Sayın Genelkurmay Başkanı,
28 Aralık 2011'den bu yana kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Huzurunuz yerinde mi? Geceleri rahat uyku uyuyabiliyor musunuz?
Ben Uludere/Roboski operasyonu hakkında çok fazla haber ve yazı okuduğum günlerin gecesinde birkaç kez kâbus gördüm. Üzerime insan bedeninden kopan etler yapıştı.
Sizin üzerinize sıçramadı mı o kanlı etler, Sayın Necdet Özel? Rüyanızda yani?
Tepeden tırnağa gelişkin teknolojiyle donanmış bir ordunun, saatlerce süren araştırma ve gözlemlerden sonra defalarca, hunharca ateş ederek ve bombalayarak katlettiği 34 sivil yurttaşın ruhu sizi ziyaret etmedi mi?
Roboski kurbanları sessizce yatağınızın başucunda durarak size bakmadı mı?
O 34 kişiden çoğu çocuk yaştaydı. Çocuk vücutlarından kopan körpe parçalar, sizin evinize, ofisinize şöyle bir uğrayıp kanlar içinde aniden buharlaşmadı mı?
* * *
Üzülüyor musunuz, Sayın Özel?
Vicdanınız sızlıyor mu?
Yüreğinizin göğüs kafesini parçalayacak kadar hızlı attığı oluyor mu?
Her şeyi hiçe sayarak şiddetle ağlamak istediğiniz anlar oluyor mu 28 Aralık 2011'den beri?
Yoksa müsterih misiniz?
"Vatan savunması", "askerlik ve kurallar", "demiri kesen emirler" ve "savaş zayiatı" gibi, sizin ruhunuza her daim su serpen, her derde deva şifalı yaklaşımlarınız ve prensipleriniz mi var?
O kanlı bedenlerin çığlığının, bu iki yıl içinde sizin sağlam yaklaşımlarınızı ve prensiplerinizi aşıp kalbinize saplandığı olmadı mı hiç?
Bir asker, bir Genelkurmay Başkanı olarak değil... Bir insan olarak... Bir baba olarak...
O sizin emrinizle parçalanan çocuklar için, eşinize bile göstermeden, gizli gizli gizli ağladığınız olmadı mı?
Kahrolmadınız mı? Vicdanınız sızlamadı mı?
O vicdan, üniformanızdan sıyrılıp "Yeter artık!" dedirtmedi mi size?
Gözyaşları ve mide spazmları altında, çocuklarının bedenlerinden geride kalanları tanımaya çalışıp da naylon poşetlere doldurmaya uğraşan yoksul insanlardan özür dilemek uğruna her şeyden vazgeçme noktasına hiç gelmediniz mi?
* * *
Yoksa hiç hissetmediniz mi bu acıyı? "Benim yerimde kim olsa..." diye başlayan cümlelerin gölgesine mi sığındınız? Kutsal görev ve sorumluluklarınıza mı sarıldınız?
Sizi bulunduğunuz koltuğa getiren ve sadakatle bağlı olduğunuz Başbakan'la aynı safta olmanın güveniyle mi örttünüz vicdani rahatsızlıklarınızın üzerini?
Askerî Savcılık'ın "takipsizlik" kararı vererek unutulmaya terk ettiği Roboski katliamı ile ilgili 16 sayfalık resmî raporda belirtildiği gibi, siz mi verdiniz bombalama emrini? Yoksa amirinizden gelen kararı gerekli mercilere iletmek mi oldu göreviniz?
Fark eder mi? Belki. Ama sonuçta ikiniz de, operasyonda görevli olan başkaları da, kapatıldığı sanılan bütün dosyalardan çok daha güçlü bir iradenin giderek güçlenen projektörlerinin altındasınız.
Hayır, amacım sizi tehdit etmeye çalışmak falan değil. Açıkçası, size bu mektubu defalarca yazdım ve sildim. Uludere gerçeklerini, acılı ailelerin açıklamalarını, resmî belgeleri ve siyasi demeçleri tekrar tekrar yazdım. Sonra hepsini sildim. Bunların tümü yazıldı ve söylendi.
Tek bir şey kaldı benim içimde: Merak!..
Vicdanınızın sesini içtenlikle merak ettiğim için yazdım bu mektubu, Sayın Özel. Ve geceleri rahat uyuyup uyuyamadığınızı sormak için yazdım. Hepsi o kadar...
Saygılarımla,
Sayın Mehmet Metiner,
Geçen gün son derece net bir yaklaşım ortaya koydunuz: "Biatsa biat, itaatsa itaat. Ölümüne liderimizin arkasındayız!" dediniz.
Sizinle alay edenler, heyecana gelip böyle konuştuğunuzu sananlar oldu.
Oysa siz bilinçli bir tercih yaptınız. Çünkü Gezi'den bu yana, bütün bu "komplolar"ın asıl hedefinin Başbakan TayyipErdoğan olduğunu iyi biliyorsunuz. Belki gemi daha fazla darbe alacak, ayrılanlar ve bölünmeler olacak. Ama ana iskelet Erdoğan'dır. O ayakta duramazsa her şey tuz buz olur.
