Aslında Rusların böyle bir ziyaret istediğine ilişkin çok fazla belirti yoktu.
Zaten Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) toplanması yolunda da pek istek göstermemişlerdi.
Mevcut sorunların Başkan Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında çözülmeye çalışıldığı ortadaydı.
Daha teknik konularda da bakanlar, bürokratlar, askerler, danışmanlar falan gerektikçe görüşüyordu.
Ama “Rusya ile temaslar şu sıralarda çok mühim” diye düşünen Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım’ın mutlaka Moskova’ya gitmesini istemişti.
Yapacak bir şey yoktu; uygun valizleri, bakanları ve gazetecileri topladılar.
Binali Bey’in aklı içerde kalmıştı gerçi; çünkü Reis “Devlet Bey’in markajını” kendisine vermiş, aksaklık olursa hesap soracağını belli etmişti.
Giderayak Devlet Bey biraz mırıldanınca son anda onunla görüşmek gerekti; onunla görüşünce Moskova uçağı beklemek zorunda kaldı; o bekleme yapınca Moskova’ya epeyce geç gidildi; geç gidilince Moskova’daki Türk işadamları neredeyse sabaha karşı sorunlarını özetle anlatıp Başbakan tarafından – o saatte de olsa ve onun aklı biraz Devlet Bey’de kalmış da olsa – anlaşılmak istediler.
Ertesi gün üniversitede konuşma, ardından Rus yöneticileriyle bir araya gelme, Başbakan Medvedev’le görüşme ve Binali Bey’i kabul edeceğini son ana kadar söylememiş olan Putin’den yeşil ışık yanmasıyla onun huzuruna çıkma...
Ziyaretin Moskova bölümü şekillenmişti.
* * *
Başbakan üniversitede konuşurken bir Rus gazeteci ötekine sordu:
“Ahmet miydi adı?”
“Yok Ahmet bir öncekiydi. Hani ‘uçağı düşürme emrini ben verdim’ diyen ve Erdoğan’ın yolladığı... Bunun adı ‘Yildirim’...”
Binali Bey buralarda fazla tanınmadığını ve yeterince önemsenmediğini hissedince “duruma el koymak” istedi:
“Ben proje adamıyım”, dedi konuşmasında.
Biraz sustu.
“İçerdeki” gibi uysal gülümseyen, alkışlayan falan yoktu. “E tabii, Rus bunlar; açıklamak lazım” diye düşündü.
“14 yıldır birçok proje yaptım” cümlesi zihninden diline dökülürken “Cumhurbaşkanlığımızın liderliğinde” diye zorunlu bir ek yaptı. Yerin kulağı vardı haliyle...
Rusların yine öyle boş boş baktıklarını görünce örnek vermek istedi:
“Mesela, bu ayın 20’sinde açacağımız bir tünel projesi var... Dünyada benzeri yok!”
Biraz daha devam edip bitirdi. Rusları biraz “donuk” bulmuştu.
* * *
Kendisine sık sık gülümseyerek bakan Medvedev’le görüşmesi başlamadan - sıcak tokalaşmalar, çay, kahve, pastalar falan – ortamı daha iyi bulmuştu.
Orada da aynı şeyi, ama daha enerjik bir şekilde dile getirdi:
“Ben proje adamıyım.”
Durdu. Medvedev de öyle donuk donuk bakıyordu kendisine.
Önceden planladığı bir şeyi yaptı:
Hani şu yıllardır yerinden kımıldamayan Akkuyu Nükleer Santrali konusunda Ruslar takvimlerini bir kez daha açıklamışlar ve – kendilerince “sıkı bir jest olsun” diye – ilk bölümün hizmete sokulmasının Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne hazır olacağını vaat etmişlerdi ya...
Binali Bey, malum “halk tipi” gülüşüyle Medvedev’i göz hapsine alarak birdenbire şöyle dedi:
“Bu takvimi çabuklaştırıp santrali daha erken bitirmenizi bekliyoruz.”
