Cumhurbaşkanı Erdoğan yine konuştu.
Yine o sertlik, gerginlik, çatışma dilini kullandı.
Yine birilerini destekler gibi yaparken ötekileri ayırdı ve hedef gösterdi.
Hatta sadece canlıları değil, ölüleri de.
Erdoğan'ın öyle bir özelliği var: Sevmediği ölüleri bile asla rahat bırakmıyor.
Berkin Elvan'ı kaç kez terörist ilan etti.
Bu kez de akıllara Eskişehirli Ali İsmail Korkmaz'ı getiren sözler söyledi.
Hem de tam Ali İsmail'le ilgili davanın görüldüğü, mahkemede ona son tekmeyi atan polis Mevlüt Saldoğan'ın hiç utanıp sıkılmadan "Cumhurbaşkanı, Başbakan, Gezi için darbe diyor. Ben de darbenin bastırılmasında görev aldım" dediği sırada, sanki onunla uyum içinde.
4. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası'nda konuşan Erdoğan şöyle dedi:
"Esnaf, ... gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir. Mahallenin ağabeyidir, mahallenin bekçisidir."
Ne demek bu?
Allah aşkına, esnaf hiç asker, polis olabilir mi?
Böyle demek, ona mahallenin asayişini devretmek, Gezi'deki alçaklıkları hoşgörmek, hatta ödüllendirmek olarak yorumlanamaz mı?
Bu türden yeni tehlikeleri gündeme sürmez mi?
Neresi hukuk devleti bu Yeni Türkiye'nin?
"Esnafım ben; iktidarla, polisle birlikte adaleti tesis ederim" diye ortaya çıkan eli kanlı insanlar, gençleri sopayla, tekme ve tokatla öldürsün... Sen onları yüreklendir...
Ne oldu? Yeni Gezi olayları mı var planlarınızda?
Yine "Yüzde 50'yi evlerinde zor tutuyoruz!" söylemleri mi duyacağız?
Esnafların ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmek yerine, onları iç savaşa mı hazırlıyorsunuz?
* * *
Magazin de hayattır. Hatta o da siyasettir. Yaşam tarzıdır, kültürdür.
Bakın, bugünün öne çıkan magazin haberinin kahramanı ABD Başkanı Barack Obama.
Ne Amerika hayranıyım, ne de iktidarının son yıllarında sapır sapır dökülen Obama'ya bir düşkünlüğüm var.
Ama ben bu rahatlığı, doğallığı, şakacılığı ve en önemlisi, hoşgörüyü seviyorum.
Adam, sinema dünyasının seçkin isimlerinden biri olan Meryl Streep'e aşkını ilan etti.
Hem de kameraların önünde, ABD Devlet Başkanlığı Özgürlük Madalyası ödül töreninde.
"Herkesin önünde açıklıyorum. Meryl Streep'i seviyorum. Ona aşığım. Onu sevdiğimi kocası da biliyor, Michelle de biliyor. Bu konuda yapabilecekleri hiçbir şey yok."
Ne kadar sıradan, ama ne kadar hoş bir sahne.
Bizde böyle bir şey olabilir mi? Haşa!
Durmadan kadın, ahlak, din, namus, şeref konuşan bir toplum olarak biz bunu kaldıramayız.
Yasakları, yolsuzlukları, maden kazalarını, devasa sarayları ve kanlı olayları kaldırırız.
Ama bir devlet yöneticisinin, karşı cinsten bir sanatçıya aşık olduğunu söylemesine gülemeyiz.
Olmaz da, hani böyle bir şey olsa, hemen geriliriz. Sağa sola bakarız. Birilerinden tepki bekleriz. Bu kadar da olmaz, deriz. Şakanın da bir sınırı olduğunu hatırlarız.
Öyle değil mi?
Mesela, Kenan Evren çıkıp da Emel Sayın'a yönelik benzeri bir şaka yapabildi mi?
Ya da Süleyman Demirel Muazzez Abacı hakkında?
Veya Tayyip Erdoğan Kibariye için?
Asla!
Çünkü biz namuslu bir toplumuz!..
* * *
Küçücük Ferguson'dan yayılan ırkçılık ve direniş kıvılcımları bütün ABD'yi karıştırdı. Protesto eylemleri, yağmalar, araba yakmalar gırla gidiyor. Bu gelişmeler dünya gündeminin ilk sıralarında.
Ben özellikle Ruslar'ın yaklaşımını merak ettim. Malum, Rusya halkı son dönemde Amerikalılar'dan iyice nefret etmeye başladı. "Arap Baharı", Ukrayna, ekonomik yaptırımlar falan derken bugün ABD'ye olumlu bakan Ruslar'ın oranı yüzde 11'e düştü.
Açtım Rus TV kanallarını. Elbette birinci haber Ferguson. Çok da uzun veriyorlar. Haber arası ve sonrası yorumlar ilginç: "ABD'nin işi zor", "Bu zamanda hâlâ ırkçılık", "Beyaz Ev gelişmeleri kontrol edemiyor"...
