Bugün canım yazı yazmak istemiyordu aslında. Bir ölüm haberi aldım. Her şey anlamsızlaştı yine.
Ama bu anlamsızlık içinde debelenirken yapacak başka bir şey ve sığınacak başka bir liman bulamadığım için yine yazının başında buldum kendimi.
Ölüm, bize hayatın anlamını hatırlatıyor. Ve günlerimizi, yıllarımızı dolduran bir sürü çaba ve olayın hiç de o kadar heyecan verici olmadığını…
Duyduğumuz, gördüğümüz her bir yabancı ölüm, bize yaklaşan kendi ölümümüzü düşündürüyor: Acaba ben ne zaman öleceğim? Nerede? Nasıl? Ben öldükten sonra geride kalanlar neler düşünecekler hakkımda, neler hissedecekler? Ben olmayınca hayattan ne eksilmiş olacak?
Bu acıklı halimizi Sigmund Freud yıllar önce şöyle anlatıyordu: “Her zaman var olmak istiyoruz, var olmamaktan korkuyoruz. Ve bunun için tüm hayallerimizin gerçekleştiği harika masallar uyduruyoruz: İlerde bizi bekleyen bilinmez bir amaç, ruhun uçup gitmesi, cennet, ölümsüzlük, Tanrı, başka bir şeye dönüşmek… Bütün bunlar, ölüm acısını biraz olsun tatlandırabilmeyi amaçlıyor.”
Korkuyoruz. Francis Bacon’un çok yalın saptamasıyla: “Çocukların karanlıktan korkması gibi ölümden korkuyoruz; çünkü orada ne olduğu belirsiz…”
Ama yapacak bir şey yok işte! Zaten ne yapabiliriz ki! Japon Samurayları gibi, her sabah ve her akşam ölümü düşünerek hayatın anlamını hatırlamaya mı çalışmalıyız acaba?
Yoksa sadece Fyodor Dostoyevski’nin dediği gibi, hayatı, hayatın anlamından bile daha fazla sevmekle mi yetinmeliyiz?
* * *
Bugün ölüm haberini aldığım gencecik bir insandı. Liseden çok sevdiğim bir sınıf arkadaşımın oğlu. 25 yaşında birisinin ölmesi büyük acımasızlık. Hayatın bitişinde yaş ve kuşak sıralamasına uyulmaması büyük haksızlık.
Ölüm haberinin kederinden bir parça sıyrıldığımda, bu hiç görmediğim delikanlıyı merak ettim. Cesedi henüz soğumakta olan bir genci acılı annesine soramam ya; internete girdim. Ve karşıma Facebook sayfası çıktı.
Donakaldım…
Hiçbir Facebook sayfası beni böylesine çarpmamıştı bugüne kadar.
Hayır hayır, sayfada bir olağanüstülük olduğunu düşünmeyin. Ben sadece hayatla ve canlı diyaloglarla birlikte algılamaya alıştığım Facebook gibi “bir sosyal iletişim sitesi”nde, bir ölünün sayfasını ilk kez gördüğüm için donakalmıştım.
İşte fotoğrafı… İşte onunla ilgili bilgiler: “Yaşadığı yer: İstanbul”… “Doğum tarihi”… “Arkadaşları”… “Hakkında”… “Fotoğrafları”… “Arkadaşı ekle”… “Abone ol”… “Mesaj gönder”…
Sanki o hiç ölmemiş gibi…
Sayfasını kurcalamaya başladım hızla.
Son fotoğrafının altında bir yoğunluk var. Taze mesajlar bunlar. Bazıları her zamanki gibi ona hitaben yazmış: “Seni unutmayacağız…”, “Dünyalar iyisi insandın sen…”, “Mekânın cennet olsun…” Bazıları ise yakınlarına ve arkadaşlarına başsağlığı diliyor.
Aralardaki son derece dikkat çekici birkaç soru ve panik mesajı gerçekten de can yakıyor: “Ne oldu ya?”, “Ne diyorsunuz siz?”, “Nasıl?..” Belli ki her zamanki gibi girmişler Facebook’a. Ama orada hayat yerine ölümle karşılaşmışlar…
Daha fazla kalmak istemedim bu sayfada. Son bir kez göz attım: “Yaşadığı yer”… “Arkadaşları”… “Mesaj gönder”… “Arkadaşı ekle”… Eklesen de onay alabilir misin ki!..
Al sana “zaman tüneli”…
* * *
Facebook, Twitter, Linkedin ve değişik dillerde daha pek çok sosyal iletişim sitesi var. Siz ne derseniz deyin, bunlar hayatlarımızın önemli bir bölümünün sahibi artık. Yirmi Birinci Yüzyıl’ın modası, egemen haberleşme tarzı, milyonların günlük alışkanlığı… Yaşam biraz da bunlar üzerinden akıp gidiyor.
Ama sadece yaşam!..
Bu siteler ölüme hazırlıklı değiller.
Bu sitelere hayat veren insanlar öldüğünde sayfaları bocalıyor.
Düşünsenize, siz ölünce Facebook, Twitter vs. hesaplarınız ne olacak?
Ne yapmalı? Mesela, bir vasiyet mi?
“Ben ölünce Facebook sayfam kapatılsın.” Ya da “şu kadar süre açık kalsın.” Veya “şu türden mesajlar otomatik olarak ana sayfayı oluştursun.”
Sosyal paylaşım siteleri hayatı ele geçirdi. Ama ölüme çareyi onlar bile bulamıyor. Acaba bize hissettirecekleri “ölümsüzlük hissi” için ayrı bir düzenleme mi yapsalar? Mesela, “Facebook’un ölümsüz üyeleri”, “son mesajları”, “vasiyetleri”, “onu nasıl bilirdiniz köşesi”…
En yaygın sosyal medya ağı olan Facebook’un 800 milyon kullanıcısı var. 5 milyonu aşkın hesabın sahibinin ölü olduğu sanılıyor. Şirketten yapılan açıklamaya bakılırsa, ölen hesap sahibinin yakınlarının noter onaylı başvurusu incelenerek hesap kapatılabiliyor. Başvuru olmazsa sayfalar aynen kalıyor.
Facebook’tan bir yetkili, ölen kullanıcıların profiline “Anılarımızda” anlamına gelen “Memorialise” yazısının yazılacağını ve sadece ölünün arkadaşlarının bunu görebileceğini söylemişti bir ara. Sonra o da tepki çekti ve gerçekleşmedi sanırım.
Twiter, Linkedin, Google, Yahoo ve başka firmalardan bu konuda yapılmış bazı açıklamalar var. Her biri farklı düzeylerde yumuşak çözümler üretmeye çalışıyor bu hassas konuda. Kimisi işin içinden çıkmak için kuralcı davranmaya çalışıyor. Mesela, MSN dokuz ay kullanılmayan hesapları siliyor.
Ya bloglar, web siteleri, internet üzerinden gizli yazışmalar ne oluyor? Peki, ya paylaşılan çok özel fotoğraflar? Hele hele iletilerde ilan ve ifade edilen aşklar?
Onca enerjimizi ve duygumuzu yüklediğimiz internet neden bu kadar aciz?
İşte karşımda gencecik bir ölünün sayfası: “Yaşadığı yer”… “Arkadaşları”… “Mesaj gönder”… “Arkadaşı ekle”…
Aklıma Ayna’nın söylediği “Ölünce sevemezsem seni” şarkısı geliyor:
“Yaşamak yıldızlarda,
Seninle olmak istiyorum.
Sevişmek hüner değil,
Yanında kalmak istiyorum.”