Sevgililer Günü'ne hoş geldiniz!
Geldiniz de, hoş buldunuz mu?..
Siyasetin kara çehresi öyle bir küstahlaştı ki, aşka, flörte, sevişmeye bile attı pençelerini.
Gün dediğin Allah'ın bir günü de... Şu "sevgili" ne demek oluyor?
Sevgili kelimesini de "sandık çoğunluğu" üzerinden bir sorgulamak lazım bugün.
Sonuçta vakti geldiyse "münasip biri"ni bulur(lar) evlenirsiniz; değil mi ama?
Evlilik öncesi olsa olsa "sözlülük" ve "nişanlılık" dönemi olur.
Bu "sevgililik" de nereden çıktı?
Parklarda öpüşmeyi, vapurlarda sarılmayı, "kızlı-erkekli evler"de yaşamayı çağrıştıran şüpheli bir kelime bu!..
* * *
14 Şubat'ı karşılarken halkımız bu konularda ne düşünüyor acaba?
İki anket var önümde. Biri eski, biri yeni.
Birkaç yıl öncesinin anketine göre, halkın yüzde 57'si Sevgililer Günü’nü kutlamayı düşünmüyormuş. Ama bunun kutlamayı reddetmek olduğunu sanmayalım hemen. Sevgililer Günü’nü kutlamayanların yüzde 42'si buna neden olarak “sevgilisinin olmamasını” gösteriyormuş.
Ankette bu yüzde 42’nin içinde kaç kişinin hiç sevgili sahibi olmadığı, kaç kişinin ise sevgilisinden ayrıldığı yazmıyordu...
* * *
Birkaç gün önce başka bir anket çıktı.
Buna göre, Türkiye’deki evlilerin yüzde 53’ü severek evlendiğini söylemiş. (Ya yüzde 47? Sözüm ona "mantık evliliği" mi? "Görücü usülü" mü?)
Evlilerin yüzde 61’i ilk sevdiği kişi ile evlenmiş.
Evliliklerin yüzde 87’si aile büyükleri tarafından onaylanmış.
Evlilerin yüzde 50'si "dünyaya yeniden gelsem yine eşimle evlenirdim" derken, üçte biri "hayır, evlenmezdim" demiş.
Bunların önemli bölümü kadınlar. Kadınların yüzde 65’i "tekrar evlenmem" diyenler.
Ankete katılan 5 bin 260 kişiden yüzde 44'ü eski sevgilisini özlediğini itiraf etmiş. Evli her 3 kişiden biri eski aşkını unutamıyormuş.
Burada duralım: Hiç de az bir oran değil. Özellikle de sorunun "zor" ve "namuslu kıvırmalara elverişli" yapısını düşünecek olursak...
* * *
Hani bugün 14 Şubat ya...
Meraklısı çoktur, onlar yazar; ben Dünya Sevgililer Günü’nün önemini falan anlatmayacağım size.
Roma’da 3. Yüzyıl’da hain İmparator Claudius’un zavallı Aziz Valentinus’u öldürtmesinden hiç bahsetmeyeceğim.
Sevgiliye alınması gereken hediyelerden söz etmek niyetinde de değilim kesinlikle.
Aragon’dan şiirler de okumayacağım.
Ben yalnızca - izninizle eski bir yazımdan kopya çekerek - bugünün fark edilmeyen mahzun gölgesine işaret edeceğim.
Sevgililer günü, aşk, mutluluk derken, asla unutmamamız gereken birilerinden söz edeceğim: Eski sevgililerimizden.
* * *
Bizi hatalarımızla seven, bazen değiştirmeye çalışan, çoğu kez bu hatalara yenilerini eklememize aracılık eden, birlikte olmaktan heyecan duyduğumuz, bize kendimizi daha iyi tanıtan, kapris yaptığımız, kaprisini çektiğimiz, kıskandığımız, bizi kıskanan, kavga ettiğimiz, özlediğimiz, kendisine döndüğümüz, bize tekrar kucak açan veya artık kabul etmeyen, isteyerek veya istemeden geride bıraktığımız eski sevgililerimizden...
Ama bu konularda konuşup yazmak o kadar zor ki... Ben işin kolayına kaçarak başka birisinin cümlelerini kullanacağım bunun için.
Hayır, Murathan Mungan'ın Maskeli Balo’sundaki:
Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
dizelerine sığınmak değil niyetim.
Yıllar önce “uygarca” (!) ayrılıp kendisiyle “arkadaş” (!) kaldığımız zeki ve şakacı bir kadının bana gönderdiği ve yaşı geçmiş bütün bekârlara yönelik iğneli, hatta çuvaldızlı bir anonim “sevgililer günü kutlaması” (!) mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
* * *
BEKÂR ERKEĞİN BİR GÜNÜ
Gazı açıp tavayı koyacaksın.
İki adet yumurta alacaksın.
Birini yere düşüreceksin.
Pencerenin önüne gidip bir sigara tellendirerek gençliğini hatırlayacaksın.
Bu arada ekmek almayı unuttuğunu fark edeceksin.
Bunları düşünmeyi bırakıp tavaya uzanacaksın.
Elin yanacak.
Küfür edeceksin.
Son yumurtayı bir kenara bırakıp makarna paketine sarılacaksın.
Sonra yumurtalı döşemeyi temizlemeye kalkıp bir bez arayacaksın.
Bez bulamayınca gazete kullanmaya karar vereceksin.
Kullanmak istediğin gazetedeki bir kadın fotoğrafına takılacak gözün.
Evlenmek istediğini söyleyen bu güzel kadınla ilgili yazılanları son satırına kadar okurken heyecanlanacaksın.
Sonra gazetenin geçen yıldan kalma olduğunu görüp sinirleneceksin.
Odaya geçip bir süre düşündükten sonra uzatmalı sevgilinin telefonunu çevireceksin.
Tam onu bir restorana davet etmeye hazırlanırken kendi kendine “değer mi?” diye sorup vazgeçeceksin.
Ekmek almak için bakkala gideceksin.
Dönerken yolda köpeğiyle gezen güzel bir sarışına rastlayacaksın.
Köpeğin hoşuna gideceksin.
Sarışının hoşuna gitmeyeceksin.
Sıkıntını dağıtmak için sinemaya gireceksin.
Filmin ortasında makarnayı ateşte unuttuğunu düşünerek telaşla eve döneceksin.
Ocağı yakmadığını göreceksin.
Yemek tarifi kitabının yardımıyla başarısız bir deney daha yapacaksın.
Bu arada camları temizlemek gerektiğini düşüneceksin.
Sonra tatil günlerinin geçmek bilmediğini tekrarlayacaksın kendine.
Kızının doğum günü olduğu aklına gelecek, telefona sarılacaksın.
Doğum gününün bir ay önce olduğunu hatırlayıp duracaksın.
Televizyonu açacaksın.
Boş gözlerle bakarak ekrandakinin film mi, haber mi, reklam mı olduğunu anlamaya çalışacaksın.
“Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” yazısını görünce bu çabandan vazgeçeceksin. Acıktığını hatırlayacaksın.
Hâlâ hislerinin seni uyardığı üzerine keyifle felsefe yapmayı deneyeceksin.
Keyif alamayacaksın.
Işığı kapatacaksın.
Yatağa gireceksin.
Soyunmadığını fark edeceksin.
Bir haftadır aynı giysilerle dolaştığın aklına gelecek.
İlk aşkın canlanacak gözünde.
Ama yüzünü tam çıkaramayacaksın.
Küçükken ne olmak istediğini hatırlayacaksın.
Doğum gününün yaklaştığını düşüneceksin.
“Erkekler ağlamaz” sözü yankılanacak kulaklarında.
@AksayHakan