Pazartesi günü TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz, Bakanlar Kurulu’nda bir sunum yaptı...
Pazartesi günü TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz, Bakanlar Kurulu’nda bir sunum yaptı. Sunumun detayları bankanın web sayfasında yayımlandı. Altı bölümden oluşan sunumun yarıdan fazlası Türkiye’de ekonomi, fiyat ve finansal istikrara ayrılmış. Sonraki bölümler ise dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmelere değiniyor. Tahmin edeceğiniz gibi bu yazı Bakanlar Kurulu’nda sunumu özetlemek için yazılmadı. Zaten buna gerek yok, ilgi duyan herkes sunumu inceleyebilir. Bu yazıya başladım çünkü sunumu incelerken bazı noktalar zihnimde soru işaretleri oluşmasına neden oldu. Bazılarını sizle paylaşayım… ‘İthalatta Toparlanma’ Ne Demek? Sunumun dış ticaret ile ilgili bölümünde “ihracat ve ithalat miktar endeksleri toparlanmaktadır” deniyor. Siz hiç enflasyon yükselirken “enflasyon toparlanıyor” diye bir açıklama duydunuz mu? Herhalde “hayır” diyorsunuz. Öyleyse İthalat miktar endeksindeki artışa toparlanma diyebilir miyiz? Tabii ki diyemeyiz. Acaba bu, Merkez Bankası’nın değerli TL’ye bakış açısını da yansıtan bir ifade olabilir mi? İhracat sadece dış talebe bağlı bir değişken. Bu yüzden örneğin AB ekonomisi hala zayıf olduğu için ihracat artış hızı çok da yüksek değil. Oysa ithalat hem iç hem de dış talebe bağımlı. İkisi de ithalatı yükseltiyor. Tabii bir de değerlenen TL var. O da yabancı malları ucuzlattığı için ithalatı artırıyor. Türkiye ve ona benzeyen ülkelerde, krizden çıkış sürecinde ithalatın ihracattan hızlı artması normaldir. Nasıl krizde ithalat daha hızlı düştüyse, iyileşme sürecinde de daha hızlı artar. Ancak bu durum, ithalatın hızlı yükselmesinden memnun olmamızı gerektirmez. Faiz Oranları Sunumun hemen başında “İstikrar sonucunda faizler düştü” deniyor. Doğrudur; 2002 sonrasındaki istikrar sonucunda faizler geriledi. Fakat krizin başlamasından sonra, bütün dünyada faiz oranları hızla geriledi. Yani Türkiye’de son iki yıldaki düşüş, dünya genelinde yaşanan bir eğilimin yansıması. O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba dünyada faizler düşmeseydi, TCMB bu kadar düşürür müydü? Muhtemelen hayır. En azından buraya kadar indirmezdi. Başka bir konu da, faizlerin mevcut düzeyi. Türkiye’de son dönemdeki faiz indirimleri sonucunda reel faizler 0’a yaklaştı. Türkiye dünyada en düşük reel faiz oranına sahip ülkelerden biri oldu Ancak, enflasyon hala görece yüksek olduğu için, nominal faizler de bir çok ülkenin üzerinde. Reel faizler ne kadar düşse de yabancılar nominal faize bakar. Daha basit bir ifadeyle, ülkedeki enflasyonun ne olduğu ve kazancın ne kadarının enflasyon tarafından eritildiğinin yabancı sermaye açısından bir önemi yok. Tabii ki yerli para enflasyon kadar değer kaybetmiyorsa (Ne kaybı, tersine TL değer kazanıyor). Demek istediğim şu ki; ülkemize giren sıcak para şu anda yüzde 7.5 civarında seyreden nominal faize bakıyor. Üstüne bir de TL değerlenince kar iki katına ulaşıyor. İşte tam bu soru balonları başımın üzerinde teker teker şişerken, Radikal’in kıdemli yazarlarından olan Uğur Gürses’in bankanın web sitesinde verilen sunuma yönelik görüşlerini “Bir Sunumun Ruh Hali” başlığıyla, dün köşesine taşıdığını gördüm. Uğur Gürses bu konuda şöyle diyor: “İkinci bölümde, dövizle ilgili gelişmelerde de tam bir savunma ve ‘haklı çıkma’ iletişimi ağır basıyor. Sunumun bir sayfasında, “yüklü döviz aldım, ama yine de döviz kuru aşağıya gitti” grafiği yerleştirilmiş. İzleyen sayfada ise gelişmiş ülkelerin deneyimlerine yer verilerek, “dövize doğrudan müdahale işe yaramaz” deniliyor.” Gürses’in bu ifadesinde, bankayı haklı görüp görmediği net değil. Ama ben haklı görmüyorum. Sunumda örnek gösterilen gelişmiş ülkeler Japonya ve İsviçre. Bunlar pek de iyi örnekler değil. Her şeyden önce, iki ülke de cari fazla veren ülkeler; oysa Türkiye