Çok değil daha birkaç ay önce, Rusya, Çin ve Brezilya’nın başını çektiği bir grup ülke, ABD Doları'nın rezerv para olmasının hem kendi ekonomilerine, hem de dünya ekonomisine zarar verdiği konusunda seslerini yükseltmişti. Şimdi bu konuda derin bir sessizlik var.
Önce neden seslerini yükselttiklerini hatırlatayım.
Uluslararası ticaretin yaklaşık yüzde 60’ı dolar ile, yaklaşık yüzde 20’si euro ile, kalanı ise diğer para birimleri ile yapılır. Uluslararası rezervlerin de büyük bölümü bu iki para biriminden ve altından oluşur. Bugün tüm dünyada yaklaşık olarak 7 trilyon dolar değerinde döviz, yaklaşık 4 trilyon dolar değerinde altın rezervi tutuluyor.
Krizin hemen öncesinde ve kriz döneminde, doların değerinde büyük dalgalanmalar oldu. Dolar cinsinden fiyatlanan emtianın fiyatları da aynı şekilde değişiklikler gösterdi. İşte bu oynaklıklar, dolar cinsinden ticaret yapan ülkelerdeki şirketlerin fiyat politikalarını bozarken, bu ülkelerin rezervlerinin değerinde de önemli değişimler oldu.
Derken, kriz patladı. Kriz ABD’de başlamış olmasına rağmen, piyasalara, sanki sadece ABD ekonomisi ayakta kalacakmış ve diğer ekonomiler ve para birimleri dökülecekmiş gibi bir hava yayıldı. Riskten (!) kaçan sermaye güvenli liman (!) olarak ABD Doları'na ve tahvillerine sığındı. Bu da doların değer kazanmasını hızlandırdı. Krizin en çetrefilli günlerinde Euro / Dolar paritesi 1.23’e kadar geriledi. Aynı tarihlerde ABD Doları'nın rezerv para olmasından dert yanan ülkeler, ABD tahvillerini almak için sıraya girdiler. Çin, Japonya, Rusya, Brezilya portföylerindeki ABD tahvillerini artırdılar. Aşağıdaki tablo Ocak 2008 - Haziran 2009 döneminde bazı ülkelerin portföylerindeki ABD tahvili miktarını gösteriyor. 18 ay içinde ABD dışında tutulan Amerikan tahvili miktar 1 trilyon dolar artmış. Haziran ayı itibarıyla yabancıların elindeki Amerikan tahvili 3.38 trilyon dolar değerinde.
Ocak 2008 | Ocak 2009 | Haziran 2009 | |
Çin | 492,6 | 739,6 | 776,4 |
Japonya | 585,6 | 634,8 | 711,8 |
OPEC | 140,8 | 186,3 | 191 |
Offshore Ülkeleri | 109,2 | 176,6 | 189,7 |
Rusya | 35,2 | 119,6 | 119,9 |
... | ... | ... | … |
Toplam | 2.399 | 3.072 | 3382,4 |
Peki, borcun maliyeti ne dersiniz? Yüzde 3, yüzde 5, yüzde8? Hayır, hiçbiri!
Şöyle düşünün… Diyelim ki; siz 6 ay önce gidip ABD tahvili aldınız. Neden bunu yaptınız? Çünkü, Türkiye’de işlerin daha kötüye gideceğini ve dolar kurunun yükseleceğini bekliyordunuz. Rusya, Güney Afrika, Brezilya ve Çin’de de bu nedenle pozisyon alanlar oldu. Diğerleri başka nedenlerle aynı şeyi yaptı.
Siz bu işlemi yaptığınızda Dolar / TL kuru 1,65 idi. Bugün 1,50. Yani dolar, değer kaybetti. Dolar bu süreçte sadece TL’ye karşı değil, aynı zamanda Euro, Brezilya Reali, Güney Afrika Randı gibi gelişmekte olan ve gelişmiş ülke paralarının hemen hepsine karşı değer kaybetti. Yani, hem siz, hem de sizin gibi ABD tahvili alanların hepsi şu anda zararda. Yani bu borcun maliyeti şu ana dek yüzde sıfır.
Doların rezerv para olmasından yakınan ülkelerin sesi ise bugünlerde hiç duyulmuyor. Rusya artan petrol fiyatından, Çin yeniden yükselişe geçen doğrudan yabancı yatırım girişinden, Brezilya resesyondan çıkmış olmaktan memnun olabilir. Ancak bu, şikâyet ettikleri düzenin değişmiş olduğunu göstermez.
Kriz öncesinde sürekli "carry trade" denen bir şey duyardık. Carry trade, "piyasa faizinin düşük olduğu bir ülkenin parası cinsinden borçlanıp, bu fonu, getirinin yüksek olduğu ülkeye yatırmak" olarak tanımlanabilir. Kriz öncesi dönemde en düşük faiz Japonya ve İsviçre’deydi. Bu ülkelerden ve özellikle Japonya’dan yen cinsinden borçlanan yatırımcılar, Türkiye, Brezilya gibi ülkelerden tahvil alır, dişe dokunur bir faiz getirisi ile yen borçlarını rahatlıkla öder, kârlarını ceplerine koyarlardı.
Şimdi aynı şey ABD Doları'yla yapılıyor. Çünkü şu anda faizlerin en düşük olduğu piyasa Amerikan piyasası. Son bir ay içinde ABD Doları borçlanma faizi 1994’ten beri ilk kez Japon Yeni ve İsviçre Frankı'nın altında seyrediyor. Dolar Mart 2009’dan beri yüzde 14 değer yitirdi. Beklentiler, 2010’da doların değer kaybetmeye devam edeceği yönünde birleşiyor.
ABD hükümeti, kendi bankalarını ve şirketlerini fonluyor. Onlar da bu parayla bir taraftan kendilerine çeki düzen verirken, bir taraftan da getirinin yüksek olduğu ülkelere girip paralarına para ekliyorlar.
Peki, bu resim içinde Türkiye nerede duruyor?
Türkiye, ABD tahvillerinin iştahlı bir müşterisi değil. Bununla birlikte, Türkiye’de önemli bir dolar rezervi var. Birçok şirket ve şahıs hâlâ dolara talep gösteriyor.
Son aylarda ABD Doları, TL’ye karşı da değer kaybediyor. Düşen doların enflasyon üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu kabul etmek gerekir, fakat bu süreç Türkiye ekonomisi için faydadan çok zarar getirecek gibi görünüyor. Doların değer kaybı, ithalat için olumlu bir ortam yarattığı gibi, dolar cinsinden borçlananların da iştahını kabartıyor. Bu da hem özel sektörün açık pozisyon riskini artırıyor; hem de ithalatı cazip hale getirdiği için yurtiçi yatırımları ve istihdam yaratmayı ikinci plana itiyor.
Eğer işler şimdi olduğu gibi devam eder ve gerekli önlemler alınmazsa, Türkiye bu krizden hiçbir ders almamış olarak çıkabilir.
Diğer ülkelere gelince…
ABD’nin rezerv para olmasına itiraz eden ülkelerin asıl şimdi seslerini yükseltmeleri gerekiyor. Ya da susup, makus talihlerini kabullenmeleri.