Belki de benim kötü niyetli olmamdandır, ama sanki bu karışıklık Moskova'nın hoşuna gitmiş gibi. "Bizim iç işlerimize karışmaya, 'renkli devrim' yapmaya çalışırsın ha! Al sana!.."
Sonra tekrar Türk kanallarına döndüm. Zaping sırasında A Haber'in bir yorumu dikkatimi çekti. CNN'e "laf geçiriyor" A Haber. Şöyle demeye getiriyor: "Hani sen Gezi Parkı'nda Türkiye'de 24 saat yayın yaptındı ya! Şimdi al sana Ferguson Gezisi!"
Bu arada "yandaş A kulaklar ve gözler" bir şeye dikkat etmiş: CNN, Ferguson'daki göstericilere "ajitatörler" diyormuş. Eee?.. A Haber, TDK'ya başvurmadan ajitatör kelimesini seyirlecilerine anlatma sorumluluğunu üstleniyor: "Kışkırtıcı manasına geliyor!"
Allah Allaaahh... Demek öyle...
Yani koca Amerika yanıyor, ama "kuyruk acısı olanlar" kendi havalarında, hatta oh çekiyorlar. İntikam sevinci bu olsa gerek.
Ruslar'la başladık, yine onlarla bitirelim. Daha doğrusu Sovyetler'le.
Sovyet televizyonunun durmadan ABD'deki ırkçılık sorununu deşmesine kızan Amerikan Başkan Nixon, lider Brejnev'e şöyle demiş:
- Bizde isteyen Beyaz Ev'in önünde gösteri yapar ve Amerikan yönetimini protesto eder. Sizde bu özgürlük var mı?
Brejnev duraksamadan cevaplamış:
- Elbette var. Bizde de isteyen Kızıl Meydan'a gidip Amerikan yönetimini protesto edebilir.
* * *
Kim ne derse desin, Başbakan Davutoğlu sıkı bir hatip. İyi bir ajitatör (bu kelimeyi bilmeyenler sakın A Haber'e sormasın). Konuşmalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'da bulunmayan entelektüel ve mantık ögeleri olmasının yanı sıra, bazen sesini yükselttiğinde pazarcı sesinden farklı bir ajitasyon (pardon!) etkisi doğuyor.
Amma velakin...
Bazen haddinden fazla coşuyor. Muhalefetin bile kullanmadığı eleştirel söylemlerle kitleleri dalgalandırıyor. Mesela, dünkü konuşması.
Bir Alevi dedesi ile "Ver elini öpeyim! Olmaz, ben seninkini öpücem! Hayır, ben..." kapışmasının fotoğrafını bizzat yorumladı Başbakan. Ve milletin elinin öpüleceğini söyledi. Daha da ileri gitti ve şöyle haykırdı:
- Artık devlet diz çökecek!
Bunu duyunca yine "Erdoğan ne der?" sorusu aklıma geldi. Gerçi yandaşlar bu sözü sevdi. Bugünkü Akşam manşetine çekmiş. Ama... Biraz ileri gitmedi mi Davutoğlu "devlet diz çökecek" derken?..
Bu arada "eli öpülecek millet"in anası ağlıyor. Maden kazaları, asansör felaketleri, acınası yoksulluk yardımları... Diğer taraftan 1000 odalı saraylar, yeni uçaklar, arabalar...
Ama ne olursa olsun! Davutoğlu sıkı konuşuyor. Keşke böyle konuşan bir muhalif liderimiz olsaydı...
* * *
Yani... Alt tarafı bir toplantı... Bir seminer... Gidip konuşsaydınız gökkuşağının altından geçmiş gibi cinsiyet değiştirmezdiniz. Hep savunucusu olduğunuzu söylediğiniz özgürlüklerden yana bir konuşma yapabilirdiniz, hatta hiç konuşmadan yalnızca kıymetli resmî varlığınızla uluslararası etkinliği şereflendirebilirdiniz.
Ama olmadı. Gitmediniz. Herhalde Millî Gazete'den, muhafazakâr çevrelerden, AKP ve MHP içindeki olası tepkilerden korktunuz. Yazık!..
Sözüm, AKP'li Mehmet Metiner'e, Ziver Özdemir'e, MHP’li Ruhsar Demirel'e.
Arnavutluk'un başkenti Tiran'da, 20-21 Kasımda düzenlenen "Temel Haklar, Ayrımcılık Yasağı ve LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) Dâhil Olmak Üzere Hassas Grupların Korunması" başlıklı seminere gideceklerdi... Ama gidemediler. Bu konuda açıklama yapmaktan da kaçındılar.
Etkinliğe TBMM'den sadece CHP’li Binnaz Toprak ve AKP'li Nursuna Memecan katıldı.
Toprak'ın da dediği gibi, "Seminerden üç milletvekilinin korkup kaçması bile, LGBTİ bireylerin Türkiye’deki durumunu gösteriyor".
@AksayHakan