Sayın Hakan Şükür,
Siz beni hep şaşırttınız. Son günlerde üzerinde en çok konuşulan isim olmanız da şaşırtıyor.
Ben sizin siyasetten fazla anlamayan, hiçbir zaman derinlikli bir analiz yapmayan, polemiklere girmekten kaçınan, seçildiği parlamentoda pek etkinlik göstermeyen, daha çok "büyüklerim gerekli kararları alır" düşüncesiyle ve açıklamalarıyla yetinen biri olarak bilirdim. (BDP’li Hatip Dicle’nin milletvekilliği düştüğünde size sorulan bir soruyu şöyle cevaplamıştınız: "Gündemi takip edemedim. Bunun değerlendirmesini bizim bakanlarımız, tecrübeli büyüklerimiz yapıyordur.")
Ama istifa metniniz müthiş bir manifesto olmuş. Açık söyleyin, o açıklamanın yazılmasında siz de katkıda bulundunuz mu, yoksa metin, aynen yayınlanması şartıyla "yukarıdan", "cematten abilerden" mi geldi?
Bakın, bu sabah Gülen cemaatinin sözcüsü konumundaki Hüseyin Gülerce (köşe yazısını da size ayırmış), Twitter'da sizinle ilgili neler diyor:
"Hakan Şükür'ün istifası, 2013'ün en önemli siyasi olayıdır. AK Parti, bu istifayı, en samimi uyarı olarak anlamalıdır. Belki de son uyarı".
Galiba siz Türkiye'de siyasetin kilit ismi oldunuz.
Ve sizinle birlikte "Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu" deyişi tarihe karıştı.
* * *
Adınız hakkıyla ve alınterinizle futbol tarihine geçti. En çok gol atan (249 gol) oyuncusunuz. En çok milli olan futbolcusunuz. Dünya Kupası'nda en hızlı atılan golün sahibisiniz...
Bu arada sık sık "hakkı yenilen futbolcu" sayıldınız... Sizden "takımından ve futboldan koparılmak istenen oyuncu" olarak bahsedildi...
Özel hayatınız galiba fazlaca alenileşti. 1995'te, dört ay süren ilk evliliğinizde (ilk eşiniz Esra Elbirlik sonradan 1999 depreminin kurbanlarından biri olmuştu) Tansu Çiller'in ve dinî cemaatlerin "hayırlı misyonlarla" araya girmesi, Tayyip Erdoğan'ın nikahı kıyması, Fethullah Gülen'in nikah şahidi olması... Televizyonlar, canlı yayınlar...
32. gün Programı'nda "Ben yirmi seneden fazla bir süredir Hizmet Hareketi'ni ve Muhterem Hocaefendi’yi tanıyor ve seviyorum" açıklamanız ve sırf bu yüzden DGM'ye çağrılmanız.... Milli takımda cemaatçi kadrolaşma gayreti içinde olduğunuz iddiaları...
Başbakan Erdoğan'dan birçok durumda aldığınız moral destek ve milletvekilliği önerisi... Bazı gazetelerin yazdığı gibi söylersek, aranızdaki "abi-kardeş ilişkisi"... Lig TV’de yorumculuk karşılığı ücret almanızın yarattığı tartışmalar... Ve sizin unutulmaz savunmanız: "Beyefendi'den izin aldım"...
AKP'nin "dersane taarruzu" karşısında partiden istifa etmeniz... ("Belki de son uyarı".) Bir de aynı sırada başlayan yolsuzluk depremiyle hükümetin çok zor bir döneminin başlaması...
* * *
Sayın Şükür,
Ben sizin futbolda biriktirdiğiniz büyük popülaritenin cemaat ve AKP tarafından hoyratça kullanıldığını, sizin de buna gönüllü olduğunuzu düşünüyorum. Tercih sizin, bir şey diyemem. "Hocaefendi hayranlığı" da en doğan hakkınızdır, istifa etmek de.
Bu açıdan Mehmet Ali Şahin ve benzeri AKP'lilerin hakkınızda söylediklerini "aşırı reaksiyon", Başbakan Erdoğan'ın "Beklemezdim. Madem partimizden ayrıldı, o halde ahlaklıysa milletvekilliğini de bıraksın" türü sert tepki vermesini de duygusal tepki ve çifte standart olarak görüyorum. (Başka partilerden milletvekilleri AKP'ye geçerken "ahlaklı" oluyorlar da, partiden ayrılanlar neden "ahlaksız" oluveriyor? Hem o madalyonun bir de tersi var: O zaman sen de cemaatten aldığın oyları geri ver!..)
Bir zamanlar "Ben Türk değilim, Arnavutum" sözünüzü diline dolayarak bu yüzden size saldıranların milliyetçi kör şablonları da kanımca iyice paslanıyor.
Bugünkü Hürriyet'teki köşe yazısının sonunda Akif Beki, eskiden resmen sözcüsü olduğu Başbakan'ın dün sizden isteğini "daha etkili bir açıdan" dile getiriyor:
"... temsil ettiği oylar. AK Parti seçmenine helal ettirmesi gerekecek... Helali haramı bilen, ahlaki sorumluluğunu müdrik, hassas bir yapısı var gibi Hakan Şükür’ün. Arkasını getirecektir."
Ne dersiniz, Sayın Şükür, bu kavgalı günler geride kalınca "hassas yapınızla" milletvekilliğinden istifa etmeyi düşünüyor musunuz?
