Ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking, 2014 yılında verdiği bir demeçte akıllı makinelerin geliştirilmesinin insanlık için büyük bir tehdit oluşturabileceği uyarısında bulunmuştu. Bu uyarısında yalnız değildi; bilim insanları MIT'den Max Tegmark ve Frank Wilczek ile California Üniversitesi'nden Stuart Russell da benzer görüşleri paylaşmaktaydılar. Tartışma bilim insanları ile sınırlı kalmadı. Ünlü girişimci Elon Musk da yapay zekâyı "en büyük varoluşsal tehdidimiz" olarak nitelendirdi.
Öyleyse neden insan yapay zekâ üzerinde ısrarlıdır?
Evrimsel süreç bunu gerekli kılıyor olabilir mi?
Gezegenimiz üzerinde canlı yaşamın yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktığına ilişkin güçlü kanıtlar bulunuyor. Akıllı yaşamın, yani biz insanların ataları ise yaklaşık üç yüz bin yıl kadar önce gezegen üzerinde görünmüş.
Bugün yerküre oldukça zengin yaşam formlarıyla dolu.
Ancak sahip olduğumuz güçlü teknolojilere rağmen, bildiğimiz tüm yaşam formları temelde biyolojik donanımlarıyla sınırlı ömre ve yeteneğe sahipler. Bizler de dahil hiçbir tür, bırakın bir milyon yıl yaşamayı, bin yıl bile yaşama şansına sahip değil; uzayda gezegenler arası yolculuğa çıkamaz; insanlık tarihi boyunca üretilen tüm bilgileri hafızasında biriktiremez; bu bilgileri işleyip kısa sürede kararlar üretemez. Tüm bunları biz ölümlüler yapamıyoruz ama şimdi bunları yapabilen makinelere sahibiz.
Biliyoruz ki evrende canlı veya cansız her yapının en küçük birimi atomlardır; canlı yapının bir üst birimi olan hücre de atomlardan oluşmuştur. Öte yandan her hücre de şaşırtıcı biçimde kendi içinde bir devasa fabrika, bir üretim merkezi işlevi görür.
Nasıl oluyor da atomlar önce canlı moleküllere (hücrelere), sonra da bilinçli yaşayan varlıklara dönüşüyor?
Eğer öyleyse kendi tasarımımız olan makine sistemleri de niye bir bilince sahip olmasın?
Bu sorunun henüz bir yanıtı yok.
Yaşam bilmecesi ve biyolojik aşama
Yaşam, içinde bulunduğumuz evrenden daha az karmaşık değil. Karmaşıklığını koruyan bu süreçte canlı türler varlıklarını kendilerini kopyalayarak sürdürüyorlar.
Ancak kopyalanan şey onu oluşturan atomlar değil, atomların nasıl düzenlendiğini belirten bilgi. Bu bilgi ise "bit"lerden oluşuyor.
Bu anlamda her canlı formun bir donanımı ve yazılımı var: Donanım canlı yapıyı oluşturan atomlardan oluşurken yazılım da DNA yoluyla kopyalanan bilgi ve algoritmaları içeriyor.
En basit yaşam formu olarak bakterileri ele alalım. Bir bakteri, DNA'sının bir kopyasını yaparken yeni atomlar oluşturmaz, ancak orijinali ile aynı yeni bir atom seti düzenleyerek bilgiyi kopyalar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Amerikalı kozmolog Max Tegmark gezegenimiz üzerinde var olan canlı türlerini donanım ve yazılım özelliklerine göre üç temel gruba ayırıyor. Ancak bu gruplar birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış değil.
Tegmark, merkeze insanı alarak bu grupları biyolojik aşama (yaşam 1.0), kültürel aşama (yaşam 2.0) ve teknolojik aşama (yaşam 3.0) şeklinde etiketliyor.
