Emniyet, Gezi Parkı'na hafta sonu müdahale edilmeyeceğini bildirmiş. Yani hafta başı müdahale edilebilir. Yani çok yakında. Yani belki yarın...
Dün Gezi Parkı'ndan geçerek ayrıldım Taksim'den. Gençler neşeli, enerjik, yardımsever, şakacı...
Onları izlerken içimdeki iki duygu durmadan yer değiştiriyor: Sempati ve korku...
Gerçekten çok sahici, çok doğal, çok sevimli gençler bunlar... Şu anda bir bayram ve şenlik ortamı içinde gibiler...
Peki, ya yarın? Yarın neler olabilir burada? Bu cesur, özgür, aydınlık yüzlü çocukların başına kötü bir şeyler gelebilir mi yarın? Yaralananlar, ölenler olabilir mi?..
Bu son kelimeleri hemen kovmak istiyorum aklımdan. Ama...
Yazık ki hayatımda birkaç kez hiç ölmeyecek gibi duran insanların kısa süre içinde yok oldukları kazındı hafızama. Hem de ilk kez 1977'de, hemen şuracıkta...
Olabilir mi bu? Kan akabilir mi?
Gazdan geçtik, onu önemsemez gibiyiz artık, ona alıştık sanki... Adam sen de! Soluduğumuz havanın siyasi molekülleri işte, ne olacak!..
Ama kan...
* * *
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Afrika'da olduğu günlerde, Vekili Bülent Arınç'ın ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ortamı yumuşatan konuşmalarıyla biraz rahatlamıştık. Sonra Tunus'tan, yine o sertliğe ve boyun eğdirmeye ölümüne tutkulu savaşkan ses yükseldiğinde tedirgin olduk. Karmaşık titreşimler kıpırdadı yüreğimizde.
Gelmese keşke, birkaç gün daha gelmese, yumuşayıp da insancıl ve uzlaştırıcı bir tavır takınana kadar gelmese!.. Gelmese!..
Ama geldi. Hem de nasıl!
Kendisini karşılayan partililerin tekbir sesleriyle, Allah-u ekber nidalarıyla!
“Yol ver gidelim, Taksim'i ezelim!” sloganlarıyla!
“Taksim'i ezmek” mi? Yetmedi mi onca ezildiği Taksim'in?
Asker postallarının altında yerin dibine geçtiği yetmedi mi bu yaşlı meydanın?
Şimdi de sizin “ezme sıranız” mı geldi?
Ezmeden, bastırmadan, sindirmeden, zulmetmeden iktidar olunmaz mı bu memlekette? Bu lanetli kader değişmez mi? Demokrasi bu topraklara uğramaz mı?
Dün yanlarından geçerken içimin titrediği gençleri mi ezeceksiniz siz?
Ama onların ne ellerinde silah var, ne de arkalarında polis ve asker...
* * *
Erdoğan gece yarısı tüm hiddetiyle ülkeye dönüp de derhal bitmesini talep ettiği Gezi Parkı direnişi için gazetecileri, sanatçıları ve iş adamlarını haşlarken, tribünde yanında duran Bülent Arınç'ın, Beşir Atalay'ın ve Erdoğan Bayraktar'ın yüzlerine baktım.
Bakışları öylesine endişeli ve çaresizdi ki... Yaklaşan tehlikeyi gören, yapılması gerekeni bilen, ama asabi liderini kızdırıp da şimşekleri üzerine çekmekten korkan insanların bakışları...
Erdoğan bunu önemsemeyecek ve anlayamayacak belki, ama bugünlerde AKP'nin “21.5 milyonluk seçmen kitlesi”nin önemli bölümünün yüzünde bu ifadenin olduğunu sanıyorum.
AKP Iğdır İl Sekreteri Avukat Mehmet Soyuk'un hükümetin Gezi Parkı'ndaki tutumunu protesto ederek istifa etmesi ve AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş'ın havalimanında Başbakan'ı karşılayan kitlenin attığı “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” sloganını doğru bulmadığını söylemesi, cılız da olsa önemli örneklerdir.
Neyin örneği mi?
Sorumluluğun, yurttaşlık bilincinin, dürüstlüğün, ahlakın, (inanmayan biri olarak bunu söylemeye hakkım olmayabilir gerçi, ama) gerçek dindarlığın susmayı değil konuşmayı gerektirdiğinin artık anlaşılmaya başlamasının örneği. Cesaretin örneği. Koltuk ve maddi imkân beklentilerinin, her zaman her şeyin önüne geçemeyeceğinin örneği...
* * *
Dürüst AKP'liler, size sesleniyorum! Sesinizi yükseltin! Henüz çok geç olmadan!
Biliyorum zor iş bu. Hem de riskli. Hatta tehlikeli.
Üstelik çoğunluğun suskun olduğu şartlarda, yapılan korkunç bir hatanın bile, sonuçta herkese bölüştürüldüğünde un ufak olup sizin payınıza hafif bir bilanço çıkaracağını düşünerek avunmanız çok kolay.
Ama bazı hatalar ve suçlar paylaşıldıkça bölünerek küçülmez, çarpılarak büyür.
Gezi Parkı'ndaki gençleri “ezmeyin”!
“Erdoğan'ı yedirtmeyiz!” diyenlere kanmayın! Herkesin dişleri ortada. Kıyaslamak zor değil.
Başbakan'ı durdurun!
Onun sertliğe ve şiddete dayalı üslubunun, yayılarak herkesi ve bu arada kendisini de tümüyle ele geçirecek ölümcül bir virüse dönüşebileceğini gösterin!
Yaşamınızı verecek kadar sevdiğiniz ve içtenlikle bağlı olduğunuz liderinizi koruyun bu hastalıktan!
Gençleri de koruyun!
Ülkeyi de!..
Ve bugün, hemen şimdi yapın bunu!
Çünkü ölüm treni maalesef perondan kalktı. Onu seyretmeyin, hayata döndürmek için geç kalmadan adım atın!
Belki de son vagondur şu anda önünüzden geçen!..