Bir eğlence programındaki birkaç dakikalık canlı bağlantı sonucunda Türkiye'nin olağanüstü gerginlik yaşaması, ne kadar anormal bir ülke haline geldiğimizi gösteriyor.
"Durun bakalım", deniliyor bizim gibi sıradan ölümlülerin anlayamayacağı ayrıntılardan anında süper analizler yapma yeteneğine sahip seçkin insanlar tarafından, "o kadar basit bir olay değil bu!"
Devamında o birkaç dakikalık canlı yayının, aslında koca devleti bir lahzada dinamitleyecek, ülkeyi terörizme teslim edecek, milleti paramparça bölecek "korkunç ve hain bir plan" olduğunu öğreniyoruz.
Allah Allah! Görünmez felâket desenize!
Gerçekten de her şey "o kadar basit" değilmiş...
O zaman biz de bu karmaşık meseleye daha yakından bakmayı deneyelim.
Son yıllarda medya özgürlüğünü iyice sınırlayan iktidar, 1 Kasım seçimlerinden sonra gaz pedalına sonuna kadar basma kararını uygulamaya koydu.
En önemli hedeflerinden biri Doğan Medya Grubu'nu tümüyle kontrol etmekti. Çünkü kendisi piyasaya ne kadar "yandaş medya mamulü" çıkarırsa çıkarsın ne okunuyor, ne de izleniyordu. Oysa ki bu "Aydın Doğan medyası..."
Ufukta bir seçim veya başka bir siyasi iktidar değişikliği işareti kalmamıştı. Bunu gören Doğan Medya da hem "kendini kurtarmak" (tabii kendi anlayışına göre), hem de "patronun medya dışı servetini kaybetmemesi" için manevra yapmaya girişti.
Grubun tartışmasız en önemli otoritelerinden biri - kendi deyişiyle "cambaz" - olan Ertuğrul Özkök, daha seçim gecesi ilk işareti verdi:
"Geçmişe bir çizgi çekelim, geleceğe bakalım."
O günden bugüne birçok işaret daha ortaya çıktı. Fatih Çekirge'nin "Biz sonuçta devlet düşmanı değiliz yani" diyerek verdiği "MİT TIR'ları haberinin üzerine atlanmaması gerektiği" mesajından tutun da, İsmet Berkan'ın haftalardır sokağa çıkma yasağı altında yaşayan Diyarbakır'ın Sur bölgesinde büyük bir heyecanla özelliklerini tanıttığı zırhlı araca binmesine ve polislerle birlikte pozlar vermesine kadar.
Ama "can sıkıcı şeyler" de bitecek ve unutulacak gibi değildi doğrusu.
Örneğin, Hürriyet Gazetesi'nin düzenlediği Altın Kelebek Ödül Töreni'nde Gülben Ergen, üzerine atlanmaması gereken bir haberi yayımladığından dolayı içeri tıkılan Can Dündar'a selam gönderiyordu.
"Bu Doğan Medya kolay kolay adam olmazdı!"
Ne "Kırmızı Fularlı Kız'ı parlatarak teröristlerin reklamını yapan" Cüneyt Özdemir'in geri püskürtülmesi yeterli olmuştu, ne de Ahmet Hakan'a sıkı bir sopa atılması.
"Amiral Gemisi" başta olmak üzere bütün Doğan filosunun manevrasının güvenle yürütülmesi için grubun yönetimi, Mehmet Ali Yalçındağ'a teslim edildi.
Söylentiye göre, Yalçındağ'ın önemli adımlarından biri de, Trump Towers’ta Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Mehmet Yakup Yılmaz ve Zafer Mutlu’yla bir araya gelip filonun yeni rotasının, "değişen kırmızı çizgiler" ile birlikte açıklanması oldu.
Çare, iktidarı kızdıracak haber ve yorumlardan vazgeçilmesinde, yani "hürriyetin - şimdilik - kısmen esaretle değiştirilmesi"nde bulundu.
Geçen cuma, yazının başında sözünü ettiğimiz "korkunç dakikalar" yaşandı.
Kanal D'nin popüler eğlence programı Beyaz Show'a canlı yayında bağlanan bir kadın, "Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın" gibi günümüz Türkiyesi'nde küfürden beter sayılan cümleler sarf etti.
Hiç olur muydu bu!
"Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın." falan gibi devlet düşmanı laflar!..
Hem de hiçbir "Fatih"in uyarıyla, direktifle üstünü çizemeyeceği biçimde, canlı yayında...
Üstelik milyonların izlediği Doğan Grubu'nun Kanal D'sinde...
Alarm zili o kadar kolay çalmış, sirenlerin çığlığı dört bir yana öylesine pürüzsüz bir şekilde yayılmıştı ki, iktidar böyle bir "otokontrollü toplum" yarattığından dolayı ne kadar övünse azdı.