Birinci grupta yer alan canlı türleri yalnızca donanımını ve yazılımlarını geliştirme becerisine sahip ve evrimsel süreçte oluşmakta. Bakteri gibi basit yaşam formları bu grupta bulunuyor.
Bu canlı türlerinin tasarım yapma yetileri yoktur. Yani donanım ve yazılım algoritmaları DNA'larına sabit olarak kodlanmıştır. Evrimsel süreçte, rastgele DNA mutasyonları doğal seçilim yoluyla değişime uğrarlar. Bu mutasyonlardan bazıları, donanımları iyileştirerek gelişimlerine yardımcı olurken, bazı diğer mutasyonlar, basit algoritma ve yazılımlarda da gelişme sağlayabiliyor.
Ancak Tegmark'ın işaret ettiği ikinci grup çok farklı. Kültürel aşama, yani "yaşam 2.0" olarak adlandırdığı bu grup, donanımı zamanla gelişen ancak yazılımı büyük ölçüde tasarlanabilen bir canlı türünü tanımlıyor. Bu grubun en üstünde "insan" yer alıyor.
İnsanın doğum ağırlığı yani içerdiği atom sayısı yetişkin ağırlığının yaklaşık 20'de biri kadar, daha sonra ağırlığının büyük bölümü doğum sonrası dışarıdan sağlanan besinler yardımıyla ve büyüme yoluyla oluşmakta.
İnsan doğduğunda yazılım becerileri de yok; kopyalama ile sahip olduğu DNA'sı yalnızca bir gigabayt kadar bilgi içermekle birlikte ilerleyen zamanda bilgi depolama kapasitesi 100 terabayt'a ulaşabiliyor.
Yazılım, duyularla alınan bilgileri işleme, yeni bilgi üretme, onları depolama, analiz etme ve karar verme mekanizmalarına dönük tüm algoritmaları ve bilgileri içerir. Yazılımını tasarlama yeteneği, insanın daha akıllı ve daha esnek olmasını sağlar. Çevreyi tanıma, algılama ve uyum sağlama yeteneğinden yürüme, okuma, yazma, hesaplama, şarkı söyleme, resim yapma gibi hareket becerileri bu kapsamda gelişir.
Tüm bu yazılımlar öğrenme dediğimiz süreçte beyinde programlanmakta ve beceriye dönüşmektedir. Bu anlamda eğitim programları bizlerin, bireyin ve dolayısıyla toplumun tasarımında ve gelişiminde kritik öneme sahip.
Teknolojik grup yani "yaşam 3.0", öğrenme becerisi kazanması ile kendi donanımını tasarlayabilecek yapay zekâ gibi gelişen teknolojileri adresliyor.
Geleceğin yapay zekâlı robotları, yalnızca yazılımını değil aynı zamanda donanımını da tasarlayabilme becerisine sahip olacaklar. Başka bir deyişle, onlar kendi kendilerinin ve kendi kaderlerinin efendisidir ve görünen odur ki evrimsel kısıtların da dışında kalacaklar.
Yaşamın bu üç aşaması birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış değil. Az ya da çok öğrenme becerisine sahip ara türler olduğunu biliyoruz ancak onların öğrenme kapasiteleri sınırlıdır ve öğrendiklerini sonraki nesillere aktaramazlar.
Kendi yazılımını tasarlayabilen insan, günümüzde yine kendi tasarımı olan kalp pilleri, protez organlar ve implantlar gibi aparatlarla donanımının yani vücudunun daha güçlü ve dayanıklı olmasını sağlayabiliyor.
Ancak yine de tüm bunlar en üst varlık olarak tanımladığımız insanı yapay zekânın gelecekteki olası tahtına oturtmuyor.
Bir taraftan, insan zekâsını aşacağı öngörülen yapay zekânın yolu açılırken diğer tarafta korkularımızın ardına sığınarak sorularımıza yanıt arıyoruz.
Ya bir gün insan zekâsını aşar ve bilinç kazanırlarsa?
Kaynakça: