Dün gece rüyamda sizi gördüm Vladimir Vladimiroviç, hayırdır inşallah!..
Kaç gündür, hatta kaç aydır hayatımda en çok öne çıkan isim sizinkisi, emin olun.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın (pardon, “özel askerî operasyon” dememiz gerekiyordu, değil mi?) başlamasından bu yana, yani son 7,5 ay içinde gündüzleri defalarca siz bir açıklama yaptınız mı diye bakınıyorum, gece de cepheden gelen son haberleri izleyip yatıyorum.
Birkaç kez rüyama girdiniz. Genellikle sert yüz ifadesiyle çevrenize emirler yağdırıyordunuz. E savaş, yani operasyon bu, kolay değil tabii. Siz de Rusya Başkomutanı’sınız. Üstelik karşınızda koskoca bir düşman cephesi var, sizin deyişinizle “kolektif Batı”…
Ama dün gece savaş falan yoktu rüyamda ve siz genellikle gülümsüyordunuz. Neşeli bir ortamdaydık. Takvimler 7 Ekim 2022’yi (yani yarını) gösteriyordu ve biz sizin 70. doğum gününüzü kutluyorduk. Bayram havasındaydık haliyle.
Kremlin’in o meşhur Georgiyevski Salonu’ndaydık. Kutlamada Rusya yönetiminden, önemli Rus kurumlarından ve federatif bölgelerden yöneticiler dâhil, yüzlerce kişi vardı. Sanırım oradaki tek yabancı bendim (rüya bu işte).
Yalnız benim anlamadığım ama rahatsız olduğum bir durum vardı. Nedense en ön sırada oturuyordum. Haklısınız tabii, aslında buna memnun olmam gerekir ama ben oldum olası kalabalık ortamlarda öne çıkmaktan pek hoşlanmam. Ancak koltukta adım yazıyordu ve tartışılacak ortam değildi.
* * *
Her neyse. Önce, yani daha siz salona girmeden, sizi öven çeşitli konuşmalar dinledik. Sahneye çıkan sivil ya da üniformalı herkes sizin ne kadar iyi, ne kadar üstün yetenekli, ne kadar akıllı bir insan ve lider olduğunuzu anlatıyordu. Bütün konuşmalar, orta ve hafif şiddette alkışlarla sonuçlanıyor, aslında törenin gerçek anlamda başlaması için sizin salona girmenizin beklendiği anlaşılıyordu.
Son konuşmanın ardından, tam hatırlamıyorum şimdi, sanırım Rus halk şarkıları veya marşlar dinledik. Bir süre de heyecanlı bir sessizlik yaşamamız gerekti.
Derken altın kaplamalı dev kapılar açıldı ve siz her zamanki gibi, sağ eliniz vücudunuza yakın ve hareketsiz, sol eliniz ise güvenle sallanarak mütevazı adımlarla ortaya çıktınız. Yürürken sizin sıkılarak bu aşamanın bir an önce geçmesini istediğiniz, belki de o sırada yapacak fazla bir şey bulamadığınız için ara sıra salondaki insanlara ölçülü bir gülümsemeyle baktığınız hissine kapıldım.
Mikrofona yaklaştığınız anda özgüveninizin arttı. Ve liderliğe geldiğiniz andan itibaren 22,5 yıldır kim bilir kaçıncı kez konuşma yapmanın rahatlığıyla bize ve - kameralara bakılırsa - bütün dünyaya seslenmeye başladınız.
* * *
Teşekkürlerinizi dile getirirken ve Leningrad’da geçen çocukluğunuzdan bahsederken çok yumuşaktınız; o an acımasız bir savaşın, pardon operasyonun ortasındaki bir başkomutanı dinlediğimizi sanırım hepimiz unutmuştuk.
Ben sizin Leningrad’dan daha fazla söz etmenizi, ayrıca Leningrad Üniversitesi’ni bitirdiğinizi söylemenizi istiyordum. Belki “aynı üniversiteyi benden 12 yıl sonra Sayın Aksay da bitirdi” gibi bir cümle kurabilir, beni heyecanlandırabilirdiniz. Saçmalık bu tabii ama… Rüya işte, mantık aranmaz ki!..
