2010 sonu itibarıyla GSYİH 736 milyar dolara, cari açık ise 47.6 milyar dolara yükseldi. Geçen yılı yüzde 8.9 büyüme ile tamamlayan ekonomi, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 ile dünyanın en yüksek büyüme hızına ulaştı. Yılın ilk dört ayında cari açık, geçen yıla göre yüzde 138 yükselişle 29 milyar 642 milyon dolara yükseldi. Elimizdeki tablo özetle şunu gösteriyor: Türkiye hızla büyüyor ama bu büyümeyi kendi gelirimizin yanında, artan oranda yabancıların parası ile gerçekleştiriyoruz. Nedenlerini kısaca hatırlatayım… Ekonominin hızı yükseldikçe ithalatın artması doğal bir sonuç. Halkın ve işletmelerin geliri yükseldikçe tüketim ve yatırım yükseliyor. Bu da, yabancı mallara olan talebi destekliyor. Diğer taraftan ihracatımız da hedeflenenden hızlı artıyor. Ancak bazı ürünlerin ihracatı, bunların üretiminde kullanılan aramalların ithal ediliyor olması nedeniyle ithalatımızı da artırıyor. Önemli bir faktör, petrol, demir, alüminyum, bakır, pamuk gibi ithalatımızın yaklaşık üçte birini oluşturan ürünlerin fiyatlarında yüzde 100’ü aşan yükseliş. Bunun üzerinde hiçbir kontrol gücümüz yok. Fiyatlarda yaşanan yükseliş, sun’i de olsa, ithalat faturasını aynı oranda yükseltiyor. Kur da ithalatı teşvik eden faktörlerden biri. Kur geriledikçe ya da yerinde saydıkça yerli mallar pahalılaşıyor, ithal mallar cazip hale geliyor. Faizlerin şimdiye kadarki en düşük düzeylerinde seyrediyor olması da, kredi talebini yani borçlanarak satınalmayı teşvik ediyor. Bankalar ise yurtdışındaki faizler diplerde süründüğü için, içerideki kredi talebini yurtdışından sağladıkları kaynak ile finanse ediyorlar. Kimi şirketler, yerli bankaları atlayarak doğrudan dışarıdan kredi alıyorlar. İşte bütün bu nedenlerle ekonomi bir yandan hızla büyürken, bir yandan da cari açık yükseliyor. Hem de çok daha yüksek bir hızla. İşte bu noktada, özellikle Mayıs ayı başından itibaren, birden ekonomideki ısınmanın ve cari açığın bir tehdit olmaya başladığına yönelik sesler duyulmaya başladı. Özellikle dış basın bu konuda daha önce görmezden geldikleri ya da belki ciddi bir risk olarak görmedikleri gelişmeleri sıkça gündeme getirmeye başladılar. Ardından benzer tartışmalar içeride yapılmaya başladı. Bunun nedenlerini tartışacak değilim ama ortada iki sonuç var. Birincisi borsa endeksi bir ay içinde 70 binden 60 bine gerilerken, gösterge faizde kademeli bir yükseliş yaşandı. Dolar/TL 1.52’den 1.64’e kadar çıktı. İkincisi, cari açık ve hızlı büyüme eskisinden daha ciddi olarak tartışılmaya başladı. Ancak görüyoruz ki; cari açık ve hızlı büyüme konusunda bugünlerde iki zıt görüş var. Bir taraf, bu ikisini ciddi bir risk olarak görmeye devam edip faizlerin artırılması gereğini savunurken, diğer taraf herşeyi güllük gülistanlık görmeye devam ediyor. Oysa durum ne bir tarafın abarttığı kadar kritik, ne de diğer tarafın mutluluk oyunundaki kadar iyi. Evet bir cari açık sorunumuz var ama bunu kritik hale getirecek bir bütçe açığı sorunumuz yok. Evet bir cari açık sorunumuz var ama bu ne bir anda ortaya çıktı, ne de bir anda çözülebilir. Türkiye’nin cari açık sorununu çözmesi için üretim yapısını değiştirmesi gerekiyor. Bunun dışındaki tüm çözüm önerileri ancak sorunu birkaç yıl öteye ertelemeye yarar. Dış Ticaret ile Hazine’den sorumlu bakanlıklar, TCMB ve BDDK geçen yıldan itibaren cari açığa yönelik tedbirler almaya başladı. TCMB’nin iki haftadan bu yana yaptığı açıklamalar, alınan tedbirlerin etkisini gösterdiğini ve cari açığın son çeyrekten itibaren iyileşmeye başlayacağına işaret ediyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı, bir yılı aşkın bir süredir, girdi tedarik stratejisi ve ihracata dönük üretim stratejileri ile ithal edilen bazı ürünleri içeride ürettirmeye ve dış pazarlara dönük üretimi teşvik etmeye çalışıyor. Yani, kamu idaresi eskiden yapılan hataları tekrarlamayıp, daha objektif bir yaklaşımla sorunların çözümü için çalışıyor. Bu takdir edilecek bir politika bileşimi. Roubini ya da diğerlerinin Merkez Bankasının karşılık oranları ile kontrol girişimlerinin işe yaramadığı ve faizlerin artırılması gereği yönündeki görüşleri de bence hiçbir anlam ifade etmiyor. Tabii ki, açığın neden bu kadar büyümesine göz yumulduğu, neden daha erken tedbir alınmadığı eleştirileri getirilebilir. Bunu savunanlara hak vermemek mümkün değil. Ancak bu konulara yakın ya da uzak olanların şunu da mutlaka görmesi gerekiyor: Kimi zaman bir hedefe ulaşmak için başka hedeflerden taviz vermek gerekiyor. Bu bakımdan yüksek cari açığı, Türkiye’nin kriz sonrasında iyi bir büyüme performansı göstermesinin, hala yüksek olsa da işsizlik oranının hızla gerilemesinin, bütçe hedeflerinin aşılmasının bir yan etkisi olarak görmek lazım. Türkiye ya da bize benzer başka bir ülkenin kısa vade de hızlı büyüme, işsizlikte gerileme, bütçe açığında ve cari açıkta gerileme yakalaması mümkün değil. Bu ancak orta ve uzun vadede üretim yapısı ve tüketim alışkanlıklarının değişimi ile ulaşılması mümkün olan bir hedef.