Başbakan, belagat şarjörünü bu kez AKP'ye doğru boşaltmış:
"Cumhurbaşkanlığı seçimi bitene kadar başbakanlık için isimler ortaya atmak, partiye ihanet olur!"
İhanet...
Hayır hayır, bugün pazar ve siyaset yazmak değil niyetim.
Dilden söz edelim, diyorum, biraz. Kelimelerden.
Siyasette, dostlukta, hatta aşkta...
Ateş gibi, kurşun gibi, tank gibi kelimelerden...
* * *
Türkçe'de kaç kelime var?
15-20 bin mi?
110-120 bin mi?
200 binden fazla mı?
Ne kadar çok olursa o kadar zenginiz demektir.
Zenginlik biraz da ayrıntılara hâkim olabilmek değil midir?
Ama...
Hayatımız boyunca kaç kelime kullanıyoruz?
Bazı Türkçe uzmanları, Türklerin genellikle günde 400 kelime ile "idare ettiklerini" söylüyor.
400 kelime...
(Öyleyse yabancıların Türkçe öğrenmesi zor olmamalı, diye düşünüyor insan. Bu arada günlük 400 kelimeyle yetinen Türklere en az 2-3 bin kelime İngilizce öğretilmeye çalışılması da bir başka "enteresanlık".)
* * *
Yine "zenginlik" açısından ilerleyelim.
Yaşadıkların, gördüklerin, okudukların, bildiklerin ne kadar fazla olursa o kadar zenginsin demektir.
Ve gerçekten özümseyip kendine mal edebildiğin düşünceler, yüreğinin derinliğinde hissedebildiğin duygular ne kadar çoksa...
Efendim?..
Orada da "400 kelime" türü formüllerle mi idare ediyoruz?
Çoğu kendimize ait olmayan birkaç düzine (üzerinde pek de düşünülmemiş) "düşünce"... Ve belki daha da az duygu...
Siz bakmayın Türk sanat müziği eşliğinde kaşların kederle havalanmasına, gözlerin hüzünle küçülüp kapanmasına ve ikide bir yürek hizasına götürülen ellerin riyakârca çırpınmasına!
On binlerce kelime dururken "bize 400 tane yeter, fazlasını zaten kullanmıyoruz, alsak da bozulup bayatlıyor" kıvamında davrananlar, hayatın başka alanlarında da "idare etsin yeter, yormayalım kendimizi" havasındalar.
Ve kendilerinden daha farklı, daha çeşitli, daha zengin düşünce, duygu ve hayatlara sahip olanlara çoğu kez pek "iyi gözle" bakmıyorlar!..
* * *
Dil, özgürlüğün ilk araçlarından biridir.
Dilini kullanmaları engellenenler kadar, kendi dilinin inceliklerini yeterince bilmeyenler ve günlük hayatında onlardan yararlanamayanlar da özgür sayılmaz.
Dilimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı bilerek yoksullaştırıyorlar...
Ki hayatımızdaki renkler matlaşsın, çeşitlilik azalsın, tek tipleştirme süreci güçlensin...
Robot gibi birbirimize benzeyelim.
Benzer giysiler giyelim, aynı kelimelerle aynı davranışları benimseyelim ve kullanalım.
"Yukarıdan belirlenmiş" filmlerden, şarkılardan ve şiirlerden hoşlanalım.
Aynı dürtülerle ağlayalım ve gülelim.
"Sakıncalı" şeylere zinhar ilgi göstermeyelim.
Eğitimli hayvanlar gibi sadık olalım; "sahibimiz"e sorun çıkarmayalım.
Şaşırtmayalım. "Şaşırtmama kapasitesi" bakımından azami derecede "öngörülür" ve "güvenilir" olalım.
* * *
Ne diyorduk?
Başbakan kükremiş yine:
"Cumhurbaşkanlığı seçimi bitene kadar başbakanlık için isimler ortaya atmak partiye ihanet olur."
Hoppala!
Neden "ihanet"?
Neden bu kadar ağır bir kelime?
Ülkenin, hükümetin, "partinin" bu kadar önemli gündemiyle ilgili olarak neden isimler ortaya atılmasın?
Bari, "Ben izin verene kadar başbakanlık için isim düşünen haindir!" deyiver de bitsin!..
Dikkat edin, "isterseniz şimdilik tartışmayalım" veya "seçimlerden sonra konuşmamız daha yararlı olur" gibi bir üslup kullanılmıyor; hemen tehdit ve ceza dili seçiliyor: "ihanet"!
Sıkıysa isim öner şimdi!
İhanet edene ne yaparlar?..
Sultanlarımız, otoritelerinin zarar alma ihtimalini sezdiklerinde gözlerini bile kırpmadan "Tez kellesi vurula!" demiyor muydu?
Bu topraklarda hoşgörülü olmak, anlayış göstermek, ses çıkarmamak, çok sesliliğe kapı aralamak "zayıflık" olarak değerlendirilir. Özür dilemek ise utanılacak bir hata sayılır.
* * *
Türkiye'nin "bir numaralı rol modeli" Başbakan, son dönemde sertliğine sertlik ekleyerek doludizgin gidiyor. Sanırım eklem yerleri bile sertleşti artık. Ayağı kayarsa büyük bir çatırtı kopacak bunca sertlik merakıyla.
Kendi arkadaşlarını korkutmak için kullandığı "ihanet" kelimesi buna örnek.
Ama mesele sadece siyasetten ibaret değil.
Bizde her alanda katı, gergin, 'köşeli" tarz daha çok ilgi görüyor.
İçimiz boş ya da dolu, o ayrı; ama dışımız "acayip sert"; her yanımız kabuk bağladı.
Her konuda...
Siyasette de bu böyle, iş ortamlarında da, insani ilişkilerde, dostluklarda ve hatta aşklarda bile...
* * * Farklı bir görüş savunursan, sana yakın birilerini nedense "zor duruma düşürmüş" oluyorsun.
Onlar da anında senin bağlılığını, dostluğunu, dürüstlüğünü masaya yatırıveriyor.
Bazen "dostça" uyarılar yapıyor: "Bir daha böyle yaparsan/dersen seninle konuşmam!"
Sonra "dostça" tehdit ediyor: "İlişkimizi çizerim, seni hayatımdan silerim!"
Sözlerin ağırlığını hissediyor musunuz?
Şart koşmak, şantaj yapmak, kendini sağlama alma kaygısıyla karşısındakinin kalbine durmadan duygu sömürüsü soslu sitemler saplamak...
Binlerce kelime arasından özellikle en keskinlerini, en patlayıcılarını, en acılarını seçmek...
Memlekete döndüğümden beri kim bilir kaç kez sordum garsonlara:
- Ben acılı olsun demedim ki, neden bu kadar biber-baharat boca ettiniz?
Cevap her zaman hazır:
- Valla, herkes acılı sever, abi. Lezzeti acıdadır...
@AksayHakan