Benzeri bir hissi siz Doğu Almanya’da, Dresden’de bulunduğunuzu anlatırken de yaşadım ve sahneye yakın olmanın avantajını kullanarak “Ben de 87-88’de Leipzig’deydim, Sayın Putin” cümlesini hazırladım. Allahtan öyle bir saçmalık (rüyada olsam bile, neme lazım) yapmadım.
Konuşmanın pembe bölümleri bitmişti, siz artık çok daha ciddiydiniz. Bol bol ABD’yi ve Avrupalı ittifaklarını eleştirdiniz. Daha göreve geldiğiniz yıllarda NATO’ya Rusya’yı da alması yolunda çağrılar yaptığınızı ama reddedildiğinizi hatırlattınız (Allah için bu dediklerinizde hakkınız olduğunu ben de biliyordum).
Ne var ki olan olmuştu ve son 10-15 yılda Batı ile aranızdaki gerginlik artmıştı. Ve nihayet her şey sizi 24 Şubat sabahı Ukrayna’ya girmeye zorlamıştı.
* * *
Konuşmanızın devamında yalnızca Batı’dan değil artık “bağımsız bir halk olarak kabul etmediğiniz” Ukraynalılardan da eleştirel bir üslupla bahsettiniz. Önceki hafta aldığınız “kısmi seferberlik” ve “dört bölgenin Rusya Federasyonu’na katılması” kararlarını savundunuz.
Salonda sık sık alkış patlamaları yaşanıyordu ve bunlar az önce lideri övme yarışındaki konuşmacıların aldığı alkışlar gibi cılız değildi.
Sizi iki elini neredeyse hırsla birbirine vurarak destekleyen insanların yüzlerine baktığımda şaşırdım: Hepsi gergin ve kaygılı gibiydi.
Bense sözün Ukrayna’ya gelmesinden itibaren kendimi rahatsız hissediyordum ve tekrar tekrar neden ön sırada oturduğumu sorguluyordum.
Bu bir süre böyle devam etti.
* * *
Sonra aniden bir şey fark ettim ve alnımda ter damlaları ortaya çıkıverdi: Salonda yüzlerce insan sizi alkışlarken bir tek ben put gibi oturuyordum. Kısa süre içinde çevremde oturanların da bu nedenle bana önce dikkatle sonra da ters ters bakmaya başladıklarını gördüm.
Bu durum bende bir korku yarattı (rüya olduğu için tabii, yoksa gerçek hayatta asla korkmam ben).
Sizin sesinizi yükselterek alkış sinyali verdiğiniz ve herkesin buna büyük bir uysallıkla itaat ederek elleri kızarana kadar sizi alkışladığı anlarda ben saçma sapan şeyler yapmaya giriştim: Telefonumdan bir şeye bakıyormuşum gibi yaptım. Sonra bir elimi diğeriyle ovalayarak sanki bir ağrım varmış gibi davrandım. Ardından ceketimi çıkarıp ellerimin üzerine koydum ki bu da o ortama pek uygun düşmedi tabii.
Yok, hayır, ön sıradaydım ve ne yapsam kendimi gizleyemiyordum.
Giderek bütün salon bana bakmaya başladı. Hatta sanırım her yerin ışığı kesildi, bir tek sahnede siz ve ön sırada oturmama rağmen sizi alkışlamayan ben aydınlatıldık.
İyice terlemiştim.
* * *
Derken birdenbire bir şey oldu ve siz mikrofonu elinize alarak sahnede ilerleyip tam benim karşımda durdunuz. Konuşmanıza bir süre sadece bana bakarak devam ettiniz.
Çok kötü şeyler olabileceğini sezerek ister istemez sağıma soluma baktım. Tanıdık birkaç milletvekili ve cumhuriyet lideri gördüğümde tam biraz rahatlayacaktım ki, onların gözlerinde de bana yönelik nefret ve kınama olduğunu hissettim.
