Rusya’ya iş gezilerimin yüklü gündem maddelerinde bir aksama veya boşluk oluştuğu zaman üzülmekle...
Rusya’ya iş gezilerimin yüklü gündem maddelerinde bir aksama veya boşluk oluştuğu zaman üzülmekle vakit kaybetmiyorum pek, hatta bazen sevindiğim bile oluyor. Çünkü yedek bir gündemim var. Mesela, sinemaya gitmek ve Rus sinemasının yeni ürünleriyle tanışmak gibi.Bu seferki gezimin son günü 29 Eylül’dü. Görüşmelerim tamamlanmış gibiydi. Bana fazla çekici gelmeyen bir “hemşeri muhabbeti” ile sinema arasında tercih yapmam zor olmadı. Üstelik Rusya’da aylardır konuşulan bir film o gün, benim uçuşuma saatler kala gösterime giriyordu.
O zamana kadar sadece özel gösterimlerde sergilenmişti söz konusu film. Ve birkaç tane ödül almıştı. En önemlisi de Cannes Film Festivali’nin “Özel Bakış Ödülü” idi.“Yelena” adlı filmden söz ediyorum. Veya birçok dünya diline yapılan yanlış ve tembel tercümesiyle “Elena”dan… (Kimlik belgelerinde Rusça “Yelena” yazan on binlerce kadın, pasaportlarında “Elena” yazmasına nasıl tepki göstermez, onu da anlayamam.)“Yelena”, pardon, “Elena”, ünlü Rus rejisör
Andrey Zvyagintsev'in son filmi. Belki bazılarınız, Zvyagintsev'i “Dönüş” ve “Sürgün” filmleriyle tanımış olabilirsiniz.* * *İzninizle size biraz filmin konusunu anlatayım. Ve onunla ilgili bazı bilgiler vereyim. Ve bu filmi görmenizi tavsiye edeyim.Sıradan günler, sıradan bir aile, sıradan ilişkiler… Doğrusu filmin başındaki bana epeyce yavaş ve banal gelen sahneler, kafamda “acaba?” sorusunu doğurmuştu. (Filmin sade ve gerçekçi üslubunun, dün izlediğim
Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir zamanlar Anadolu’da” filmiyle benzeştiğini söyleyebilirim.) Ama devamı çok güçlü geldi. Yine sıradandı filmde her şey, özel olarak yapılmış bir şey yoktu sanki, neredeyse Rus hayatının bir kesitinden, bir ailenin yaşamından “belgesel” gibiydi. Ama bu sıradan yaşam içinde ciddi, can sıkıcı ve oldukça tartışmalı ahlaki tercihler gündeme geldi ve film sadeliğe dayanan gücüyle, deyiş yerindeyse, beni esir aldı.Peki, konuya geleyim. Orta yaşlı bir kadın ve biraz yaşlıca kocası. İkisinin de ikinci evlilikleri. Adam varlıklı ve soğuk tabiatlı. Sağlığı tekliyor. Kadın daha çok onun hizmetçisi ve hemşiresi gibi. İkisinin de ilk evliliklerinden biraz sorunlu çocukları var. Kadının oğlu yoksul ve asalak biri. Ve kadın kocasını ikna ederek oğlunun, oğlunun ailesinin, torununun maddi sorunlarını çözmeye uğraşıyor. Ama kocası bir gün “Senin ilk evliliğinden olan çocuğunun geçimini ben sağlamak zorunda değilim” diyor. Bir de bunun üzerine, ani bir kalp rahatsızlığının ardından mirasını yazarken her şeyini kendi kızına bırakma kararını eşine açıklıyor ki… Her neyse, aslında sıradan anlaşmazlıklar bunlar.
Ancak sonradan yaşananlar, kadının bazı ahlaki tercihleri ve önemli kararları, konuyu, “Sophie'nin Seçimi” eserindeki gibi oldukça tartışmalı bir hale getiriyor. Günümüz Rusya'sında vicdan ve fedakârlık konularını sorguluyor.Ve bu arada “Kim kimden besleniyor? Yoksullar mı zenginlerden? Yoksa zenginler mi yoksullardan?” gibi ilginç soruları ortaya atıyor film.Kimilerine göre, son 15-20 yılın en önemli Rus filmi sayılan “Elena”, size pek iyimser ve iç açıcı bir film gibi gelmeyebilir, ama konusu ve sahneleriyle hayattan kopuk olduğunu asla söyleyemezsiniz. Elbette filmin konusunun en önemli bölümünü, külminasyonu size aktarmadım, çünkü filmi göreceklerinizin keyfini ve merakını kaçırmak istemedim. Bu arada, filmin Rusya’da gösterime girmesinden çok kısa süre sonra, dün Türk izleyicilerle buluştuğunu biliyor musunuz? İstanbul’da
Film Ekimi kapsamındaki film gösterileri arasında, “Elena” da var. Rusça dilinde ve Türkçe altyazılı olarak dört gün (dün, bugün, yarın ve salı günü) Zvyagintsev'in bu etkileyici filmi gösteriliyor. Umarım sonradan daha uzun süreyle ve birçok kentte de gösterime girecektir.* * *“Elena” Rusya’da ilk haftasında Hollywood filmleri gibi büyük hasılat getirdi. Yaklaşık 250 bin dolarlık gişe hasılatı ilk yedi günde toplandı.Filmin Oscar’a aday olması gerektiği söyleyenler oldu. Ama Rusya’dan Oscar için bir başka eser, ünlü rejisör
Nikita Mihalkov’un bir filmi gitti.
1994’te Oscar alan filmi “Güneş yanığı” ile Türkiye’de de tanınan Mihalkov
bu filmin devamını çekmeyi sürdürüyor. Şimdi üçüncü filmde
Stalin dönemi, “Güneş yanığı – Son kale” adlı filmde oldukça çarpıcı ve görkemli sahnelerle gözler önüne seriliyor. (Yani üslup, “Elena” filminde Zvyagintsev’in kullandığı üsluptan çok farklı.)Aslında bu yıl Rusya’nın Oscar adayının seçilmesi ülkede büyük polemiğe neden oldu. Aralarında Mihalkov’un kendisinin de bulunduğu sekiz kişilik kuruldan beş oy alarak birinci olan “Güneş yanığı – Son kale” adlı filmin, Venedik galibi “Faust”u geçmesi de bazı medya temsilcileri tarafından skandal olarak nitelendi. Sürekli okurlarımız hatırlayacaktır, 68. Venedik Film Festivali’nde ana ödül olan Altın Aslan’ı Rus yönetmen
Aleksandr Sokurov’un “Faust” filminin kazandığını da aktarmıştık yine bu köşeden...
Ve o zaman da demiştik ki, Sokurov da son dönemde yeniden atağa kalkan Rus sinemasının adını dünyada bir kez daha duyuran isimlerden, en büyük rejisörlerden biridir. Tıpkı
Sergey Ayzenştayn,
Andrey Tarkovski,
Sergey Bondarçuk,
Elem Klimov,
Eldar Ryazanov,
Aleksey German,
Andrey Konçalovski, Nikita Mihalkov ve elbette Andrey Zvyagintsev gibi…