Durdu. Sessizlik iyice ağır bir yüke dönüşmesin diye gülüşünün dozunu biraz daha arttırdı.
Ama...
Medvedev sadece bakıyordu.
Üzerinde anlaşılan bir konunun şimdi bu masada neden yeniden gündeme getirildiğini anlamayan bir bakış vardı gözlerinde.
Binali Bey sıkıntısını gizleyerek içinden mırıldandı:
“Halbuki Reis böyle deyince bütün Türk müteahhitler süreyi öne alırdı. Hatta bir keresinde Japonlar bile...”
O anda istenen tepkiyi alamamasının nedenini bulduğunu sandı: Ayakta durmaları ve koyun pazarlığında olduğu gibi uzun ve sallantılı bir el sıkışma aşaması gerekiyordu. Masada karşılıklı oturuyor olmaları kötü olmuştu.
Aklına yine Devlet Bey gelmişti:
“Yav Bahçeli bile daha sempatik tepki veriyor”, diyesi geldi...
Diyemedi.
* * *
Putin’le görüşme çok mühimdi tabii. Burada çekilen fotoğrafları ömrü boyunca herkese gösterecekti. Tavandaki gerçek altın mıydı acaba, yoksa kaplama mı?..
Putin gelir gelmez gülümsedi, hepsinin ellerini sıktı, hatta Berat Albayrak’ın omzuna dostça dokundu.
Bu ne demekti biliyor musunuz?
Geçen yıl bu vakitlerde “Erdoğan başta oldukça Türkiye yönetimiyle görüşemeyiz” diyen Putin ve yandaşı Rus gazeteciler, “damadı da terörist IŞİD’le petrol kaçakçılığı yapıyor” türünden söylentiler yayıyorlardı. Şimdi ise bizzat Putin bizzat Albayrak’ın omzuna dokunmuştu!
“Nereden nereye!”, diye düşündü Binali Bey.
Konuşmasında da bunu – “Bir yıl önce yaşanan talihsiz bir olay nedeniyle ilişkilerimiz büyük bir sınama ile karşı karşıya kaldı. Siyasi irademiz sayesinde bu badireden çıkmış bulunuyoruz” anlatımı ile – objektif bir sınav sürecine benzeterek ifade etti.
Rus tarafı sadece baktı. Bir şey demedi.
Ama görüşmenin sonu pek hoştu. Putin yine gülümseyerek “Sayın Erdoğan’a benden çok selam söyleyin lütfen” diyordu (Hem de “lütfen” diyordu!).
Dönünce bu an’ı Reis’e nasıl anlatacağını aklından geçirerek biraz gevşedi Binali Bey. Mesela, şöyle dese olur muydu: “Putin sizin çok etkiniz altında, efendim”?.. Ya da şu şekilde: “Efendim, bence Putin sizi gerçekten çok seviyor”?..
* * *
Amma velakin koca uçakla buraya gelmişti ve gelişinin bir de resmî sonucu da olması lazımdı.
Moskova’ya hareket etmeden önce “Vize meselesini başa alıyoruz” dediği demeçleri haber olmuştu. Ama Ruslar, Türklere vize verme konusunda işi çok ağırdan alıyorlardı:
“Önce şu renkte pasaportu olanlara... Ama ilerde, kesin süre veremeyiz. Sonra öteki renktekiler. Onların zamanı ise hiç belli olmaz. Daha sonra...”
Ruslarla aylarca önce barışmıştık, ama Türklere – bırakın vizesiz geçiş hakkını – Rusya havaalanlarına geldiklerinde hâlâ potansiyel suçlu muamelesi yapmaya devam ediyorlardı.
Ya diğer konular?
Domatesimiz ortada kalmıştı.
Öteki ticari konular gibi. İnşaat gibi. Ulaşım ve gümrükler gibi.
Galiba Putin iyiydi de, ah şu Rus bürokrasisi!..
