Gündemimiz iyice AKlanıyor.
Önceki haftaki Beyaz Show'un ardından, önceki gün de Beyaz TV'den önemli dersler çıkardık.
Bakalım sırada başka hangi "beyazlıklar" var. (Sahi, Zekeriya Beyaz'ı gören oldu mu son zamanlarda?)
Ama pazartesi günkü Uyan Türkiyem programı, gerçekten de milyonları uyandırması gereken önemli mesajlarla doluydu.
Siz de benim gibi Beyaz TV adlı kanalı ve Tuğçe Kazaz adlı siyasi misyon sahibi şahsiyeti izlemeyenlerdenseniz, ilgili görüntüleri bence mutlaka seyredin ve gündemi yakalayın (video bu yazının altında).
İzninizle şimdi ben izlediğimi kendi yorumumla aktarmaya çalışayım.
‘Abdestsiz marş’ sürprizi
Uyan Türkiye programını Tahir Sarıkaya adlı bir gazeteci sunuyor.
Anlaşılan canlı yayın öncesinde, konukların hangi konuda konuşacağıyla ilgili "ön hazırlık” yapmayı da ihmal etmiyor.
"Yeri geldiğinde" ünlü program konuğu Tuğçe Kazaz'ın siyasi gündemi, özellikle de HDP'yi acımasızca yorumlaması için gerekli ortayı yapıyor. (Herhalde aramızda Tuğçe Hanım'ın siyasi birikiminden ve gündemdeki her konuyla ilgili analiz yapabileceğinden kuşku duyan kimse yoktur.)
Ne var ki Tuğçe Hanım'ın, gelen ortayı - Beyaz TV'de zaten her zaman boş duran muhalefet kalesine doğru - yumuşak bir plase ile değerlendireceğini sananlar büyük yanılgı içinde.
En başta da programı kendisinin sunup yönettiğini sanan Tahir Sarıkaya.
Tuğçe Hanım millî değerler, Kurtuluş Savaşı, bugünkü TBMM ile "HDP'lilerin İstiklâl Marşı okumaması" arasında kıvrak bağlantılar kuran bir giriş konuşmasının ardından, önünde bulduğu topa - öyle yumuşak plase falan değil - "booommm" diye son derece sert bir vole vuruyor:
"... Ve bizi koruyan güvenlik güçlerimiz için, polis teşkilatımız için, ben şu anda ekranları başında olan herkesi ve sizleri bir dakikalık saygı duruşuna ve arkasından da İstiklâl Marşı'nı okumaya davet ediyorum."
Programın kontrolünü kaybettiğini hisseden Tahir Sarıkaya, kedi miyavlamasına benzer yumuşaklıkta ve isabetsiz bir itiraz dile getirecek oluyor:
"Canlı yayındayız ama?.."
Bu küçücük cümlenin sonuna yaklaşırken, onu söyleme cüretini gösterdiğinden dolayı aniden korkarak hafif bir gülücükle durumu idare etmeye çalışan zavallı Tahir Sarıkaya karşısında, "program konuğu" bir tank kadar güçlü ve kararlı duruyor.
Cılız itirazı bastırmak için aklına ilk gelen şeyi hiç teklemeden, yüksek sesle dile getiriyor:
"Abdest almamıza gerek yok, değil mi?"
O da bu sert karşı çıkışın, zaten karşısında ezik bir gülümsemeyle iyice köşeye sıkışmış olan gazeteciyi tümüyle perişan etmemesi için, son vurguyla beraber sesli bir gülüşle inisiyatifi iyice eline alıyor.
(Burada marş ile abdest arasındaki bağlantıya kafayı takmadan, bu iki kutsal işaretin peş peşe sıralanmasını sorgulamadan kabullenerek hikâyemize devam edeceğiz.)
Tahir Sarıkaya da kendi gülüşünün dozunu arttırarak bu zoraki uzlaşmaya razı olduğunu gösteriyor.
Ama daha bitmedi.
Henüz gülümsemesi durulmadan saygı duruşu için ayağa kalkmış olan otoriter konuğunun peşinden gitmeye artık mahkûm.
Bu arada programdaki konumunu korumaya çabalayarak aslında kendini iyice batıran bir şeyler mırıldanıyor:
"Evet... Tuğçe Hanım öyle dedi... Ben de şok oldum... Yani hiç beklemediğim bir şey..."
Zoraki ayağa kalkarken elleriyle boşlukta ceket düğmesini ilikleme hareketi yapıyor.
Sonra aynı elleri çaresizce iki yana açarak bir şeyler daha diyecek oluyor, ama Tuğçe Kazaz hemen müdahale ederek gerekirse "daha da sert girişebileceğinin" sinyalini veriyor:
"Buyurun, lütfen saygısızlık etmeyelim!"