Sanırım benim için kurtuluş yoktu (tek kurtuluş, uykumdan uyanıp rüyayı noktalamamdı ama o da bir türlü gerçekleşmiyordu).
Konuşmanızı keserek bana seslendiniz:
“Sanırım söylediklerime katılmayarak Batı’ya bağlılığını gösteren birileri var aramızda! Mesela, ön sıradaki Türk misafirimiz…”
Boğulacak gibi olmuş, kendi terimle baş edemez hale gelmiştim.
Bu arada sahnenin kenarında, perdenin tam arkasında Kızıl Ordu askerlerinin hazır beklediklerini gördüm. Perdenin sağ üst kısmında ise kara gözlüklü ve hafiye kılıklı birileri gizlenmişti; sanırım onlar da Amerikan ajanıydılar.
* * *
Siz benim sessizliğime biraz kızmış gibiydiniz, “Size söylüyorum Sayın Aksay!” diye bağırdınız.
Telaşla ceplerime bakarak oradan bir ton kâğıt çıkarmaya başladım. Bir taraftan da size bakarak şöyle diyordum:
“Size katılmıyorum, Sayın Putin. Bakın ben yıllardır Batı’yı eleştiren ne yazılar yazdım. Ama Ukrayna’ya açtığınız savaş…”
İrkilerek gördüm ki, ağzım hareket etmesine rağmen sesim kısılmıştı, hiç çıkmıyordu. Bu durumun beni ne kadar çaresiz ve aptal gösterdiğini rüyada da olsam çok derinden hissederek ezilmiştim.
Bu arada perdenin sağ üst kısmındaki kara gözlüklü Amerikan ajanlarının dilimize genellikle “kahrolası” veya “lanet olsun” diye tercüme edilen bir kelime fısıldayarak oradan sıvıştıklarını fark ettim.
Siz ise yeni bir hamle yapmıştınız:
“Bir de size 2007 yılında madalya vermiştim. Bu nankörlüğünüz karşısında diyecek şey bulamıyorum!”
Artık bu kadarı fazlaydı! Ellerimi yine ceplerime daldırarak o madalyanın verilme gerekçesinin siyaset falan değil “kültürel ilişkiler” ve “Rus dilinin yaygınlaşması” olduğunu kanıtlamaya çalıştımsa da beceremedim.
* * *
Bu arada salonun oturma düzeni değişmiş ve herkes beni kuşatan bir çember içinde gözlerini bana dikmişti.
Perdenin arkasındaki Kızıl Ordu askerlerinin ellerinde geçen yüzyıldan kalma tüfekler belirdi. En öndeki komutan ise elinde Lenin pankartı taşıyordu. Oysa siz Lenin’i eleştirerek Ukrayna harekâtını başlatmıştınız.
Mantıksızlıklar giderek artıyor ama bunları fark etmemin bana hiçbir yardımı olmuyordu.
Birdenbire Sovyet marşı çalmaya başladı. Aynı anda sahnede son Rus çarlarının dev fotoğrafları belirmişti.
Nefes almakta zorluk çekiyordum.
* * *
Ne garip bir törendi bu. Güya sizin 70. doğum gününüzü kutlayacaktık. Ama olay benim ölüm günüme dönüşmek üzereydi.
Oradaki her şeyin ve herkesin sizin iki kelimenize bağlı olarak değişeceğini düşünerek tüm cesaretimi toplayıp ayağa kalktım.
Tam o anda sizin üzerinizdeki resmî giysilerin kaybolduğunu ve siyah kuşak bir judocuya dönüştüğünüzü gördüm. Gözlerinizde çok kararlı bir ifade vardı.
Sahneden zıplayarak benim oturduğum koltuğun önüne doğru havalandınız. İstem dışı bir hareketle geriye çekilmeye çalıştım.
Düşerek kafamı koltuğa vurmuştum. Daha doğrusu karyolanın demirlerine.
Uyanır uyanmaz hayatta hiçbir rüyanın bu kadar uzun sürmediğini düşündüm.
Hakan Aksay kimdir? Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |