Rusya’da yine bir Lenin heykeline saldırı olmuş. Heykel yok edilememiş. Ama gazetelerin yazdığına göre, maddi kayıp büyükmüş. Kayıp yalnızca maddi mi acaba? Heykellerle savaş, Rusya’da son 20 yılın popüler bir hastalığı… Don Kişot yel değirmenlerine karşı savaşırken sevimli bir tipti. Ya heykellere karşı savaşanlar? Bunların çoğunun “tehlike anında” başını kaplumbağa kabuğunun içine soktuğunu biliyor musunuz? Ben biliyorum. Sovyetler Birliği bir heykeller ülkesiydi. Eski Sovyet ülkelerini görenleriniz, buralarda hâlâ adım başı heykellere rastlandığını bilir. Bugün bu heykellerin çoğu “ayaktadır”. Yıkılanların yıkılış öyküsü ise ilginçtir. * * * Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı darbe yapıldığında sokağa yalnızca birkaç yüz kişi çıktı. Yıl sonunda SSCB dağıldı. O tarihlerde ben “dünyanın en çok okuyan halkının nasıl bu kadar apolitik olduğu” sorularıyla karşılaşıyordum. Kitap kurtları ve votka masalarının siyasi sözcüleri tehlikeli mücadelelere girmediler. Ama gelişmeleri yakından izlediler. Bol akıl verip bol küfür ettiler. Sonra baktılar ki ortalık sakinleşiyor, başlarını kabuklarından dışarı uzatıp çevredeki birkaç yüz militanın sesini bastıran güçlü haykırışlarla ortaya çıktılar. Lubyanka Meydanı’ndan “KGB’nin babası” Feliks Dzerjinski’nin heykelinin yerle bir edilmesi binlerce kişinin eylemiydi. Başı çeken bu korkak ve gürültülü kaplumbağalardı. Moda yayıldı. Başka yerlerde de taşlara saldırılmaya başlandı. Devlet ve belediye koltuklarında oturanlar komplekse kapılarak meydan, sokak ve kentlerin adlarını değiştirmeye giriştiler. Bu yüzden bütçeden milyarlarca ruble harcandı. Bu yüzden Moskova metrosunda yeni istasyon isimlerini bilmeyen yurttaşlar kaybolmaya başladı. “Devrim” sürüyordu! İktidarı, polisi ve askeri arkasında hisseden kaplumbağa devrimciler, her gün yeni bir fikir ve yeni bir eylemle gündeme çıkarak tehlike anlarındaki korkaklıklarının izlerini silmeye çalışıyorlardı. * * * Sonra rüzgârlar duruldu. Sokak adlarının ve heykellerin yakası bırakıldı. Hatta kimisi kentlere eski adları iade edilsin kampanyası başlattıysa da o da pek tutmadı. Tarihin bu sembollerden ibaret olmadığı sanki sindirilerek öğrenildi. Şimdi Moskova’da Gorki Parkı yakınlarında hüzünlü bir heykel mezarlığı vardır. Orada pek çok heykel ve büst çoğu yan yanmış, kaderine terk edilmiştir. Ondan birkaç yüz metre ilerde Lenin’in dünyadaki en büyük heykeli tüm görkemiyle ayaktadır. Geçenlerde bu heykelin yanından geçerken televizyonlardan naklen yayınlanan bir görüntü canlandı gözümde; Saddam Hüseyin’in heykelini devirmeye çalışan, ona bayraklar asan, fotoğraflara saldıran insanlar aklıma geldi. Acaba bunların kaçı kaplumbağa devrimcilerdir diye kendime sordum. Iraklı bir Saddam muhalifi olarak hissettim kendimi bir an. Saddam’ın devrilmesinin sevincini, ABD tank ve askerlerinin önünde “heykel show” yaparak göstermenin ne kadar yüz kızartıcı olduğunu düşündüm. Heykellerle mücadelenin ne kadar “ince” hesaplara dayandığı görüşümü bir kez daha tazeledim. Sonra karşımdaki Lenin’e baktım. Gençlik yıllarına göre her şeyin nasıl değiştiğine durmadan şaşıran, ama eski ilgiyi görememekten dolayı küskünleşen ihtiyarlara benziyordu.