Darmadağın olan adamcağız sözüm ona yönetmene talimat verme pozlarına sığınarak "E... biz... bir dakikalık saygı duruşunda bulunalım" derken dayak yemişten beter.
Artık kendisinden bağımsızlaşan elleri yine aynı "boşlukta düğme ilikleme" oyununu icra ediyor.
Saygı duruşu başladığında Tuğçe Hanım’ın çok “ustaca” saygı gösterdiğini, gazetecinin ise nedense kıpır kıpır olduğunu gözlüyoruz.
Bir süre sonra program konuğuna dönerek yalvarırcasına “bir dakika bitti” gibi bir şey fısıldıyor; ama öteki aldırmıyor bile. Belli ki saygı duruşu, onu önerenin gerekli gördüğü zamana kadar devam edecek!
Sonra kısa bir sohbet yapmayı deniyorlar. Ondan önce, ondan sonra, her fırsatta Tahir Sarıkaya “canlı yayında... ilk defa... ben ki 13 yıllık gazeteciyim” gibi sözlerle şoku bir türlü atlatamadığını yansıtıyor.
Programı çoktan eline almış olan Tuğçe Hanım duruma son derece hâkim; yanındakini kısa hamlelerle etkisiz hale getiriyor, milliyetçi mesajları başarıyla sıralıyor, o arada rejiye de uyarılar yaparak stüdyoda değişen dengeleri seyircilerin gözüne sokuyor.
Sonunda sıra marşa geliyor.
Yine düğme ilikleme ve isteksizce dudak kıpırdatma oyunlarıyla oyalanan “devrik sunucu”, zamanın ne kadar ağır geçtiğinden dolayı ızdırap çeker gibi.
Tuğçe Hanım ise her şeyi “tam puan” alarak yapıyor.
Yukarıda aktarmaya çalıştığım tarihî dakikalar, enerjik ve yaratıcı çaba ile neler yapılabileceğini, millî menfaatlere uygun bir “korsan eylem”in nasıl organize edilebileceğini ortaya koyuyor.
Bu açıdan “Tuğçe Kazaz faktörü” asla küçümsemeye gelmez.
Öyle iktidara yakın medyada gördüğü herkesi “yandaş” diye tek bir sıfat altında birleştirme gibi özensiz bir toptancılık yapanlar da umarım bundan gerekli ders çıkarır.
Diğer yandan her ne kadar Tuğçe Kazaz’ın verdiği milliyetçi mesajlar yeni ögeler içermiyor ve bir parça sönük kalıyorsa da (bu onun kusuru değil, ideolojik bir hantallık hali), yine de onun kutsal değerleri basit bir sabah programında bile ağır bir silaha dönüştürebilmesi takdire şayan.
Özellikle de son zamanlarda her şeyden fazla tartıştığımız “aydın nasıl olmalıdır” meselesi bu kadar aktüelken.
Evet, ne Kürt kentlerindeki kanlı olayları, ne Sultanahmet’teki patlamayı, ne de Suriye’deki gelişmeleri bu kadar hararetli tartışıyoruz nedense; varsa yoksa “aydınlar bildirisi”!..
Bildiriye imza atanlar, tehditler, gözaltılar, yeni bildiriler, pişmanlıklar, pişman etmeye devam etmeler...
İşte tam bu sırada, “aydın müsveddesi”nin ne olduğunu anlayıp da “peki gerçek aydın nasıl olmalıdır?” sorusuna bir türlü cevap bulamadığımız bir ortamda, Tuğçe Kazaz’ın çıkışı oldukça “aydın”latıcı olmuştur.
Aydın böyle olmalıdır işte!
Tuğçe Kazaz gibi!
Millî değerlerine, devletine, iktidarına bağlı...
Ağzı laf yapan, asla korkmayan, kendini sınırlamayan, hiçbir konudan dolayı komplekse kapılmayan...
Ve tek başına bir kanalın (üstelik Beyaz TV gibi “uslu” bir kanalın) yayınına el koyarak, oradaki üstün performansıyla Türkiye’nin gündemine damgasını vuran...
Ayyy - dınnn!..
Yıllardır ihtiyaç duyulan, aranan aydın bulunmuştur!
Ve ben şu anda...
Böylesine kıymetli aydınlara duyduğumuz hayranlık ve şükran duygularını ifade etmek için...
Bilgisayarları, telefonları ve öteki cihazları başında...
Bu yazıyı okuyan herkesi, bir dakikalık saygı duruşuna ve arkasından da İstiklâl Marşı'nı okumaya davet ediyorum!
İşbu eyleme abdestsiz okurlar da katılabilir!..