açık veren bir ülke. Ayrıca, yenin değerlenmesinde, kriz öncesinde yüksek düzeylerde seyreden ‘carry trade’in sona ermesi nedeniyle artan yen talebinin de etkisi var. Yani yen, sadece kriz sonrasında değil, kriz süresince de değerlenen bir paraydı. Bu ülkeler için “döviz alımlarının etkisi sınırlı” demek de doğru bir tespit olmayabilir. Zira, kimse hiç döviz almasalardı ne olacağını söylemiyor. Kaldı ki; bunlar başka bir dünyada kurulmuş ülkeler değil. İşe yaramayacağını bile bile neden alım yapsınlar! VOB Önerisi Sunumun ilerleyen bölümlerinde Merkez Bankası, ihracatçıların döviz riskinden kaçınmak için Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsasını (VOB) kullanmasını öneriyor. Uğur Gürses ise yazısında şöyle diyor: “Tabii bir de TİM’e bir gönderme geliyor 33. sayfada: ‘Vadeli döviz işlemi yapsaydınız, bugün kazançlıydınız’ mealinde bir grafik yer alıyor. 17 Eylül tarihinde VOB’daki vadeli dolar kuru, Ekim ayı sözleşmesinde 1.50’nin üzerini gösteriyor! Neden 17 Eylül? Çünkü o tarihte merkez bankacılar TİM’i ziyaret etmişlerdi.” Ben baştan beri bu VOB önerisini eleştirenlerdenim. Nedeni, düşük kurun sadece ihracatçıların aleyhine olmadığını düşünmem. Düşük kur sadece ihracatçıların değil, bütün Türkiye’nin sorunu. VOB, dış ticaret yapan bütün işletmeler tarafından uygulansa bile, bu Türkiye’deki değerli TL sorununu çözmez. Zira, düşük kur (değerli TL), ithalatı coşturup, yerli sanayiye ve istihdama zarar veriyor. VOB ise sadece kur riskini azaltıyor; kuru yükseltmiyor, düşürmüyor. Yani, VOB kullanılıyor diye bugün 1.43 olan kur, iki ay sonra 1.50’ye çıkmaz. Dolayısıyla, TİM mensupları döviz kuru risklerini sınırlasa bile kaybeden Türkiye ekonomisi olacaktır. TL’de Değerlenme Sunumun ortalarında, Ocak 2009’dan bu yana TL’nin dolar karşısında yüzde 7 değerlendiğini gösteren bir grafik veriliyor. Acaba yanlış mı hesapladım diyerek birkaç kez kontrol ettim. Sonuç hep aynı çıktı. 1 Ocak 2009’da Dolar/TL kuru 1.5350 imiş. Ay içinde 1.68’e kadar yükselmiş, ay sonunda 1.64’e gerilemiş. Ocak 2009’da ortalama Dolar/TL kuru 1.60 olmuş. Yani o günden bu Pazartesi’ye kadar TL, dolara karşı yüzde 11 değer kazanmış. Aynı bölümde, Çin yuanının 2005 yılından bu yana yüzde 25 değerlendiğine vurgu yapılıyor ve TL ile yuanın performansı karşılaştırılıyor. Bir tarafta sürekli ve büyük oranda cari fazla veren Çin ile cari açık veren Türkiye’yi karşılaştırmak ne kadar doğru olur? Ülkedeki döviz arzı arttığı için cari fazla veren ülkenin parasının değerlenmesi çok doğal. Fakat Çin parasını zaman zaman sabitlediği için parası normal şartlarda değerleneceğinden daha az değer kazandı. Doğal olmayan ise, açık cari açık verildiği halde TL’nin değerlenmesi. Uğur Gürses ise bu konuda şöyle diyor: “Uzun uzun Çin parası yuanın TL’den daha fazla değerlendiği anlatılıyor. Bir nevi, yuanın değerini örnek gösteren Zafer Çağlayan’a sıcak ve yüz yüze bir yanıt verilmiş oluyor.” İşte burada bir tuhaflık var. Şüphesiz ki; değerlenme oranın ne olduğu önemlidir. Ancak, bu değerlenme süreci başlamadan önce paraların değerinin ne olduğu daha önemlidir. Yuanın beş yıl önce de, bugün de dolara karşı değerinin altında işlem gördüğünü bilmeyen yok. Yani yuan yüzde 25 değerlense de, hemen herkes yuanın hala değerinin en az yüzde 20 altında işlem gördüğünü savunuyor. Yoksa, bütün dünya Çin’e bu konuda başka bir nedenle baskı yapıyor da; biz mi bilmiyoruz. Pekiyi, kimse Türkiye’ye “TL çok değersiz, paranıza biraz değer kazandırın” diye baskı yapıyor mu* Hayır yapmıyor, çünkü TL zaten değerli bir para. Ama biz sıcak paraya kollarımızı açıyor ve TL’nin daha da değer kazanmasını izliyoruz. Bu para bir gün gidecek. Türkiye ekonomisinde hiçbir bozulma olmasa da gidecek. O zaman “Bööle kollarımı açaydım, gitme diyeydiimm” dememek için buna dur dememiz gerekiyor. Bir paraya istikrar kazandıran şey değerlenmesi değil, az dalgalanmasıdır.