"İnfial"in hedefinde Aydın Doğan'a ait bir başka kurum olan Kanal D ve onun yıllardır siyasetten uzak tarzıyla geçinip giden sunucusu (ne yapalım, piyango ona çıkmıştı!) Beyazıt Öztürk vardı.
İktidara ait ve yakın onlarca kanaldan bambaşka bir "güneydoğu portresi" için milyonlarca dakika harcanırken, bunun karşısında 2-3 dakikalık bir "çocuklar ölüyor" çığlığı tahterevalliyi birdenbire tersine çevirmişti. Elbette aynı zamanda iktidarın da yoğun çabalarıyla.
Son derece doğal, sıradan sayılabilecek bir canlı yayın epizodu, "vatan hainliği" kükremeleriyle pişirilip ve şişirilip toplumun önüne kondu.
Herkes korkuyla titredi.
İçişleri Bakanlığı Ayşe Çelik adındaki kadını saptamaya, Eğitim Bakanlığı onun "aslında öğretmen olmadığını" kanıtlamaya, yargı hemen bir "antiterör dava" hazırlamaya girişti. Medyanın tozu dumanı ise gözleri yaşartacak düzeye çoktan ulaşmıştı bile.
Kanal D hesap vermeliydi. Tabii Beyazıt Öztürk de. Hatta Aydın Doğan da. Ve daha birçokları...
Bu "koro" yalnızca "yüzde 49'luk" değildi. "Vatana ve bayrağa sahip çıkan" çok daha büyük bir kitle bu notalarla adım değiştirmeye uygundu. Fazla direnen çıkamazdı. Mesela, "ana muhalefet" yönetimi, böyle toplara girmeyecek kadar "stratejik düzeyde" konuşlanmıştı.
Yeni rotasında özenle ilerlemeye koyulmuş olan Doğan Medya'da suratlar asıldı. Bu tür sınavlardan daha pek çok kez geçirileceklerini hâlâ anlamayan bazıları, bunun bir "şanssızlık" olduğunu düşünerek daha da fazla üzüldü.
Ne olursa olsun, "manevra" kararları uygulanmalıydı.
Kanal D adına yapılan açıklamada "devletimizin yanındayız" ana fikrinin yanı sıra teröre, provokasyona falan karşı olunduğu mesajları sıralandı.
Yetmedi.
Beyaz'ı ekrana sürdüler.
Ana haber bülteninde çıkıp bir şeyler söylemeye çalıştı.
"Nasıl olduğunu anlamadım! Beynim durdu" gibi, aslında son derece sıradan bir yayını - yukarıdan gelen haykırışlara uygun olarak - tarihi ve siyasi bir panik anına dönüştürmeye çabaladı. Tabii "bir polis çocuğu" olduğunu eklemeyi unutmadan.
Af diledi. Yıkıldı. Ezildi. İşine devam etmek istediğini dile getirdi.
Bir sürü cümle kurdu. Özeti şuydu:
"İstemeden vicdanlı ve duyarlı davrandığım için özür dilerim."
Cuma günü canlı yayında kadının "çocuklar ölmesin" konuşmasını saygıyla dinleyen, hatta alkışlatan Beyaz gitmiş, yerine "devletine ve iktidarına sımsıkı bağlı olduğunu" ne pahasına olursa olsun anlatmaya girişmiş bir Siyah gelmişti sanki ekranlara. Bir anda kararıvermişti adamcağız. Belki de "Beyaz'ın AK'laşması" sürecini izliyorduk bu sefer canlı yayında.
Ne var ki Aydın Bey'in ve ekip arkadaşlarının çoğunun anlamadığı bir şey vardı: İktidarın üzerine gittiği güçler, eğilip bükülmeye, özür dilemeye, el etek öpmeye başladığında yeni tokatlar için daha uygun ve tahrik edici bir kıvama geliyordu.
Hürriyetin kısmen esaretle değiştirilip "durumun idare edilmesi" çok zordu. Verdiğin kısımdan bir girdap doğuyor ve seni bütünüyle içine çekiyordu.
Nitekim özürlere verilen cevabı Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nda açılan terörizm soruşturmaları ilanında duyduk.
Kanal D, yani Doğan Medya Grubu iktidarın kendisine karşı son atağı geçiştirebilmek için "Beyaz" bayrağı çekmiş, canını kurtarmaya çalışmıştı.
Ama burası, beyaz bayraklı insanların da vurulup öldürüldüğü bir ülke olmuştu artık. Üstelik bunların bir kısmının cesedi bile uzun süre ortadan kaldırılamıyordu.
Doğan Medyası'nın bir türlü göremediği acı gerçek buydu.