90 yaşındaki Münir Özkul Türk sinemasının en özel isimlerinden biri.
Bugüne kadar birçok ödül aldı.
Şimdi de sinema alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ona verilecekmiş.
Resmî açıklamada “devlet adına onurlandırmak ve özendirmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri verilmesinin öngörüldüğü” vurgulanıyor.
Münir Özkul’u çok severim.
Öyle “onurlandırmak” ve “özendirmek” için falan değil elbette, ama onun değerini bilmek ve ona teşekkür etmek içinse, ödül verilmesini doğru görenlerdenim.
Bununla birlikte resmî ödüllerin öneminin fazla abartılmamasını düşünürüm. Özellikle de bizim gibi ülkelerde.
Biri verir, öteki alır. Mesela, geçenlerde hayatını kaybeden Levent Kırca’ya 1998’de Süleyman Demirel tarafından “devlet sanatçısı” unvanı verilmişti; 2015’te Tayyip Erdoğan tarafından geri alındı.
Bir kültür adamı bir dönem göklere çıkarılır, sonra yerden yere vurulur ya da unutulur. Mesela, yine kısa süre önce kaybettiğimiz Çetin Altan da 2009’da Erdoğan’ın elinden “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü almıştı.
Buyurun Erdoğan’ın ödül töreninde yaptığı konuşmadan bir bölüm:
“Eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla bir birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalıdır. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. (...) Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki, Türkiye artık ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye'dir; ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan bir Türkiye'dir. (...) Türkiye daha fazla özgürleşecek, daha fazla demokratikleşecek, kalkınacak...”
Büyük usta öldü. Cumhurbaşkanı’ndan bir taziye bile alamadı.
Onun için, bu tür ödülleri abartmaya gelmez.
* * *
En büyük ödül, halkın sevgisidir.
Münir Özkul da bu sevgiden payına düşeni fazlasıyla almıştır.
Nice filmiyle ve rolüyle hatırlıyoruz onu, hep hatırlayacağız. Edi ile Büdü, Hababam Sınıfı, Aile Şerefi, Neşeli Günler, Süt Kardeşler ve diğerleri...
Ama – belki Hababam’ın “Kel Mahmudu”nu saymazsak – en çok Bizim Aile’nin “Yaşar Ustası” olarak hafızalarda kalacak...
Ve orada gençlerin aşkını hiçe sayıp olmadık kötülüklere başvuran fabrikatör Saim Bey’in karşısında yaptığı mükemmel konuşma ile.
Bu sözlerde birçok ahlaki mesaj var.
Cesaret var.
Direniş var.
Para ve iktidar karşısında asla eğilmeyen vicdan ve özgüven var.
Sevginin, birlikteliğin, dayanışmanın gücü ve değeri var.
Ve her sabrın bir sonu olduğu, asla aşırı derecede zorlanmaması gerektiği uyarısı var.
Bu sözlerden hepimizin alacağı dersler var. Bizim de, başkalarının da...
Belki bu günlerde böyle sözlere ihtiyacımız vardır; hatırlayalım mı?
* * *
“Bak beyim, sana iki çift lafım var.
Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde.
Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak?
Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören!
Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor...
Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi anlatmaya çalışıyorum.
Seeen, büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey!..
Sen mi büyüksün?..
Hayır, ben büyüğüm!
Beeen, Yaşar usta!
Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok!
Ama şunu iyi bil: Ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın.
Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi.
Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz.
Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz.
Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?
Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime!
Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni!
Anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile!..”