Ve turizm!.. Barıştıktan sonra Ruslar bugün yarın diye bekleterek okulların açılmasına kadar charter uçuşlarını engellemişti. Şimdi de durum belirsizdi. Geçen gün Erdoğan’ın “Esad’ı devireceğiz” sözü üzerine askıya alınan erken rezervasyonlarda tutulan nefesler, ancak iki gün sonra yine Erdoğan’ın yaptığı “düzeltme” ile verilebilmişti.
İyiye giden bir Akkuyu bir de Türk Akımı vardı. Yani Rusların istediği enerji projeleri.
Ya bizim isteklerimiz?..
Binali Bey, görüşmelerde Halep’te Esad’a baskı yapılması isteğini dile getirelim derken, danışmanlarından oradaki Rusya-Suriye atağının daha da hızlandığı haberlerini almıştı.
Yok yok, çok da kötümser olmamak gerekiyordu.
Binali Bey bunu vurgulamayı da ihmal etmedi:
“Valla FETÖ'yle mücadele konusunda Rusya'nın kafası daha berrak. Çok net, gerekli tedbirleri aldılar zaten.”
Buradaki “daha” kelimesi ilk anda kulağa garip geldi. Kafaları kimden “daha berrak”? “Bizden bile” mi demek istemişti Sayın Başbakan?
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov bir keresinde “Biz Gülenciler ile mücadeleye sizden yıllar önce başladık” dememiş miydi?
Ama yok, hayır, öyle olamazdı. Binali Bey, biraz duraksadıktan sonra “Almanya’dan, ABD’den daha net” gibi bir şeyler ekledi.
* * *
Başbakanımız’ın sıkıntısını gideren iki şey oldu: Bir, Türkiye’den gelen haberler “Devlet Bey’in pürüz çıkarmayacağını” teyit ediyordu. İki, yanlarındaki gazeteciler öyle sorunlu alanlara girerek baş ağrıtmıyordu.
İşte yine tıpkı liseli öğrenciler gibi cıvıltılarla başbakanlık uçağına binerken ne kadar da uysal ve sevecendi bu çocuklar!
Bir zamanlar can sıkıcı haberler yapan CNNTürk bile öylesine sevimliydi ki!
Bir ara bir yerlerden rubleler bulmuşlar ve paraları ekranda göstererek “Bakın, Erdoğan ruble ve TL ile ticaret yapacağız dedi, biz de otel paramızı ruble ile ödüyoruz” gibi sempatiklikler yapıyorlardı.
Böylece Türkiye’deki Ayşe Teyze de ölmeden önce ekranlardan Rus rublesi görmüş oluyordu. Gazetecilikte büyük bir olaydı bu!
Kimse bu sevimli muhabirlere “O rubleleri nereden buldunuz?” diye de, “Peki, Rusya’ya daha önceki gelişlerinizde ödemeyi nasıl yapıyordunuz?” diye de soru sormadı tabii.
Uçaktaki ve “içerdeki” (içerde derken “hapisteki” demek istemiyoruz tabii, onları hatırlatmanın sırası mı burada! Türkiye’deki) uysal gazeteciler, Yıldırım’ın ziyaretinin Türk-Rus ilişkilerine katkılarını anlatan yazılarına daha birkaç gün önceden başlamışlardı.
Elbette densiz bir Rus gazetecinin “Türk Başbakan Moskova’dan ne elde ederek dönüyor?” sorusunu kimse duymadı.
Sonuçta daha öncekiler gibi Binali Bey de Moskova’yı fethetmişti işte.
Uçak, ziyaretin ikinci aşaması için Moskova’dan Kazan’a doğru yönelirken birçok tanınmış Türk gazeteci on yıllardır inatla sergilediği cehaleti tekrarlamakta beis görmüyordu:
“Ve Başbakan’ın uçağı Rusya’dan Tataristan’a doğru hareket etti.”