyor. Ama önce salgının kontrol altına alınması gerek. Bu her şeyden önce küresel boyutta bir işbirliğini zorunlu kılmakta, hem siyasi ve hem de bilimsel anlamda. Bilim insanlarının salgının kaynağının tespiti, seyri, önlenmesi ve virüsün tanılanması için klinik ve laboratuvar çalışmaları yanısıra zamana karşı da bir savaş vermeleri gerekiyor.
Bu, mutlaka kazanılması gereken bir savaş!
Ama hala bu virüsün kaynağını çözemedik, aşısı da henüz yok.
Aşı bulunamazsa ne olur?
Bu sorunun yanıtını vermek zor. Bu doğrultuda matematik modellemeler yapılıyor ve ülkeler bunun üzerinden değerlendirme yaparak karar mekanizmalarını çalıştırıyorlar.
Acaba bizde durum nedir, bu yönde bir çalışma var mı?
Aşı bulunamaz ise en dramatik çözüm, tüm dünyada en az kuluçka dönemi süresince eş zamanlı olarak karantina uygulanması olabilir, eğer başarılabilirse. Yapılamaz diye bir önyargı geliştirmemek gerek, son bir ayda yaşadıklarımız bize yerkürenin sandığımızdan çok daha küçük olduğunu göstermedi mi?
Koronavirüs olgusunun bize hatırlattığı çok değerli şeyler var: Sağlık söz konusu olduğunda ekonomi, çatışma, savaş ve diğer her şeyin detayda kaldığını gördük ve daha önemlisi sağlık dahil tüm sorunların bilim temelli yöntemlerle çözülebileceğini anladık. Virüsün bulaşmasını önlemek için 'sosyal uzaklaşmanın' gerekli olduğunu da.
Her şeyden önemlisi başka tehditlere de hazırlıklı olmalıyız: Öncelikle küresel ısınmanın kaçınılmaz sonuçları olan göçlere, su kaynaklarının yok olmasına, besin kaynaklarının azalmasına, afetlere, meteor yağmurlarına hazır mıyız?
Dahası, korana sonrası nasıl bir dünyanın içine uyanacağımızı biliyor muyuz?
Bilim-kurgu filmlerinden esinlenerek hayal edelim: Yaşlı nüfusu azalmış, dolayısıyla sorunları hafiflemiş bir yerküre ve beraberinde "virus-free" yapay zekanın hakim olduğu yeni bir düzen!