Siyaseti ve iktidar mücadelesini, gerçekten de kendinize uygun bir alan ve misyon olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Yoksa son olaylar ve Gülerce'nin bugün yazdıkları ışığında size artık "Gülen Cemaati'nin en büyük PR silahı" olarak mı bakmalıyız?
Saygılarımla,
Sayın Aydan Özoğuz ([email protected]),
Birkaç gündür gazetelerimiz hep sizi yazıyor: Almanya hükümetine giren ilk Türk olmuşsunuz. Kutlarım.
80 milyon nüfuslu Almanya'da 6-7 milyon yabancı kökenli yurttaş yaşıyor. Bunların içinde Türkiyeliler ilk sırada. Dolayısıyla dün güven oyu alarak göreve başlayan Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasında kurulan koalisyon hükümetinde, Göç ve Uyum Bakanlığı'na Türkiye kökenli birinin getirilmesi bence olumlu, ama çok da olağanüstü bir şey değil.
Son günlerde Türkiye size "sahip çıkıyor". Hem iyi anlamda, yani destekleme biçiminde... Hem de sizi "Almanlar'ın arasında sivrilip öne çıkan Türk temsilci" kompozisyonunda, "biz ve onlar (Almanlar)" bağlamında görerek.
Türkiye toplumu ve medyası bunu hep yapar. Ama ben sizin yalnızca Türk değil, aynı zamanda ve hatta daha çok Alman olduğunuzu düşündüğüm için ulusal kökeninizi abartmamaktan yanayım.
Almanya'da doğmuş, orada büyümüş, eğitim almış bir kişisiniz. Eşiniz Alman. Almancayı belki "ana" dilinizden daha iyi biliyorsunuzdur. Bunlar doğal ve güzel. Evrensellik ve dünya vatandaşlığı böyle daha iyi anlaşılır.
Yoksa bizdeki ulusal aşağılık kompleksinin etkisiyle her yerde cımbızla Türk aramak, her konuya "Türk'ün başarısı" ve "Türk'e haksızlık/düşmanlık" sığlığında bakmak bizi hiçbir yere getirmez.
Kimse sizi "Almanya'daki Türk casusu" konumuna getirmemeli. Athena Grubu’ndan Gökhan ve Hakan’ın kuzeniymişsiniz falan diye magazinleştirmemeli de.
Sizin başarınızı ben, en başta azınlıkların ve kadınların gelebileceği yerleri göstermesi açısından selamlıyorum. Keşke Türkiye'de bu anlaşılabilse. Sizi alkışlamak kolay; peki bir gün Türkiye'deki "yabancılar lobisi"nden biri, Alman, Rus veya İngiliz kökenli biri de bizim hükümetimize girebilir mi? Bence harika olur. Almanya yönetiminin hoşgörüsünü ve öngörüşlü tutumunu bizim iktidarlarımız da gösterebilirse eğer... Ama bizim "kendi azınlıklarımızla bile" başımız dertte.
Dün İHA'da okudum; babanız Mustafa Orhan Özoğuz'a sormuşlar: “Kızınız ilerde bir başbakan olur mu?” (mutlaka şartmış gibi). Babanız "mantıklı cevap" vermiş: "Çok zor. Bir yabancının başbakan olması, bakan olması büyük bir hadise. Almanlar kabul etmez".
Sizden yeni ve daha etkili başarı haberleri geleceğini sanıyorum. Eğer bir gün "Aydan Özoğuz başbakan olmalı" görüşü gerçekten yaygınlaşırsa, bence sizin, siyasi kültürün yerlere serildiği, demokrasinin durmadan başını duvarlara vurduğu Türkiye'nin Başbakanı olmanız çok daha ilginç olur.
Sayın (büyük ihtimalle) Mustafa Türker,
Önceki gün saat 16.30 sularında, İstanbul Metrosu'nda, Hacıosman-Taksim hattında, vagona girerek boş bir yere otururken yanınızdaki adama hafifçe bir gülümsemeyle "Marhaba" dediniz.
O, birkaç saniye bön bön baktı size. Sonra - siz artık kafanızı çevirirken - kısık bir sesle karşılık verebildi. Siz bir kitap çıkardınız üzerinde "Mustafa Türker" yazan çantanızdan (herhalde çanta ve isim size aitti; yine de bilemem tabii) ve bir daha başka bir şeyle ilgilenmediniz.
O bön bakışlı yolcu bendim.
Sizin selamınızı "Nerelisin? İçinden mi? Ne iş yaparsın? Havalar da iyice soğudu, değil mi?" türü fuzuli soruların bir işareti sandım. Ve güya boş konuşmaya girmemek için aksileşip kabalaşmayı denedim.
Oysa Almanya'da yaşadığım dönemde, ne kadar hoşuma giderdi birbirini hiç tanımayan insanların sokaklarda gülümseyerek selamlaşması. Türkiye'den birçok tanıdığıma da övgüyle anlatmışımdır. Ama demek ki, pek de sindirememişim içime.
Af dilemek için arama motorlarında ve Facebook'ta sizi bulmaya çalıştım. Ama bulamadım. Buradan özür diliyorum sizden. Kendimce hafifletici nedenlerim olsa da beni kurtarmıyor. Bağışlayın...
@BakanGuler (Muammer Güler): "Çocuklarınıza sahip çıkın!" Haziran 2013, Gezi Parkı günleri... Söz uçar twit kalır, Sayın İçişleri Bakanı.
@AksayHakan