Güçlü siyasi liderlerin son rakibi Tanrı'dır. Onlar bunu kabul etseler de, etmeseler de.
Bir vakitler kendi ayarında gördükleri rakiplerini - önce ülkede, sonra bölgede ve dünyada - geride bıraktıkları hissine kapıldıkları anlarda bir süre için iktidar tutkularının rengi soluklaşır. Ama hemen toparlarlar durumu.
Her şey, içerdeki birkaç aciz muhalifle ve dışardaki yakından bakıldığında artık hiç de öyle eskisi gibi olağanüstü bir etki bırakmayan yabancı devlet yöneticileriyle sınırlı değildir. Gerçek anlamda tek bir büyük lider vardır ortada: Kendileri... Bu fikrin kabul görmesi için tarih kitaplarından daha ve daha fazla sayfa talep ederler. Hem de acilen.
İki şeyi gerçek anlamda düşünemezler: İktidardan ve hayattan ayrılmayı. Aslında ikisi de neredeyse aynı kapıya çıkar onlar için; siyasi ölüm de bir ölümdür.
Ölümsüzlüğü aradıklarında sık sık yolları Tanrı ile kesişir. O Tanrı ki, genellikle onları iktidara taşıyan ve orada tutan söylemlerin arasında özel bir yer tutar. O Tanrı ki, onların dışında, hatta onlardan da fazla toplumun sevgisini ve korkusunu kazanmıştır.
Bu zor rekabette bazen Tanrı ile ittifak etmeye, bazen de onu kendi istedikleri kılığa sokmaya çalışırlar.
Mesela, Adolf Hitler yetersizliklerini yetenekleri ile örtmeye çalışırken Tanrı'yı kullanmaktan kaçınmaz:
"Beceri ve yetenek, eğitimin ürünü değildir. Bu yetenek kişide doğuştan vardır. Yani bu Tanrı'nın bir lütfudur."
Aynı Hitler, hırsları uğruna Tanrı ile ittifaka girmekten, hatta Tanrı'ya ayar vermekten çekinmez:
"Tanrı beni halkıma hizmet etmek ve onu korkunç sefaletinden kurtarmakla vazifelendirdi. O sonradan görme aşağılık (Stalin), bir gün acı ile can verirken Tanrı onunla beraber olmayacak. Çünkü Tanrı bir komünistin yanında yer alacak kadar aptal değildir."
* * *
Son günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan'ı Allah ile aynı konumda göstermeye çalışan bir söylemi ve o söylemin arkasındaki anlayışı tartışıyoruz.
AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan, Erdoğan'dan söz ederken "Allah'ın bütün vasıflarını toplamış bir lider. İşte bunun için (dış mihraklar) önünü kesmek istediler" dedi. Yani Erdoğan'ın Allah'a özgü niteliklere sahip olduğunu savunarak Allah'a denk olduğunu ima etti.
Bir süre sessizlikten ve muhalefetten yoğun tepkiler gelmesinden sonra, AKP'nin sözcüsü ve "yeminsiz tercümanı" Hüseyin Çelik, Twitter'dan açıklama yaptı. Beş maddelik "twit-analiz özeti" tanıdık bir üsluptaydı: "Dili sürçmüş".
Bırakın kınanması gereken bir hata olmasını, "maksadını aşma" derecesinde bile değil, çok daha masum: Dil sürçmesi. Çelik'ten paparayı yiyen Arslan da "Evet evet, sadece dilim sürçtü" türü bir şeyler söyledi.
Meğer aslında, "Allah'ın hoşnut olduğu vasıfları taşıyan lider" demeye çabalıyormuş. Ne ilginç, değil mi? Türkçe söylenen cümle ve onun yine Türkçe yorumu birbirinden böylesine farklı olabiliyor. Sanırsın ki Düzce milletvekili Arslan'dan değil de, fabl yazarı La Fontaine'den bahsediliyor. Bizim de bunu yutmamız gerekiyor.
Bir okurun yazdığı gibi, AKP'nin artık "Dil Sürçmelerini Düzeltme Kurumu" ve ona bağlı "Aslında Öyle Demek İstemedi Komisyonu" kurmasının zamanı geldi.
Arslan'ın "Erdoğan-Allah'ın vasıfları" övgüsüyle ilgili olarak İslamcı muhalif kesimlerden gelen bazı eleştiriler özellikle dikkat çekiciydi. İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, "Başbakan'ın bunu bizzat reddetmesi ve iman tazelemesi gerek" diyerek konuya verdiği önemin altını çizdi.
* * *
Erdoğan, Uludere'den ve Gezi'den bu yana birbirinden tehlikeli hatalar yapmaya devam etse de, hâlâ Türkiye'nin açık ara bir numaralı lideri. Kendisine koşulsuz bağlılık duyan, neredeyse tapan bir seçmen kitlesi var.
"Ustalık", "dünya liderliği" ve "tanrısal özellikler" aşamasına doğru ve özellikle de otoriter eğilimlerinin artmasına bağlı olarak yandaşlarınca (siyasetçiler, belediye başkanları, artistler, şarkıcılar, televizyoncular, köşe yazarları, karikatüristler, işadamları vb.) onun hakkında neler söylenmedi ki!
"İkinci Atatürk" ve "son Osmanlı padişahı" ilan edilmediği mi kaldı Erdoğan'ın! "Mesih" veya "mehdi" olmadığı mı! "Yunanistan'da bile seçim kazanacağı" tahmininden tutun da, adına marşlar bestelenmesine kadar, neler neler...
İşte yalakalığın, ciddiyetsizliğin ve karaktersizliğin prim yaptığı ortamlarda, dinlemenin bile yüz kızarttığı övgülerden bazıları:
* * *
Gördüğünüz üzere, abartılı övgülerin azımsanmayacak bir bölümü, dinsel kalıpları cömertçe kullanarak şekillendiriliyor.
Bunlardan biri de birkaç yıl önce seslendirilen "Erdoğan, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir" iltifatıydı. Ancak bu konuda sadece yandaşlarının değil, Başbakan'ın kendisinin de diyecek söz bulduğunu ekleyelim.
2011 sonunda Fransa Meclisi tarafından kabul edilen Ermeni iddialarını suç sayan yasa tasarısına tepki gösteren Erdoğan, konuşmasının bir bölümünde Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı Fransuva'ya gönderdiği mektuptan bir bölüm okumuştu. Muhatabına "Sen ki, Françe Vilayeti'nin Kralı Fransuva'sın" diye hitap eden Kanuni, kendini tanıtırken de "Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi (...) Sultan Süleyman Hân'ım" diyordu. Erdoğan'ın "paraleller kurma" ustalığını vurgulamaya gerek var mı?
"Çıraklık" dönemi çok geride kaldı; şimdilerde artık "ustalık" bile kesmiyor. Bazılarına göre, "büyük lider" gölgeden çıkıp iyice tapılası bir konuma geldi.
Acaba iktidar merdiveninin son basamağına çıkıldı da, sıra Allah'la boy ölçüşmeye mi geldi? Eğer öyleyse, durum çok vahim.
@AksayHakan