Şaşırıyorum tesadüflerle övünmeye alışık insanlara.
Mesela, Türk, Müslüman, Sünni olmasıyla, falanca şehirde ve filanca mahalle ya da köyde doğmuş olmasıyla gurur duyanlara.
İnsan doğuştan kazandığı özelliklerle neden övünür durup dururken?
Övünecek bir şey de yok bunda, utanacak da.
Burada doğmuşsun...
Tesadüf işte.
Senin bilinçli seçimin değil.
Emek de harcamadın.
Öyle profesyonel eğitim, mesleki uzmanlaşma çaban falan da olmadı.
Söz gelimi, iyi bir mühendis veya doktor ya da marangoz olsaydın, bu senin yıllarca süren sistematik çabalarını gösterirdi. Övünmekte haklı olurdun.
Ama böyle durup dururken kendi göğsüne kibirli yumruklar indirerek şahane köklerinle dünyaya meydana okumak...
Bir değil, beş değil, on değil... Milyonlarca insan...
Hepsi aynı memleketten, milletten... Ve hepsi de milliyetçi...
* * *
Dünyanın en güzel ülkesi, en şanlı tarihi, en kahraman ve dürüst halkı vs. vs. tesadüfen tam da onların doğduğu yere denk gelmiştir. Çin’de doğdularsa “en birinci” millet Çinliler olur, ABD’deyse Amerikalılar, Rusya’daysa Ruslar, Türkiye’deyse Türkler...
Ne güzel bir piyango, değil mi?
Daha parmağınızı bile oynatmadan dünyanın en iyi ve en üstünleri arasına katılıverdiniz. Ülkeniz, milletiniz, dininiz, mezhebiniz falan hep “en iyi” olanı.
Milliyetçiler sadece “biz iyiyiz” deyip dursa, haydi neyse! İyiliklerini vurgulamak için bir de başkalarının kötü olmasını kanıtlamaya ihtiyaçları var.
Konu, çok kısa sürede başka milletlere düşmanlık aşamasına kadar gidebiliyor.
Sağcısı, solcusu, “futbolcusu”...
Her gün aynı şeyler...
Yaşasın bizler!..
Nasıl sıkıldım bu laflardan ve tavırlardan, bir bilseniz!..
Umurumda değil sizin Türk, Kürt, Arap, Fransız, Alman ya da İspanyol olmanız.
Irkınız, dininiz, memleketiniz, şehriniz, hatta tutuğunuz takım falan da bana vız geliyor.
Irk, ten rengi, inanç, kafatası ölçüsü önemsiz sayılan bir yerlerde olabilseydim keşke.
Bıktım...
* * *
Siyasetçiler...
En çok onlardan bıktım.
Aynı laflar, aynı davranışlar, aynı düzeyde siyasetler...
Ve sabah akşam aynı konuşmalar ve tartışmalar...
Aynı sesler ve vurgular...
Kurtulmanın imkânı yok.
Hiç televizyon açmayacaksın.
Hiç gazete okumayacaksın.
Hatta bunları yapmasan da hiç toplum içine çıkmayacaksın.
Her yandan kuşatılmış hissediyor insan kendini.
Bu bataklıktan çıkmaya, kaçıp gitmeye izin yok.
Madem bu zamanda ve bu topraklarda doğdun, ödeyeceğin en düşük bedel, bütün bunların durmadan sergilendiği sahnede durup tüm olan bitene tanık olmak.
* * *
Duygular da aynı çoğu kez.
Yüce Türk milleti genellikle “birilerinden ölümüne nefret etme” ortak paydasında birleşiyor.
Ama aslında birleştiğini söylemek de zor.
Hiç kimse üzerinde fazla düşünmediği sözde “siyasi” ve “millî” tepkisini şarjörüne sürerken hedefindekilerin birer insan olduğunu görmüyor. Çocukmuş, gençmiş, ihtiyarmış, kadınmış, erkekmiş, hiç fark etmiyor...
Kendisine benzemeyen kim olursa ona savaş açıyor, “yabancı” ve“aykırı” olanın yok olmasını istiyor.
Dünya üzerinde hiçbir başka ulusu sevmiyor.
Ama kendisi gibi Türk olanlardan da hoşlanmıyor; küresel güven araştırmalarında birbirine karşı en fazla güvensiz olanlar yine Türkler.
Komşusu Kürt olsun istemiyor.
Alevi olsun da istemiyor.
Ateiste katlanamıyor.
LGBTİ bireylerine de dayanamıyor.
Hatta engelli komşusu olmasına bile karşı çıkıyor.
* * *
Televizyonlar, radyolar, dergiler, gazeteler...
Okullar, işyerleri, sokaklar...
Kullanılan kelimeler, ilgilenilen meseleler...
Her şey, her gün ne kadar aynı...
Yazılanlar ve okunanlar bile çoğu kez tek kalıptan çıkıyor gibi.
Yazıya bu başlığı koyarsam şu kadar okunur... “AKP’li” veya “Erdoğan’lı” bir başlık tık sayısını birkaç kez arttırır. “Öz yeğeni ile ilişkiye girmiş” ya da “Yanlışlıkla kocasının ikizinden hamile kalmış” gibi bir şeyleri başa çeksem rekor kırar...
Öfff...
* * *
İnsanlığın tarihi çok uzun...
Belki 2,5 milyon yıl öncesine kadar uzanıyor.
Ve biz bula bula şimdiki zamanı ve burayı bulduk doğmak ve yaşamak için!
“Yaşamak”...
Buna “yaşamak” diyoruz, değil mi?
Nefes alıyoruz, bir şeyler içiyoruz ve yiyoruz, uyuyoruz, daha bir sürü şey yapıyoruz...
Ömrümüz ne kadar? Ülke ortalamasına göre 78 yıl…
Koca tarih içinde bit kadar ufacık kalan o kısa ömrü harcamak için, insanlığın upuzun yürüyüşünde tam da bu zaman dilimine ve dünya coğrafyasının burasına isabet ettik.
Ne şans ama!..