Bırakın size demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, şeffaflıktan bahsedenleri! "Kişiye tapınma", "körü körüne bağlılık" falan diyenleri! Tuzağa düşmeyin!
Geçen günkü yazınızda "Biz Tayyipçi değiliz, ama Tayyip Erdoğan'a sonuna kadar bağlıyız."diye yazıyorsunuz. Ne gerek var böyle savunmalara, Sayın Metiner! Onun yerine "Tayyipçi de oluruz, Erdoğancı da oluruz; çatlayın patlayın!" desenize! Kim ne diyebilir size? Üç-beş eleştiri getirir susarlar.
Ne oldu 31 ağustos 2011'de internete düşen konuşmalarınızdan dolayı sizi yıpratmaya çalışanlar?
O gün seçmenlerinizle dertleşirken "Erdoğan'ın entelektüel kapasitesi Türkiye'yi yönetmeye yetmez. Tayyip Bey'i herkesten çok ve herkesten önce tanıyorum. Ona, beyin kıvrımlarında neler dolaştığını bilecek kadar yakınım. Uluslararası bir çaba sonucu iktidara getirildi. Kürt sorununda Türk milliyetçisi ve cesur değil. Demokratik bir ülke kuramaz" demiştiniz.
Size çok saldırdılar. Ama siz, kısa süre sonra hiçbir kompleks hissetmeden liderinizden binlerce defa özür dilediniz ve hatalarınızı "cahiliye dönemi" olarak en başta kendiniz kıyasıya eleştirdiniz. Kimde var bu cesaret!
Siz, kendisine "yandaş" denince bile hislenen ve derin bir savunma güdüsüyle taarruza geçen benzerlerinize göre çok daha açıksözlü ve cesursunuz.
Ee, birikiminiz de az değil: Bir kere Kürtsünüz, sonra aydınsınız, solu, örgütçülüğü bilirsiniz, bir dönem HADEP Genel Başkan Yardımcısı ve neredeyse sosyalisttiniz.
Uzun yıllar önce İstanbul Belediye Başkanı Erdoğan'ın danışmanıydınız. Şimdi de hayatınızı ortaya koyuyorsunuz onun için.
Evet, biatsa biat! İtaatsa itaat! Gün o gündür!
Gün "AK partili" olma günü de değildir artık; "Tayyip Erdoğancı" olma günüdür. Hem de sapına ve sonuna kadar! Ölümüne!..
Size iyi yolculuklar diliyorum, Sayın Metiner...
Sevgili Sarmaşık Hanım,
Sizi tanımam. Facebook'ta ne zaman arkadaş olduk, doğrusu hatırlamıyorum. Ama ben size arkadaşlık teklif edip eklemiş olsaydım, mutlaka hatırlardım. Her neyse...
Geçen gün bir mesajınız dikkatimi çekti; baktım, sizinle hiç ortak arkadaşımız yok. Sayfanızı açtım meraktan; kimsiniz, nesiniz, neler paylaşırsınız diye...
Bütün mesajlarınızı ikiye ayırmak mümkün: Ya durmadan kendi fotoğraflarınızı değiştirip duruyorsunuz (yeni fotoğraf yetiştiremediğinizde eskilerini tekrar öne çıkarıyorsunuz, anladığım kadarıyla)... Ya da gittiğiniz kafe ve restoranları titizlikle takipçilerinizi bildiriyorsunuz. Genellikle "Çok beğendim", "Ay bayıldım", "Arkadaşlarla müthiş eğlendik" gibi iyimser kısa yorumlarla.
Merakım daha da arttı ve zamana acımadan iki yıllık bir dönem için Facebook paylaşımlarınızı taradım. Sonuç: Aynı! Yeni saç modelinizle ya da yeni elbisenizle taze profil resminiz... Ve falanca restoranda yaşadığınız mutlu anlar...
Koltuğa yaslanarak bana yaşattığınız sarsıntıyı atlatmaya çalıştım. Yani... Bu iki yıl içinde ne savaşlar ve barışlar oldu dünyada ve Türkiye'de... Mesela, Gezi oldu. Son dönemde yolsuzluklar ve "uluslararası komplo" depremleri oldu, oluyor. Ve siz...
Hayret! Bunlardan tek bir iz yok paylaşımlarınızda! Saçınız, elbiseniz, aşk üzerine sıkça tekrarlanan 3-5 şiir ve restoranlar.... Mutlusunuz!
Hayıflandım, sizin kadar mutlu olmadığıma. Kıskandım. Fesatlık ederek küçümsemeye çalıştım sizi. Bir tek şeyi beceremedim: Sizi anlamayı!..
Yani, Sarmaşık Hanım, gerçekten de sizinle biz "ayrı dünyaların insanlarıyız". Ama "Face'de arkadaşız"; o ayrı konu...
Yolsuzluk ve görevden alma olmadan 2-3 saat geçmişse içim daralıyor. TV ya da internetten "haber"i bir an önce alıp rahatlamak istiyorum.
@AksayHakan