420 kilometre...
25 gün...
215 bin insanın yürüyüşü...
Bugün İstanbul’da çok daha büyük katılım...
Evet, sayılar önemli; onların yardımıyla gerçekleri kavrıyoruz bazen.
Ama burada sayıların ötesinde bir şey olduğu kesin:
Kemal Kılıçdaroğlu gibi sakin, temkinli, sokak eylemlerine mesafeli bir lider, bir gün “Yeter artık!” diyerek yürümeye başladı...
Ve Türkiye’nin siyasi tablosu sarsıldı.
Sarsıldı diyorum, değişti diyemiyorum; ama kim bilir, belki de değişmek üzere.
* * *
Türkiye üzerine serpilmiş ölü toprağını savurdu.
Korkuyu elinin tersiyle bir kenara itti.
Parlamentoda yapılamayanın yürüyerek yapılabileceği hissi uyandı.
Tek bir merkezde toplanan “yeni” siyasi sistemde, demokratik haklar açısından nefes bile alınamayan ortamın sokakta değiştirilebileceği ihtimali gündeme geldi.
İktidar ürktü; ne yapacağını, ne diyeceğini, halkın önemli bölümünün olumlu ve/veya anlayışla karşıladığı bu eylemi nasıl engelleyeceğini şaşırdı.
Başbakan Yıldırım yürüyüşün bir an önce bitirilmesi isteğindeki telaşı “kabak tadı verdi” sözleriyle dile getirmeye çalıştı.
Ne iktidar temsilcilerinin sözleri etkili olabildi, ne de bazı sözüm ona muhaliflerin.
* * *
AKP ile birlikte artık iktidarın koltuk değneği olmaktan başka çaresi kalmamış olan MHP yönetimi ve sol jargonlu iktidar bastoncuğu Vatan Partisi Yürüyüş'ün adımlarının altında kaldı.
“Sol” cephede yanlızca kılıktan kılığa giren Perinçek değil, küçücük sakalı olmasına karşın “Kocasakal” geçinenler de, abartılı özgüvenini zoraki gülümsemelerin ardına gizlemeye çalışarak liderlik şansı arayan Feyzioğlu gibileri de büyük puan kaybına uğradı.
Sol gösterip kendine yol açan milliyetçiliğin darbe aldığı bir süreç oldu Adalet Yürüyüşü.
Bir de buna iktidarla işbirliği içinde davranarak kendisine Deng Şiaoping süsü veren Baykal’ı ekleyelim. Yok kendisi “henüz yürümeyen, ama yürüyüşü destekleyen milyonların temsilcisiymiş”, yok yürüyüşçüleri karşılayıp konuşma yapacakmış, yok yürüyüşten dolayı muhalefetle birlikte iktidarı da kutlamalıymış vs. vs. zırvalar...
Yürüyüş bu dördünün de elinden dev aynalarını aldı, onları çıplak bıraktı.
* * *
Adalet ve Kalkınma Partisi, ilk kelimesini (adalet) muhalefete kaptırdı, adını kaybetti.
AKP içinde muhalif bir rüzgâr çıksın da ben de aradığım fırsatı bulayım diye korka korka bekleyip duran Gül ve Arınç gibi hoşnutsuzlar, bir kez daha derin düşünceler içinde eylemsizliğe gömüldüler Yürüyüş boyunca. Katılamadılar.
Ama AKP ve MHP sempatizanlarından ve bazı kurucularından Yürüyüş’e destek gelmesi de önemli bir sinyaldi.
Abdüllatif Şener, Namık Kemal Zeybek, Fatma Bostan Ünsal ve Faruk Ünsal’ın yürüyenlere omuz vermesi görmezlikten gelinemeyecek gelişmelerdi.
Ahmet Türk’ün ve öteki Kürtlerin, HDP’lilerin katılımı da – her ne kadar CHP yönetimini diken üstünde tutsa da – çok ciddi bir aşamaydı.
Bu açıdan Saadet Parti’lilerden ÖDP’lilere kadar daha bir sürü unsur sayılabilir.
* * *
Sonuçta Kemal Bey’in ilk adımlarıyla başlayan yürüyüşte, uzun yıllardır görülmedik bir sessiz başkaldırı gerçekleştirildi.
Şimdi gözler yine onda, Kemal Bey’de.
Nereye kadar gidecek? Gidecek mi? Duracak mı? İktidarın “terörist”, “PKK’lı”, “FETÖ’cü” damgalamalarından çekinerek çark edecek mi? Yoksa yürüyüşünü sürdürecek mi?
25 günde büyük bir iş yaptı Kemal Bey.
Ama bu arada üzerindeki sorumluluk da arttı.
Ayakları değil, asıl omuzları büyük yük altında şimdi.
Sonrası nasıl gelir bilmiyoruz, ama yarın yapılacak anketler muhtemelen bize şunu gösterecek: Seçimler şu sıralarda yapılsa AKP-MHP bloku epeyce zayıflayacak. CHP ise gücüne güç katacak.
2019’da ne olur? Kim bilir...
Ama daha bir ay öncesine kadar 2019’u “çantada keklik” olarak görenler bugün kara kara düşünmekteler.
* * *
İnisiyatif, Adalet Yürüyüşü’nün başını çeken Kemal Bey’e geçmiş görünüyor.
Onun coşkulu bir kalabalık içinden devşirdiği terli moralinin yanında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamburg’daki G-20 toplantısında yapayalnız ve neşesiz oturuşu, liderlerin katıldığı konsere gitmemesi ve gece çekilen “aile fotoğrafı”nda yer almaması (onun yerine otelde kurmaylarıyla toplantı yapmış, “kurmayları”yla...) ciddi bir paradoks oluşturuyor sanki.
Siyasette moral üstünlük stratejik değer taşıyor. Kimi zaman dengeleri kısa sürede değiştirebilecek bir sihirli değnek bu.
Şimdi iktidar temsilcileri, Adalet Yürüyüşü’nün vicdanlardaki sesini boğmak ve onu unutturmak için var güçleriyle 15 Temmuz etkinliklerine abanacaklar.
Ama adaletin yankısını önlemeleri zor görünüyor.
Çünkü adalet; toplumsal yaşamın, uzlaşmanın, mutluluğun temel faktörlerinden biri.
* * *
Kemal Bey’in T24’ten Gonca Tokyol’un sorusuna verdiği cevap ne kadar güzel değil mi:
“Cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz, ama cennet gibi ülkeyi cehenneme çeviriyoruz.
Neden?
Neden bir arada yaşamıyoruz?
Neden bir araya gelip konuşamıyoruz?
Neden insanlara zulüm ediyoruz, eziyet çektiriyoruz?..
İnsanlar hapishanelerde.
Oysa bu doğa ile birlikte, hep birlikte yaşayabiliriz.
Bir masanın etrafına oturup tartışabiliriz.
Kavga etmenin, gerilim yaratmanın, toplumu germenin bir mantığı yok.
(Yürüyüş boyunca) en çok düşündüğüm bunlar oldu…”